Allah'a davet ve hizmet HİDAYET ÇAĞI -1-

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,107
Tepkime puanı
81
HİDAYET ÇAĞI -1 01-EFENDİMİZ HAZRETLERİ- ALLAH'A DAVET VE HİZMET

HİDAYET ÇAĞI

Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir kere daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Herşey çok mu güzel yoksa bize mi öyle geliyor? Bugünkü konumuz: Hidayet çağı.

Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V) ve O’nun sahâbesi asr-ı saadeti yaşadılar. Ondan 1400 sene sonra bugün bizler asr-ı hidayeti yaşıyoruz. Hidayet çağı, asr-ı saadettir.
Allahû Tealâ neden bu çağa asr-ı hidayet diyor? Hidayet çağı diyor? Çünkü hidayet bütün boyutlarıyla unutulmuş olan bir kavramdır. Allahû Tealâ bize Kur’ân’ı ve Kur’ân’daki hidayeti öğretti. Hidayet kavramının nasıl paralize edildiği, nasıl yok edildiği orada açık bir şekilde görülüyor.
Allahû Tealâ hidayet müessesini ortaya koymuştur. İnsanların mutluluğa ulaşması için hidayet asıldır. 1. hidayet, insanoğlunun Allah’a ruhunu ulaştırdığı noktada oluşur. Allahû Tealâ hidayet konusunda buyuruyor ki:

3/AL-İ İMRAN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve sizin dîninize tâbî olandan başka kimseye inanmayın. (Habibim) de ki: “Hiç şüphesiz HİDAYET, Allah’ın (Kendisine) ulaştırmasıdır. (İnsan ruhunun ölümden evvel Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin başka birine verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katında (sizlerle) tartışacakları için mi (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Hiç şüphesiz fazl, Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’un Alîm’dir. (Allah herşeyi kuşatan ve herşeyi bilendir.)

“inne: Muhakkak ki
el hudâ: Hidayet
hudallâh: Allah’a ulaşmaktır.”

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.

“inne: Muhakkak ki
hudâllâhi: Allah’a ulaşmak
huve: İşte o
el hudâ: Hidayettir.”

Allahû Tealâ hidayet kavramını Kur’ân-ı Kerim’indeki 2 âyet-i kerimesinde böyle açık bir şekilde veriyor. Peki, bizim sevgili âlimlerimiz, şu İslâm’ı Kur’ân öğretiminin dışına çıkartarak insanların öğrettiği bir ilim haline getirenler, başka bir ifadeyle İslâm’ı mahvedenler hidayet için ne diyorlar? “Hidayet, doğru yoldur.” diyorlar.
Soruyoruz: “Hidayet nedir? Açın bakalım kitaplarınızı, bize hidayetin muhtevasını söyleyin.” El cevap: Hidayet doğru yoldur. Peki, tekrar soruyoruz: “Sıratı Mustakîm nedir?” Şimdi burada cevap versinler mi vermesinler mi diye tereddüt ediyorlar. Neden tereddüt ediyorlar? Çünkü Sıratı Mustakîm için de aynı ifadeyi kullanıyorlar. Sıratı Mustakîm doğru yoldur. Bazısı “Dosdoğru yoldur.” diyor bazısı da “Doğru yoldur.” diyor ama söyledikleri bu. “Hidayet doğru yoldur. Sıratı Mustakîm doğru yoldur.” “Peki, hay Allah razı olsun ama bir sualimiz daha var.” diyoruz. “Her yol bir yere ulaştırır, peki bu yol nereye ulaştırır?” Cevap yok. Oysaki Allahû Tealâ diyor ki:

15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).
Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”

“sırâtun aleyye mustekîm: Bana istikametlenmiş yol.”

Allahû Tealâ gene Sıratı Mustakîm için buyuruyor ki:

4/NİSA-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Allah’a âmenû olanları ve O’na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm’e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.

