- Katılım
- 26 Temmuz 2011
- Mesajlar
- 19,432
- Tepkime puanı
- 185


Zordur anlatmak, İslam’ı çağında yansır kılanları yani, faniliğini bu ebedilik yolunda yenenleri...
Yani bir ruh savaşının serverliğini, bir peygamberlik davası olan diriliş erliğini yüreklice hiçbir ücret istemeden üstlenenleri.
Zordur anlatmak, hayatın hayat olması için ölümün şuuruna vararak yaşamayı hatırlatanları...
Ölümlü yalandan ölümsüz gerçeği soyup çıkaranları.
Zordur anlatmak, bu ümmetin her dem yeniden doğacağına inananları mü’minleri sel gibi artanları...
Zordur anlatmak, sadece iyi olmakla kalmayıp iyinin fethi için savaşanları.
Ah efendim!
Kalbimdeki sizi yani kalbimi nasıl anlatabilirim ki …
Bir gül nasıl anlatılır ki…
“Siz” deyince, önce şöyle bir cümle kopup geçiyor içimden:
Siz, Efendim görür gibi uyuyan, konuşur gibi susan, güler gibi ağlayan, gün boyu hizmet ve himmet ile aydınlanan billurdan ince meçhul Meryemler hediye ettiniz bize! Efendisinin kutlu hürmetinden nurlar devşiren, ölümü ikiye bölen nehirlerin, aşka kine ve zafere aktığı beldelerden nice erler yetiştirdiniz sessizce..
İşleri, güneşin doğuşunu yayınlamak ve saman yoluna bakarak iyi çocukluğunu uzatmak olan biz, ailelerimizin islamsız vehimleri içinde erimemeyi öğrendik sayenizde.
Sonra birileri, daha çok medenileşmek adına bir bir alıyorlardı yüce değerlerimizi elimizden...
İnanca düşman mürebbiler elindeki kıvranırken masum yüreğimiz…
İşte tam da bu sıralarda hüznü ve aşkı çekmeyi öğrendik ciğerlerimize yeniden. Her şeye rağmen iyiliğe açık pencerelerimizden, sizinle birlikte..
Ve siz, Efendim! Tanımlarımızı yenilediniz yeniden,. Geçmiş vakti kazarak yer altından putlar çıkartırken ha bire, yükseklerde çok yükseklerde bir yerden “Dön Rabbine!” diyen sesiniz çalındı kulaklara en munis ve mütevekkilinden.
Siz, Efendim, bereketli nefesinizle selametli rüzgarlar getirdiniz zalim nefis yangınlarımıza en yücesinden. Zülküfül Dağı’nın bahçelerinde açan en sevgili bir peygamber çiçeğiydiniz, ne iyiydiniz siz, Efendim…
Kalbleri hep Yasin okusa da, kulaklarında ilk ayetlerin depremi çınlasa da anneler babalar susmuştu, çünkü hepsi şuursuzdu.
Oysa siz Efendim,
Dualarınız, şiire bereketli gök sofraları armağan eden, en temizinden.
Siz gül yetiştirmek için yaratılan en zarif bir bahçıvan! Siz de bir Hızır değil misiniz, görklü bakışlara gece hazırlayan.
Ah Efendim,
Ne çok anlamayan var, ne çok ağlamayan, yanmayan.
Kanun bu: Taşların kalp atışlarını duyanlar, yalnız onlardır, sesinizi tanıyan!
Âh Efendim! Konuştunuz güneşi hatırlıyordunuz, gariptiniz yepyeni bir sesiniz vardı
Bu ses öyle bizim öyle yabancı bu ses saçlarımızı ıslatan sessiz bir kardı
Aydınlığa eklendik sizinle, kalbimize muştu gibi gelen sesinizle..
“zatınıza hoşça bakmıştınız”, kendi gibi olmanın hazzını, kendine yetmenin övüncünü, kendinden razı olmanın huzurunu yaşamayı öğrettiniz bize..
Âh Efendim! Bir güle nasıl benzenir ki..
Bir gül nasıl anlatılır ki
Ne kadar zor anlatmak, evrenin her dem yeni nizamcılarını. Eşyaya sade dışından bakan gönülleri kilitleyen aşk mühürdarlarını. Şiiri insanı coşturan, heyecanlandıran, titretenleri. Ve kelimeleri kalpleri fethedenleri…
Öylesine kaybetmiştik ki masalımızı gerçekçilik dehlizlerinde, bir türlü inanamadık evliya menkıbelerine.. Yabancılar çaldı menkıbelerimizi. Hiç vakit kalmasın diye iyiliğe, iyice tamamladılar bizi.
Siz, Efendim, yokluğunda bulunan, arındıran, ruhu gerçeğine vardıran güzel kaderimiz, siz hulku hasen, vechi hasen ismi hasen Efendimizsiniz…
Efendim!
Ah Efendim!
Bir güle nasıl benzenir ki
Bilmem ki…
M.Salih EREN