4 - Nisa Suresi Tefsiri

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
166-167- Gerçek böyle iken o zalimler, o kalpleri mühürlenmiş kâfirler buna şahitlik etmezler de hâlâ gökten kitap isterler, fakat Allah sana indirdiğiyle kendi şahitlik ediyor ki, O, sana onu kendine özgü olan ilmiyle indirdi. Bu, öyle bir bedii telif ve ilâhî kelâmdır ki, buna Allah'dan başka hiç kimsenin ilim ve kudreti yetişemez, öncekiler ve sonrakiler ona karşı gelmekten acizdir. Allah bunu öyle bir icaz sanatıyla inzal buyurdu ki, belağatlı nazmındaki belağat sırları, kapsamındaki kudsî nurları, gayba ait mânâlarındaki yüksek hakikatleri, hükümlerindeki hikmet ve güzellikleri, gayesindeki mutlak saadeti, ilâhî ilimden başkasının ihata kudreti dışındadır. Bu, ne istenilen şekilde ittifak etmek suretiyle vaki oluvermiş bir tesadüf, ne de cahil bir tabiatın şuursuz bir feveranı (fışkırması)dır; her şeyi bilen ve her yaptığını bilerek yapan Allah Teâlâ'nın ezeli ilmiyle indirdiği hak bir ferman, derin bir mucizedir. Buna Allah Teâlâ böyle şahitlik ettiği gibi melekler de şahitlik eder. Çünkü melekler ilâhî şahitliğin taşıyıcısıdırlar. Bunun inişi, emin Cibril'in elçiliği ve onun emrindeki bütün meleklerin ululamaları içinde vaki olmuştur. Ve onlar "O (melekler) ondan önce söz söylemezler". (Enbiya, 21/27) Bununla beraber başka şahide ihtiyaç da yoktur. Şahit olmak üzere Allah yeter. Allah senin peygamberliğinin doğruluğuna öyle derin deliller ve açık hüccetler getirmiş ve dikmiştir ki, bunlar diğer şahitlerle şahit getirmekten mustağnidir. Muhammed ve Kur'ân... Bunlarda ortaya çıkan hak tecellileri, diğer şahitlerden müstağnidir. Hakk'ın kendine, kendi tecellileriyle şahitliğinden daha açık hangi şahitlik olabilir. "De ki: 'şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?' De ki: "Allah". (En'âm, 6/19) Buna karşı Allah'ın şahitlik ettiği herhangi bir gerçeği inkâr edenler, ve Allah yolundan, yani doğru yol olan İslâm dininden yasaklayanlar derin bir sapıklığa düşmüşlerdir.

168- Böyle inkâr edip, zulüm yapanlar, yani Muhammed Aleyhisselama ait nebilik ve peygamberliği inkâr etmek gibi haksızlıkta bulunanlar muhakkak ki, Allah'ın bunları ne bir şekilde affetmesi, ne de cehennem yolundan başka bir yola hidayet etmesi ihtimali yoktur.

169- Yani bunlar "Muhakkak Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz". (Nisâ, 4/116) âyetinin hükmüne tabidirler. Cehennemde ebedî olarak kalacaklardır. Bu kadar azgın kâfirler nasıl mağlub edilirler de cehenneme tıkılırlar, diye uzak görmeye de yer yoktur. Çünkü bunu yapmak Allah'a çok kolaydır. Zaten kurmuş olduğu düzenin hükmü budur. Onlar O'na kendi ayakları ile koşa koşa gideceklerdir.