“Kim Allah’a ulaşmayı ve O’na sarılmayı dilerse, Allah’a ulaşmayı ve orada kalmayı dilerse, Allah onları rahmetin ve fazlın içine koyar ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm’e (Allah’a ulaştıran yola) ulaştırır.”
Sarılmak ne demek? Sarılınca bir insan bir yere ulaşır, bir sevdiği kişiye ulaşır. Annesine, babasına, kardeşine, eşine; uzaktan gelmiştir, hasrettir, sarılır. Sarıldıkları zaman iki vücut beraber olmuştur. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı ve “O’na sarılmayı dilerse” dediği zaman “Allah’a ulaşmayı ve orada kalmayı dilerse” mânâsında kullanıyor.
O zaman Sıratı Mustakîm nedir? Allah’a ulaştıran yoldur. Allah’a ulaştıran yolun adı Sıratı Mustakîm’dir.
Sıratı Mustakîm için insanların söyledikleri “doğru yol” ifadesi bir kaçışın sonucudur. İnsanlar, insana hayat verenin Ruh’ûl Kudüs olduğunu zannediyorlar. Birçok dîn âlimi ruhun insana hayat verdiğini iddia etmektedirler. Oysaki Allahû Tealâ diyor ki:

15/HİCR-23: Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnul vârisûn(vârisûne).
Ve muhakkak ki; Biz, sadece Biz hayat veririz. Ve Biz öldürürüz. Ve varis olanlar da Biziz.

“Hayatı veren de Allah’tır. Alan da Allah’tır. Biz hayat veririz ve hayatı biz geri alırız.”

Bu açıdan olaya baktığımız zaman Sıratı Mustakîm’in insanların ruhlarını Allah’a ulaştıran yol olduğunu görürüz.
İblis İslâm’ın o müstesna gelişmesini bir türlü kabul edememiştir, kendisine yakıştıramamıştır ve bir altın çağdan sonra İslâm âlemini köreltmek için bir sürü sebep uydurmuştur. İslâm âlemi dünyaya ışık tutan bir âlem iken adım adım sönen bir balon gibi olmuştur. Bugün İslâm bütün boyutlarıyla paralize edilmiş olan bir dîndir. Bütün dînlerin aslı da öyle olmuştur. İslâm için de aynı şey söz konusu olmuştur. İnsanlar aslî hedefinden uzaklaştırmayı başarmışlardır.
Allahû Tealâ açık açık söylüyor: “Hidayet, insan ruhunun o insan hayatta iken Allah’a ulaşmasıdır.” Bu kadar mı? Hayır, bu 1. defa hidayete ermektir.
Kim fizik vücudunu teslim ederse 2. defa hidayete erer.
Kim nefsini Allah’a teslim ederse 3. defa hidayete erer.
Kim iradesini Allah’a teslim ederse 4. defa hidayete erer ve bu son hidayettir.
Allahû Tealâ bu çağı anlatıyor. Bu çağın özelliklerine bakıyoruz:

9/TEVBE-32: Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrehu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
(Onlar) ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.

“Allahû Tealâ’nın nurunu tamamlaması olayını kâfirler kerih görüyorlar.”
Allahû Tealâ bugünü anlatıyor:

9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Müşrikler kerih görseler bile; resûlünü, dîn üzerine, dînin bütününü (bütün özelliklerini) izhar etmesi (ortaya çıkarması) için hidayetle, hak dîn ile gönderen, O’dur.

“Huvellezî: Odur ki
ersele: Gönderir
resûlehu: O’nun resûlunü
huvellezî ersele resûlehu: O’dur ki resûlünü gönderir.
bil hudâ: Hidayet ile
ve dînil hakkı: Ve hak dîn ile
li yuzhirehu: İzhar etmek için, açıklamak için, ortaya çıkarmak için
aled dîni kullihî: Bütün O’nun dînleri üzerine
ve lev kerihel muşrikûn: Müşrikler Allah’a şirk koşanlar kerih görse bile.”

“Bütün dînler üzerine hak dîni izhar etmek için.” Allahû Tealâ ne demek istiyor? Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de buyuruyor ki:

19/MERYEM-58: Ulâikellezîne en’amallâhu aleyhim minen nebiyyîne min zurriyyeti âdeme ve mimmen hamelnâ mea nûhin ve min zurriyyeti ibrâhîme ve isrâîle ve mimmen hedeynâ vectebeynâ, izâ tutlâ aleyhim âyâtur rahmâni harrû succeden ve bukiyyâ(bukiyyen). (SECDE ÂYETİ)
İşte onlar, Allah’ın kendilerine ni’met verdiği nebîlerdendir. Âdem (A.S)’ın zürriyyetinden (neslinden) ve Nuh (A.S)’la beraber taşıdıklarımızdan ve İbrâhîm ve İsmail (A.S)’ın zürriyyetinden ve Bizim hidayete erdirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendir. Onlara, Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak ve secde ederek yere kapanırlardı.

“Habibim, Biz sana bu âyetleri indirdiğimiz zaman o kitap sahiplerinden küçük bir kısmı sevinçlerinden gözyaşı dökerler.”
Âyet-i kerime, hristiyanların içinde de yahudilerin içinde de küçük grupların göz yaşı döktüğünü söylüyor. Acaba bu ne tür bir gözyaşı dökmektir? Hristiyanların içindeki küçük grup, Hz. İsa zamanından beri süregelen bir hayatı yaşamaktadır. Yani namaz kılıyorlar, zikir yapıyorlar ve Allah’a ulaşmayı diliyorlar. Ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ediyorlar. Onlar Peygamber Efendimiz (S.A.V) âyetleri açıkladıkça, açıklanan âyetlerin kendi yaşadıkları hayatı aksettirdiğini görüyorlar ve etraflarındaki hristiyanlara bakıyorlar ki onlar dînlerini tamamen yaşamaktan vazgeçmiş durumdalar.
Allah’ın ortaya koyduğu 7 safha 4 teslim, bilindiği gibi 3 Kutsal Kitap’ta da yer almıştır. Yani eğer Tevrat’tan bahsediyorsak, Tevrat’ta 7 safha 4 teslim farz kılınmıştır. Yetmez, Hz. Musa ve O’na tâbî olanların hepsinin 7 safhanın 7’sini de yaşadığı Tevrat’ta yer almıştır. Âyetler bir bir elimizde. Onları birkaç ders evvel açıklamıştık. İncil’e bakıyoruz; İncil’de de 7 safhanın 7’si de farz kılınmıştır ve Hz. İsa ve havarileri de 7 safhanın 7’sini de yaşamışlardır.
Kur’ân-ı Kerim’e bakıyoruz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve O’na tâbî olan bütün sahâbe 7 safhanın 7’sini de hepsi yaşamışlardır. Bütün sahâbe yaşamıştır. Kur’ân’da 7 safhanın 7’si de farzdır. Allahû Tealâ diyor ki:

22/HAC-78: Ve câhidû fillâhi hakka cihâdih(cihâdihî), huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fid dîni min harac(haracin), millete ebîkum ibrâhîm(ibrâhîme), huve semmakumul muslimîne min kablu ve fî hâzâ li yekûner resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alen nâs(nâsi), fe ekîmûs salâte ve âtuz zekâte va’tesımû billâh(billâhi), huve mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr(nasîru).
Ve Allah'da hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti. Dînde sizin için bir zorluk kılmadı ki; o, babanız İbrâhîm (A.S)’ın dînidir. O, sizi daha önce de “müslümanlar” (Allah’a teslim olanlar) olarak isimlendirdi. Bunda da (Kur’ân-ı Kerim’de de), resûl size şahit olsun ve siz de insanlara şahitler olasınız diye. Öyleyse namazı ikame edin (kılın), zekâtı verin, Allah’a sarılın (Allah’ın Zat’ında yok olun). O, sizin Mevlâ’nız. (O), ne güzel Mevlâ (dost) ve ne güzel yardımcı.