Duydunuz ya:

170- Özellikle bu insanlar içinde:

171-172-173- Genel anlamda olmakla beraber, yukarda daha çok yahudiler hedef alındığı gibi, burada da özellikle hıristiyanlar hedef alınmıştır. Yani ey bütün insanlardan ve insanlar içinde kitap ehlinden bir kısım olan hıristiyanlar dininizde taşkınlık etmeyiniz. İsa (a.s.)'ın yüksek şanını, yukarda açıklandığı üzere, inkâr ve küçültmeye, gayri meşru çocuk Mechul "incannu" diye iftira etmeye kalkışan yahudilerin alçaltmalarına karşılık, siz de onun hakkında Allah'lık iddiası ile ifrata gitmeyiniz, ve Allah'a karşı haktan başka hiçbir şey söylemeyiniz. Allah Teâlâ'yı bazı şeylere girme, değişme ve başka bir şeyle birleşme, arkadaş ve çocuk edinme vesaire gibi imkansız ve batıl olan vasıflar ile vasıflandırmayınız da, böyle noksanlardan uzak tutunuz ve her hususta hakkı takip ediniz, doğruyu söyleyiniz. Çünkü Meryem oğlu İsa Mesih başka bir şey değil, ancak Allah'ın bir elçisidir, ve yaratma veya tebliğe dair bir kelimesidir ki onu Meryem'e atmış "Muhakkak ki Allah seni, kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'dir." (Al-i İmran, 3/45) âyetinin delaleti üzere melekleriyle Meryem'e bildirip müjdelemiş, Cebrail'in üflenmesi ile Meryem'in rahimine bırakıp "ol, oldu" emriyle yaratmıştır, ve Allah tarafından bir ruhtur, ki Allah bununla bir çok ölü kalblere hayat vermiştir. Peygamberlik, kelime, ruh; işte Meryem oğlu İsa Mesih'in son hakikatı bunlardan ibarettir. İsa, öldürülmedi ve asılmadı veya henüz ölmedi, semaya kaldırıldı denildiği zaman bu gerçekten başka bir şey anlamamalıdır. Şu halde Allah'a ve bütün peygamberlerine iman ediniz, Allah'ı Allah, peygamberleri peygamber tanıyınız, ve "üç" demeyiniz, ne "ilâhlar üçtür: Allah, Mesih, Meryem'dir" diye açık şirk ile, ne de "Allah üçtür: baba, oğlu, Ruhul-Kudüs üç esas; üç şahıs olarak tek esastır" gibi bir yorumlu şirk ile "üç ilah" anlayışına sapmayınız. Üç ilâh inanışından vazgeçiniz ki sizin için hayırlı olur. Çünkü Allah ancak bir ilâhtır, hiçbir şekilde ortaklığı kabul etmez, zatında her türlü çoğalmadan uzak ve ilâhlıkta tekdir, hâşâ, O'nun bir çocuğu olması ihtimali yoktur. O'nu öyle bir noksanlıktan tenzih eder ve yüceltirim. Çünkü göklerde ve yerde, yukarılarda ve aşağıda her ne varsa hepsi O'nundur. Halk O'nun, mülk O'nun, hükümranlık ve tasarruf O'nundur. İsa da içinde olduğu halde eşyadan hiçbir şey O'nun mülk ve melekutu (gayb âlemi)ndan hariç değildir. Allah vekil olarak da kafidir. Yani bütün bunları yaratmak ve düzenlemek ve adına zabtetmek ve idare etmekte Allah'ın hiçbir kimseyi vekil tutmaya ihtiyacı yoktur. O bizzat ve asaletle hüküm ve tasarrufa kadir, âlemlerden müstağnidir. Bununla beraber yarattıklarının işlerini, onların hesap ve faydaları adına en güzel düzenleyen ve idare eden ve edecek olan da O'dur.