“Bu dîn Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir.”
Hanif dînine bakıyoruz. 7 safha 4 teslim, dînin esasını teşkil ediyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında yaşanan 7 safha 4 teslim, Allahû Tealâ bize bu ilmi öğrettiği zaman yaşanmıyordu. Şimdi de dîn adamlarımız arasında yaşanmıyor. Sadece bizler yaşıyoruz. Bunu sadece tasavvuf erbabı yaşıyor ama büyük kitle, öğrenimlerini imam hatip liselerinde ve İlâhiyat fakültelerinde tamamlayanlar, dîn kültürünün sahipleri, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 90.000’e yaklaşan kadrosunun çok büyük bir kısmı dînlerini yaşamıyorlar. 7 safha 4 teslimi, bir başka ifadeyle hidayeti bilmiyorlar ve bunun üzerlerine farz olduğunu da bilmiyorlar. Biz bunu onlara söylediğimiz zaman inceleyip de doğru olduğunu görünce, sadece susuyorlar.
Bu kadar güçlü olabilir mi? İblis bütün bu insanları susturacak kadar güçlü olabilir mi? Onlara hak vermemek de mümkün değil. Çünkü öğrendikleri ilimle Allah’ın bize Kur’ân âyetleriyle öğrettiği ilmi karşılaştırdıkları zaman doğruyu gördüklerinde; onca senelik ilimlerinin, ne kendilerini ne o öğrendikleri ilmi öğretecekleri insanları cennette asla ulaştıramayacağını kesinlikle tespit ediyorlar. Yanlışlık orada başlıyor. O noktadan sonra mutlaka yapmaları gereken şey bizimle beraber olmaktır. Yapılması gereken şey bütün insanları, en azından bizim ülkemizdeki 70 milyondan fazla insanı, Allah’ın doğrularına davet etmek olmasına rağmen bunu görmezlikten geliyorlar. Allah’ın doğrularını görmezlikten geliyorlar.
Bu, ilim açısından utanç duymalarından kaynaklanan bir şey. “Nasıl olmuş da biz bunca profesörden ders aldık. Biz de profesör olduk ama nasıl oldu da biz bu ilmi öğrenmedik?” Bu sual onların kafalarında. Oysaki biz bu tarz bir düşüncenin çok yanlış olduğunu düşünüyoruz. Biz onları “Neden öğrenmediniz?” diye suçlamıyoruz. Büyük Türkiye’nin büyük halkı, hayır, böyle bir suçlamanın içinde asla değiliz. Hiç kimse kendisine öğretilmeyen bir ilmi bilemez ve şu anda onlar devletten maaş alıyorlarsa, öğrendikleri ilmi öğretmek üzere alıyorlar. Bu da doğrudur.

Öğrendikleri ilim sebebiyle bizim onları hiçbir şekilde suçlamamız doğru değildir ama konunun başka bir tarafı var. Hakikati öğrendikleri zaman ellerindeki ilimle karşılaştırdıklarında kendilerinin ve dîn öğrettikleri bütün insanların cehenneme gideceklerini kesin olarak gördükleri zaman, orada durmaları lâzım. Doğruları açık yüreklilikle, cesaretle etrafındakilere söylemeleri lâzım. Zannediyorlar ki böyle bir durumda onların dîn konusundaki hâkimiyetleri sona erecek. Bu da çok yanlış bir düşüncedir. Biz onlardan yanayız, onlara üstünlük falan taslamıyoruz. Hiç böyle bir niyetimiz yok. Biz Allahû Tealâ tarafından doğruların söylenmesiyle görevlendirildik. İnsanları kurtaracak olanlar yine onlardır, dîn adamlarıdır. Zaten insanlara ulaşmamız istikametindeki imkânlar herkes tarafından yok edilmeye çalışılıyor ama dîn adamları böyle yapmaya devam ederlerse o zaman 70 milyondan fazla insanın cehenneme sürüklenmesinden sorumlu olurlar.
Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bugüne kadar insanların unuttuğu Kur’ân’daki İslâm’ı, 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından sahâbeye öğretilen Kur’ân’daki İslâm’ı, Allahû Tealâ bize öğreti. Biz de sizlere anlatıyoruz. Biz dîn tahsili yapmadık. Allahû Tealâ bizi bu konuya memur ettiği zaman, buna vazifeli kıldığı zaman biz dîn konusunda hiçbir bilginin sahibi değildik.
Bugüne kadar sizlere açıkladığımız herşey sadece Allah’ın bize öğrettikleridir. Sizlere 14 asır evvel Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V)’in ve sahâbenin de yaşadığı İslâm’ı öğretmekle vazifeli kılındık. Arkasında hangi sebep yatıyor? İslâm, Kur’ân’daki İslâm tamamen unutulmuştur. O İslâm, 7 safha ve 4 teslimden oluşuyordu. 7 safha:

Allah’a ulaşmayı dilemek 3. basamak
Mürşide ulaşıp tâbiiyeti gerçekleştirmek 14 basamak
Ruhun Allah’a ulaşması ve teslimi 21 ve 22. basamak 1. teslim
Fizik vücudun Allah’a teslimi 25 basamak 2. teslim
Nefsin teslimi 26. basamak 3. teslim
İrşad olmak muhlis olmak 27. basamak
İradenin teslimi 28. basamak 4. teslim

İşte İslâm bundan ibarettir. 14 asır evvel Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V) ve bütün sahâbe bu 7 safha ve 4 teslimden oluşan 28 basamaklık süreci bütünüyle yaşamışlardır. 28 basamaklık sürecin her safhası Kur’ân-ı Kerim’de ayrı bir âyetle ifade edilmiştir.
14 asır sonra bugün artık 7 safha 4 teslimin bütünüyle unutulduğu, İslâm’ın insanları cennet ve dünya saadetine ulaştıracak olan hükümlerinin bütününün devre dışı kaldığı ve İslâm’ın 5 şarta indirgendiği ve hiç kimseyi kurtaramayacak olan 5 şartın hüküm sürdüğü bir devirde yaşıyoruz. İslâm âlemi kurtuluşa ulaşabilecek standartların hepsini yitirmiş durumdadır. Hepsi iblisin oyunlarıyla dîn âlimlerine unutturulmuştur. Allahû Tealâ’ya çok hamd ve şükrediyoruz ki; Kur’ân-ı Kerim’de hepsinin farziyeti, 7 safha ve 4 teslimin Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından ve O’nunla beraber bütün sahâbe tarafından yaşandığı kesin olarak ortaya çıkıyor. Hal buysa 7 safha 4 teslim, 28 basamak Kur’ân’da bütünüyle anlatılmıştır. Bundan 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve bütün sahâbesi bu 28 basamağı, 7 safha ve 4 teslimin hepsini yaşamışlar ve bugün bunların hepsi unutulmuştur. Dîn adına öğretim ve öğrenim yapan herkes de dahil olmak üzere bu söylediklerimi bilenler o kadar küçük bir azınlık ki… Sadece bizim halkımız değil bütün İslâm âlemi cehenneme doğru gidiyor.

Ötekiler daha evvel yoldan çıkmışlar zaten. Yahudiler, hristiyanlar Tevrat’ta da İncil’de de 7 safhanın 7’si de farz iken, hem Hz. Musa zamanında hem Hz. İsa zamanında onlar ve onlara bağlı olanlar tarafından gerçekleştirilmişken, bugün bütün dünya, şeytanın esiri olmuş durumda cehenneme doğru gidiyor. Allah’ın bütün güzellikleri unutulmuş durumdadır. İnsanlar Allah için yapmaları gerekeni bilmedikleri için cehennemden kurtulmak istemelerine rağmen, cennete girmek istemelerine rağmen Kur’ân’ı bilmedikleri için cehenneme gitmek zorunda kalıyorlar.
Şeytanın korkunç bir tuzağı ile karşı karşıyayız ve eğer Allahû Tealâ bize doğruları öğretmeseydi, bugün bu kapı hiç açılmayacaktı. İnsanlar bir bütün halinde cehenneme yürüyeceklerdi. Ama hamd olsun ki biz bunu öğrendik. Allahû Tealâ bize dînimizi öğretti ve bizi görevlendirdi. Kâinatın tek dînini herkese öğretmek için Allahû Tealâ bizi görevlendirdi. Bugüne kadar söylediklerimiz üzerine hep bir şeyler söylendi ama şurası kesin bir gerçek ki; kim söylediklerimizi tahkik ettiyse, tahkik edenlerin hepsi ne kadar karşımızda olurlarsa olsunlar ne kadar bize kızarlarsa kızsınlar, söylediklerimizin doğruluğunu kabul etmek zorunda kaldılar. İlim gururları, kibirleri, onları öğrendikleri hakikatleri kurtulması gereken halk kitlelerine ulaştırmaktan men etti.
Faciayı görebiliyor musunuz? Dünyayı bir tarafa bırakalım, sadece bizim ülkemizde 70 milyondan fazla insan cehenneme doğru yürüyor. Bütün bu hakikatleri bilmemize rağmen ve Allahû Tealâ bunları bize öğretmesine rağmen, bütün söylediklerimiz Kur’ân gerçekleri olmasına rağmen, yetmez, bütün bunlar Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve bütün sahâbe tarafından yaşanmasına rağmen, insanlara Kur’ân hakikatlerini Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in yaşadığı İslâm’ı anlatmamıza rağmen, Kur’ân’daki İslâm’ı anlatmamıza rağmen görüyorsunuz, insanları gene de kurtaramıyoruz. İnsanlar cehenneme doğru bir yolculuk yapıyorlar. Sebebi gerçekten korkunç. Buna sebebiyet verenler dîn öğreticileridir.

Hidayet çağındayız. Biz Kur’ân’daki hidayeti sizlere anlatana kadar, özellikle hidayeti bilmeden Kur’ân mealleri yazan, Türkiye’de bulunan toplam 22 mealin 22’sini de aldık. Bu 22 Kur’ân mealinde hidayete müteallik olan âyetleri Allahû Tealâ bize hidayeti öğrettikten sonra teker teker gözden geçirdik ve gözlerimiz fal taşı kadar açıldı. Korkunç bir gerçekle karşı karşıya kaldık. Kur’ân meali veren dîn öğreticileri, hidayetin insan ruhunun hayattayken Allah’a ulaşması olduğunu, daha doğru bir ifadeyle ruhun hayattayken Allah’a geri gitmesi yani ulaşması olduğunu bilmiyorlardı. Bunun üzerine aldığımız emirle 22 Kur’ân mealindeki hidayet âyetlerinin hepsini gözler önüne serdik. Tablo korkunçtu. Tablo ümit kırıcıydı. Tablo 70 milyondan fazla insanı cehenneme sürükleyen korkunç bir kâbustu.

Şunu söyleyelim ki; bizim hayatımızın gözümüzde küçük bir değeri dahi yok. Bu can Allah’a aittir. Biz onu hemen teslim etmeye hazırız. 1933 doğumluyuz. Eğer yaşıyorsak, bu ideal için yaşıyoruz. Allahû Tealâ bize bu görevi verdiği için yaşıyoruz. Omuzlarımıza 70 milyondan fazla insanın vebali yüklenmesin diye yaşıyoruz.

İnsanlar, dîn öğreticileri sustular. Aysız bir gece gibi dünyayı karanlık örttü. İşte bu kapkaranlık ümitsiz ortamda bir güneş doğdu. O güneş M İ H R güneşidir. M İ H R demek Farsça’da zaten güneş demektir.