Onlar görevlerini yapıp kendisine tevekkül ederek ve dayanarak işlerini ona havale ettikleri takdirde, onları düzeltmek, arzu ve emellerini tatmin etmek için kendilerini başka bir vekile muhtaç da etmez. Özetle O, bütün yaratıkların işlerini düzeltmeye ve kendisine dayanmasına yeterlidir ve işinde bir vekile muhtaç değildir. O, herşeyin yerini tutar, hiç bir şey O'nun yerini tutamaz ve O'na dayanmadan duramaz. Şu halde Allah'ın mülkü dışında bir şey, Allah'ın yerini tutacak bir çocuk, yerini dolduracak bir vekil, Allah'tan başka işleri havale edecek bir merci, bir mabud düşüncesi muhal (mümkün olmayan)in tasavvurudur. Bu gibi şeyler, ancak faniler ve acizler hakkında düşünülür. "Peygamber" denildiği zaman da bir "vekil" değil, ancak sözü nakleden bir emir kulu anlamalıdır. Buna karşı ey hıristiyanlar, "Mesih nasıl kul olur?" demeyiniz. Mesih, hiç bir zaman Allah'a kul olmaktan çekinmez. Hıristiyanlar Peygamberimize gelmişler, "Bizim sahibimize niçin ayıp isnad ediyorsun?" demişler. "Sahibiniz kim?" buyurmuş. "İsa" demişler. "Ne dedim" buyurmuş, "O Allah'ın kulu ve resulüdür diyorsun" demişler. (Bunun üzerine) : "Allah'a kul olmak bir âr değildir" buyurmuş ve bu âyet bunun üzerine inmiştir, diye rivâyet edilmiştir.

Gördünüz ya:
 

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81

174-175- Burhan, Muhammed (a.s.)'ın zatı; Nûr-î mübîn, Kur'ân, Sırat-ı müstakîm, din ve İslâm şeriatıdır. Bundan sonraki sûrelerde bu hidayetin tamamlanması açıklanacaktır.

Şimdi sûrenin başındaki "Ey insanlar Rabbinizden sakınınız" hitabı bu Allah'ın delili ile gelişe gelişe böyle bir açık nura ulaştığı ve doğru yolu aydınlattığı, bu noktada ölüm ile ilgili olan ve sûrenin başındaki mallarla ve mirasla ilgili hükümleri tamamlayan bir âyet ile sonu başa döndürmek üzere buyuruluyor ki:

Ey Muhammed! Bu doğru yola gitmek arzusunda bulunanlar:

176- "Kelâle"nin mânâsı sûrenin baş tarafında (Nisâ, 4/12) âyetinde geçmişti. (Oraya bakınız). Bir rivayete göre birincisi kışın, bu ikinci âyet de yazın inmiş ve bunun için buna "yaz âyeti" denilmiştir. O yaz (Al-i İmran, 3/97) âyeti inmiş, Resullullah Mekke'ye gitmek için hazırlık yapıyordu. Bu sırada, yani veda haccına gidilirken Medine'den çıkılmadan ve bazılarının görüşüne göre yolda bir âyet inmiştir. Berâ b. Azib (r.a.) bunun en son nazil olan âyet, Berâe sûresinin en son nazil olan sûre olduğunu ve sahabeden birçoğu da son nazil olan âyetlerden olduğunu söylemişlerdir. Nüzul sebebi hakkında da Câbir b. Abdillâh (r.a.)'den rivayet edilmiştir ki:" Resulullah (s.a.v.) ziyaretime gelmiş idi, hastaydım 'Ey Allah'ın Resulü ben kelâle (babası ve çocuğu olmayan)yim, malımı ne yapayım?' Diğer bir rivayette: Miras kimindir? Bana ancak kelâle varis olacak' dedim. Bu âyet bu sebeple nazil oldu. "Hz. Ebu Bekir (r.a.) bir hutbesinde demiştir ki: "Allah Teâlâ'nın Nisâ sûresinde ferâiz (miras hukuku ) hakkında indirmiş olduğu âyetlerden birincisi çocuk ve baba hakkındadır. İkincisi koca, karısı ve ana bir kardeşler hakkındadır. Üçüncüsü ana, baba bir veya baba bir kardeşler hakkındadır." Şu halde Erkek veya kız bir çocuğu bulunmayan bir adam ölür ve "ana-baba bir", yahut "baba bir " bir kız kardeşi bulunursa, terikesini (bıraktığı malı)n yarısı kız kardeşinin farz hakkıdır. Diğer yarı, asabe (baba tarafından akraba)si varsa onun, yoksa redden yine kız kardeşinindir. Oğlu bulunursa kız kardeş düşer, kızı bulunursa kız kardeşin belki bir farzı olmaz. "Kız kardeşleri, kızlarla birlikte asabe yapınız" hadis-i şerifi gereğince asabe olur.