Hiçbiriniz bu kadar büyük bir yükü kaldıramazsınız. Allahû Tealâ yükü verirken muhakkak ki onu kaldırma gücünü de, ona tahammül etme gücünü de birlikte verir. Allah’ın bize verdiği uzun bir ömürdür. Bu ömür boyunca hep insanımızı ve dünya insanını kurtarmak için var olacağız. Şeytanın dostları, insanlar doğruları öğrenmesin diye ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar ama güneş balçıkla sıvanmaz. M İ H R güneşi doğmuştur. Bütün dünyaya hidayeti mutlaka öğretecektir. O günler geldiğinde, dünya insanının çok büyük bir kısmı kurtulacaktır. O günler artık uzakta değil. Bu dünya üzerinde beklenmedik şeyler olacak ve insanlar hakkımızdaki hakikatleri öğrendikleri zaman, hakkımızdaki bunca iftiranın sahipleri acaba insanların yüzlerine bakabilecekler mi?
Biz onları Allah’a şikâyet etmedik. Bu görev bize, insanların acı çekmesi, insanların cezalandırılması için verilmedi. Bu görev insanları hidayete erdirme görevidir. Şu anda dünya üzerinde hidayeti bilenler bizim öğrettiğimiz kardeşlerimizdir. Şu ihtiyar dünya sırf bu kavramı bilmedikleri için cehennemden kurtulamayacak olan insanlarla dolu. Hidayetin sadece İslâm âlemine değil hristiyanlara da musevilere de öğretileceği günlere ulaştık. Güneş balçıkla sıvanmaz. Hakikatler herkes tarafından mutlaka öğrenilecektir.

Huzur içinde biz görevimizi yapmaya devam edeceğiz. Bakalım beraberce tabloyu izleyelim. Acaba ne gün, hangi tarihte dîn adamlarımız bu o uyuyakaldıkları uykudan uyanacaklar. Dîni öğretinin insanları kurtuluşa ulaştıracak bütün bölümleri devreden çıkarılmıştır. Bu noktada sizlere bunları söylüyoruz. Kur’ân’daki onun dışındaki diğer bilgiler dîn adamlarımız tarafından hakkıyla öğrenilmiştir. Çok iyi fıkıh âlimlerine sahibiz. Fıkıh, bizim Allahû Tealâ tarafından hiç öğretilmediğimiz bir konu. Biz o ilmin adamı değiliz. Biz Allahû Tealâ tarafından insanları cehennemden kurtarmakla vazifelendirildik. Bunun için buradayız. Hiçbir olay Allah’ın görev verdiği bu kişiyi yolundan döndüremez. Çünkü bizi yolda tutan biz değiliz, Allah’tır. Ne demek istediğimizi gelecek günler ve yıllar gösterecek. Bugünleri hatırlarsınız.
Dîn âlimlerinin %90’ından fazlasının karşımızda olduğu bir devreyi geçiriyoruz. Her gün, inceleyip de bütün söylediklerimizin doğru olduğunu öğrenenlerin sayısı süratle artıyor. Her tarafta bizden ilim öğrenen kardeşlerimiz dîn adamlarına koşuyorlar, “Yanlış öğretiyorsunuz.” diyorlar. Gittikleri, ulaştıkları kişilerin %80’inde, “Doğruları tespit ettiğiniz için doğru söylüyorsunuz.” cevabını alıyorlar. Bunun konumuzla alâkası, bizim insanımızın mutlaka kurtuluşa ulaşacağıdır.

Ufukta yeni bir güneş doğdu. Bu M İ H R’dir. Şu şeytanın kapkaranlık kıldığı dünyayı M İ H R güneşinin aydınlatacağı günlere ulaştık. Allah’a sonsuz hamd ve şükrederek sözlerimizi bitiriyoruz.

Hamd ederiz şükrederiz ki; Allah bizi seçti.
Hamd ederiz şükrederiz ki; Allah Kur’ân hakikatlerini bize öğretti.
Hamd ederiz şükrederiz ki; bu can bu bedende kaldıkça bütün dünya kurtuluşu öğrenecektir.

Allahû Tealâ’nın hepinizi hem dünya hem de cennet saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.

İmam İskender Ali M İ H R
 
Üst Alt