Aşağı doğru inen neseb (çocuklar, torunlar...) in dışında kalanları ifade eden kelâle anlayışında "çocuk ve baba olmamak " ölçü olduğundan dolayı "çocuğu olmayan", babası olmadığı gibi, çocuğu da olmayan demek olur. Yani baba bulunursa bütün kardeşler düşer, miras alamazlar. Hz. Ömer bu noktada biraz tereddüt etmiş ise de sünnet bu şekil üzere kararlaşmış ve böyle olduğunda ittifak hasıl olmuştur. Fakat ana "Eğer kardeşleri varsa, anasının payı altıda birdir" (Nisa, 4/11) âyetinin delaletinden anlaşıldığı üzere kardeşleri düşürmez. Bu mesele Feraiz ilminde şöyle ifade olunmuştur: "Ana-baba bir kız ve erkek kardeşler ile baba bir erkek ve kız kardeşlerin hepsi, oğul ve aşağıya doğru ne kadar inerse insin oğulun oğlu ile, ittifakla baba ile, sadece Ebu Hanife'ye göre dede ile düşer".

Erkek kardeş ölürse böyle olduğu gibi tersine o kalır, kız kardeşi ölür, çocuğu (aynı şekilde babası ) bulunmazsa, o erkek kardeş de ona varis olur, yani bütün bıraktığı mirası alır. Fakat oğlu veya babası bulunursa düşer. Kızı bulunursa tamamını alamaz kalanı alır. Eğer aynı şartlar altında kalan kız kardeşler iki veya daha fazla iseler farz hakları terekeden iki üçte bir, yani üçte ikidir. Geri kalan asabe (baba tarafından akraba) varsa ona verilir. Yoksa farz olarak değil, red olarak onların olur. Ve eğer kalanlar yine aynı şartlar altında, erkekli dişili karışık kardeşler ise, yani hem erkek kardeş ve hem kız kardeş varsa, o zaman erkeğe iki dişi payı kadar taksim olunur. Şaşırırsınız diye Allah size hükümlerini açıklıyor. Bu ve benzerlerini Basralılar, "şaşmanızı çirkin görerek" diye, Kûfeliler de "şaşmamanız için" diye takdir ederek tefsir etmişlerdir ki, birinciye göre mânâ :"Allah şaşırmanızı istemediği için size beyan ediyor" demek olur. Bizim dil lehçemize göre: "şaşırırsınız diye Allah size açıklıyor" demek de aynı mânâyı ifade eder. Fakat bu da "açıklama yapmazsa şaşırırsınız" demek olduğundan daha uzun bir takdiri içerir. Halbuki bir nefy harfinin takdiri böyle bir şart cümlesinin takdirinden elbette daha iyidir. "Senden fetva istiyorlar" ifadesindeki fetva istekleriyle bu beyan kısmı, gelecek olan Maide sûresinin beyanlarına da bir hazırlıktır. Allah her şeyi bilendir. Sizin hayat ve ölümünüzle ilgili durumlarınızı da pek iyi bildiğinden iyilik ve faydalarınızı içeren hükümlerini size açıklamıştır. Şu halde siz de bunları biliniz, ilim ve nur ile doğru yolda yürüyünüz ki, ilâhî sofraya konasınız.
 

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81

Kontrol edildi
harikaa
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt