- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 9,107
- Tepkime puanı
- 81
Fitne Çıkaranlar Halkın İmam Ali'ye (a.s) biat etmesi, Kureyş ve gizlice İslâm'a düşmanlık besleyen herkes üzerinde yıldırım etkisi yarattı. Çünkü İmam'ın (a.s) hükümeti, zulmü, saldırganlığı ve sapıklığı ezen; adalet, eşitlik, hak ve erdemi getiren; faiz, ihtikâr ve sömürü esasına dayanan ekonomik çıkarları ortadan kaldıran Resulullah (s.a.a) hükümetinin bir devamıydı. Bu yüzden Osman döneminin valilerini ıslah etmeye kadar varan İmam Ali (a.s) hükümetinin zamanında, başka bir toplumsal katmana mensup bir insanla eşit muamele görmek Kureyş ulularına ağır geldi.
Ömer'in kendilerini şûraya dahil edip hilâfete aday göstermesinden sonra gerek Talha ve gerekse Zübeyir, kendini Emir'ül-Müminin'e (a.s) denk görüyordu. En azından İslâm dünyasının geniş topraklarının bir kısmında egemenliğin kendisine verilmesini bekliyordu. Ayrıca Aişe, önceki halifeler nezdinde yüksek bir makama sahipti. Onlar zamanında istediği gibi konuşabiliyordu. Ama yasama ve pratiğin kaynağı olarak sadece Kur'ân'ı ve sünneti ön gören bir hükümetin zamanında kendisine pek bir alan kalmadığını çok iyi biliyordu.
Muaviye Şam'da mutlak bir hakim gibi davranıyordu. Başına buyruktu ve ayrıca en büyük İslâmî yöneticilik makamında gözü vardı. İslâm ümmetinin tüm yönetimini tek başına ele almayı istiyordu. Osman zamanında işgal ettikleri makamları ve bu makamlar sayesinde elde ettikleri ekonomik kazançları bozulan şu veya bu grubun yanı sıra, bütün bu şahıslar açısından İmam Ali'nin (a.s) aldığı kararlar ve kapsamlı ıslah girişimi tam bir sürprizdi. Bu gruplar ve yukarıda isimlerini zikrettiğimiz bazı şahıslar servetlerinin kaynağını yitirmişlerdi. Çünkü İmam'ın egemenliğin en üst noktasında bulunması, Kureyş'in izlediği sapkın kabileci hayat tarzına yönelik açık bir tehdit niteliğindeydi. Çünkü Kureyş, Ali'nin (a.s) hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan İslâm bayrağını dalgalandırma gücüne ve kararlılığına sahip olduğunu biliyordu. Onun sapık hayat tarzının yüzündeki sahte maskeyi kaldıracağı kuşku götürmeyen bir gerçekti.
Bu noktada, yeni hükümetin istikrarlı bir faaliyet yürütmemesi için toplum içinde karışıklık çıkarma noktasında görüş birliğine vardılar. İslâmî hükümetin sahih çizgisine yönelik bu düşmanca yaklaşım ve bu sapkın akım, İmam Ali (a.s) açısından sürpriz olmadı. Çünkü Resulullah (s.a.a) ona, bazı grupların kendisinin hükümetine karşı çıkacaklarını haber vermişti. Onlarla savaşması yönünde kendisine tavsiyede bulunmuştu ve bu grupları, ahdini bozanlar (nakisîn), adalet çizgisinden sapanlar (kasitîn) ve dinden, okun yaydan çıkması gibi çıkanlar (marikîn) şeklinde isimlendirmişti.[1]
Aişe Yeni Hükümeti Tanımadığını İlân Ediyor
Aişe'nin Osman'a karşı takındığı tavır garip olduğu kadar çelişkiliydi de. Böylesine ikili bir tavır Peygamber hanımına yakışmazdı. Her zaman Osman için, "Şu na'seli[2] öldürün." derdi. İnsanları Osman'a isyan etmeye ve onu öldürmeye teşvik ederdi.[3]
Osman isyancılar tarafından kuşatılınca Medine'den ayrılıp Mekke'ye gitti. Osman'ın işinin kısa sürede bitirileceğini bekliyordu. Bundan sonra da akrabası Talha'nın halife olacağını, iktidarı ele geçireceğini düşünüyordu.
Fakat gelişmelerin İmam Ali'ye (a.s) biat edilmesiyle sonuçlandığını duyunca, şoke oldu. Medine'ye dönüş yolundayken bu haberi aldı ve derhal Mekke'ye geri döndü.[4]
Osman'ın öldürülüşüne üzüldüğünü ve onun mazlum olarak katledildiğini söylemeye başladı. Ona dediler: "Sen, insanları Osman'ı öldürmeye teşvik etmiyor muydun? Bu mazeretin ise hiç de sağlam görünmüyor." Şu karşılığı verdi: "Onlar Osman'ı öldürmeden önce tövbe etmesini istediler, sonra öldürdüler."[5]
(Osman tövbe ettiği hâlde mazlum olarak öldürülmüş oluyor) Sanki Osman öldürülürken oradaymış gibi!
Aişe Mekke'de yaptığı konuşmada İmam Ali'ye (a.s) karşı savaş ilân etti ve kendisine uyanları da onunla savaşmaya teşvik etti.[6]
Aişe, İmam Ali'ye (a.s) karşı savaş cephesini genişletmek istedi. Bu amaçla Hz. Peygamber'in (s.a.a) eşlerini kendisiyle beraber Ali'ye (a.s) karşı isyan etmeye çağırdı. Peygamber'in (s.a.a)eşleri buna yanaşmadılar. Ümmü Seleme bu yanlışlığından dönmesi, ümmetin başına belalar açmaması, kan dökülmesine sebep olmaması için nasihat etti ve şöyle dedi: "Sen düne kadar insanları Osman'a karşı isyana çağırıyordun, onun hakkında en çirkin sözler söylüyordun. Ondan söz ederken 'na'sel (=uzun sakallı)' diyordun. Ayrıca sen Ali b. Ebu Talib'in Resulullah (s.a.a) nezdindeki yerini de biliyorsun. Bunu sana hatırlatmama gerek var mı?" Ümmü Seleme devamla şöyle dedi: "Hatırlıyor musun; bir gün Peygamber'in (s.a.a) yanında bulunduğumuz sırada Ali (a.s) çıkageldi. Resulullah (s.a.a) Ali'yle baş başa kalıp uzun süre gizli konuştular. Konuşmaları uzun sürünce, müdahale etmek istedin, ben de seni engelledim. Ama sen beni dinlemedin, onlara müdahalede bulundun. Sonra ağlaya ağlaya çıktın. Sana dedim ki: 'Ne oldu sana?' Dedin ki: 'Onlar kendi aralarında konuşurlarken ben müdahale ettim ve Ali'ye dedim ki: Ey Ebu Talib'in oğlu! Sekiz gün içinde sadece bir gün Resulullah'ın (s.a.a) yanında kalabiliyorum. Bu bir günde de Resulullah'ın (s.a.a) yanında kalmama izin vermeyecek misin? Resulullah (s.a.a) öfkeden yüzü kıpkırmızı kesilmiş hâlde bana döndü ve şöyle dedi: Geri dön. Allah'a yemin ederim ki, evimin halkından veya diğer insanlardan Ali'ye kızan biri mutlaka imandan çıkar. Ben de pişman ve kızgın olarak geri döndüm?" Aişe: "Evet, hatırlıyorum." dedi. Bunun üzerine Ümmü Seleme şöyle dedi: "O hâlde buna rağmen nasıl isyan ediyorsun?" Aişe şu karşılığı verdi: "Ben insanların arasını düzeltmek için isyan ediyorum. Bu davranışımdan dolayı inşa, Allah'ın bana sevap vereceğini umuyorum." Ümmü Seleme şöyle dedi: "Sen bilirsin." Aişe de ondan ayrılıp gitti.[7]
Bir rivayete göre, Resulullah'ın (s.a.a) hanımları "Zat'ul-Irk" denilen yere kadar Aişe ile beraber yürürler. Öyle anlaşılıyor ki, Peygamber'in (s.a.a) hanımları Aişe'yi Medine'ye geri dönmeye ve fitne çıkarmaktan vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Ama bir çözüm bulamadıkları için İslâm'ın başına gelen belalara ağlamış ve diğer insanlar da onlarla birlikte ağlamışlardı. O güne "Matem Günü" adı verildi.[8]
Muaviye'nin Hilesi, Talha ve Zübeyr'in Biati Bozmaları
Muaviye Şam vilâyeti üzerinde tam bir egemenlik kurmuştu. Halkı istekleri ve amaçları doğrultusunda yönlendirecek mekanizmalara sahipti. Şam halkıyla da bir problemi yoktu. Çünkü Şam bölgesi İslâm'ı benimsediği günden beri, halife tarafından Ebu Süfyan ailesinden birinin başında vali olmasına alışmıştı ve bu aileyi tanıyordu. Muaviye'den önce kardeşi Yezid Şam valisiydi. Ayrıca Şam bölgesi hilâfet başkentinden uzaktı. Bu da valinin yeterli miktarda güç sahibi olmasına, istikrarlı bir egemenlik kurmasına imkân veren bir durumdu. Muaviye Osman'ın öldürülmesini bahane ederek fitne ateşini alevlendirmeye yönelik bir siyasî hareket başlattı. Osman'ın öldürülüşünden siyasî kazanç elde etmeye çalıştı. Bu amaçla Talha ve Zübeyr'e mektup yazarak, siyasî beklentilerine kavuşmaları için, İmam'a (a.s) karşı ciddi bir mücadele içine girmeye davet etti. Böylece İslâm devletinin başkentinde fitne ateşi iyice kızıştı. Muaviye Zübeyr'e yazdığı mektupta şöyle diyordu:
"Ebu Süfyan oğlu Muaviye'den Emir'ül-Müminin Abdullah Zübeyr'e. Sana selâm olsun. Ben sana biat ettim ve Şam halkını sana biat etmeye çağırdım. Onlar da çağrıma uydular ve bulut parçalarının bir araya biriktiği gibi bu işe seferber oldular. Derhal Basra ve Kûfe'ye git. Ebu Talib'in oğlu senden önce oraya gitmesin. Çünkü bu iki şehirden sonra sahip olunacak bir yer yoktur. Senden sonra da Talha b. Abdullah'a biat ettim. Osman'ın kanını isteyin ve insanları da sizi desteklemeye çağırın. Kararlı ve ciddi olun. Allah sizi muzaffer kılsın ve düşmanınızı yüz üstü bıraksın."[9]
Muaviye'nin mektubu Zübeyr'in eline geçince, sevinçten uçacak oldu. Muaviye'nin samimiyetinden kuşku duymuyordu. O ve Talha İmam'a (a.s) yaptıkları biati bozmaya ve isyan etmeye karar verdiler. İmam'a (a.s) yaptıkları biatten dolayı pişmanlıklarını ve üzüntülerini dile getirmeye başladılar. Sürekli olarak şöyle diyorlardı: "İstemeden, kerhen biat ettik." Aişe'nin, insanları İmam'a (a.s) karşı savaşmaya teşvik ettiğini duyar duymaz, onun açtığı cepheye katılmak için bir hile düşünmeye başladılar. Rivayete göre Talha ve Zübeyir İmam'a (a.s) gelerek kendilerini hükümete ortak etmesini istediler. Ama bir sonuç elde edemediler. Bunun üzerine Aişe'nin yanına gidip isyana katılmaya karar verdiler. Ardından bir kez daha İmam'a (a.s) gelerek umre için kendilerine izin vermesini istediler. İmam onlara şöyle dedi: "Evet, Allah'a yemin ederim ki, sizin amacınız umre yapmak değildir. Ama siz işinizi sürdürmenin peşindesiniz."[10]
Bir rivayete göre İmam (a.s) onlara şöyle dedi: "Bilâkis, siz ihanet peşindesiniz."[11]
İmam Ali'ye (a.s) yaptıkları biati bozanlar, Aişe'nin Mekke'deki evinde ittifak sağladılar. Bunlar Osman zamanında birbirlerinden kaçan, birbirleriyle çatışan kimselerdi. Zübeyr, Talha ve Mervan b. Hakem, Osman'ın kanını istemek gerekçesiyle halkı İmam'a (a.s) karşı savaşmaya çağırmak noktasında görüş birliğine vardılar. İsyan ve başkaldırının bayrağı olarak Osman'ın gömleğini seçtiler. Osman'ın kanının dökülmesinden İmam Ali'nin (a.s) sorumlu olduğunu ileri sürdüler. Çünkü Ali (a.s) Osman'ın katillerini barındırıyor ve onlara kısas uygulamıyordu. Önce Basra'ya yürümeyi ve burayı hareket merkezi ve savaş karargâhı hâline getirmeyi kararlaştırdılar. Çünkü Muaviye Şam'a hakimdi. Medine ise hâlen iç karışıklık yaşıyordu.[12]
Aişe'nin Hareketi ve Basra'ya Doğru Yola Çıkması
Aişe fitne çıkarma ve meşru halife İmam Ali'ye (a.s) karşı silahlı bir çatışmaya girme amacına yönelik hareketini sürdürdü. Etrafında İslâm'a ve İmam Ali'ye (a.s) karşı kin besleyen bir sürü insan toplandı. Hepsinin amacı dünya malına konmak ve iktidardan pay almaktı. Ya'la b. Münye Yemen'de vali iken İmam Ali tarafından azledildikten sonra oradan çaldığı savaş malzemelerini, kılıç ve deve gibi teçhizatlarla onları donattı. Abdullah b. Amir de Basra'dan çaldığı büyük miktarda bir malla onlara katıldı.[13] Aişe için "Asker" adlı devesini hazırladılar. Ümeyyeoğulları devenin etrafını sarmışlardı. Aişe topluluğun önünde Basra'ya doğru yol alıyordu. Bu arada önceden Basra'nın bazı ileri gelen isimlerine yazdıkları mektupları yerlerine ulaşmıştı. Bu mektuplarda onları Osman'ın kanını isteme gerekçesiyle İmam Ali'ye (a.s) yaptıkları biati bozmaya çağırıyorlardı.[14]
Bu arada fitnenin önderleri arasında ayak oyunları, hile ve entrikalar da baş göstermeye başlamıştı -İmam Ali'ye (a.s) düşmanlık edenlerin karakteristik özelliğidir hile ve entrikalar peşinde koşmak-. Mekke'den çıktıktan sonra Mervan b. Hakem namaz için ezan okudu. Sonra geldi; Talha ve Zübeyr'in önünde durdu. Amacı bu iki adam arasında bir fitne çıkarmaya zemin hazırlamaktı. Zamanı geldiğinde kullanmak üzere fitne tohumları ekmekti. Dedi ki: "Hanginize Emir'ül-Müminin diye selâm vereyim ve hanginizi namaz kıldırmaya çağırayım?" Bunun üzerine her ikisinin taraftarları kendi aralarında tartışmaya başladılar. Her biri kendi adamının öne geçmesini istiyordu. Aişe askerler arasında tefrika başladığını hissedince, kız kardeşinin oğlu Zübeyr'in namaz kıldırması için haber gönderdi.
Aişe'nin ordusu "Evtas" denilen yere ulaştığında, Said b. As ve Muğiyre b. Şube ile karşılaştı. Said, Aişe'nin Osman'ın kanını isteme amacıyla harekete geçtiğini öğrenince, alaycı bir gülümsemeyle şöyle dedi: "Osman'ın katilleri şu yanındakilerdir, ey müminlerin annesi!"[15]
Bir rivayet göre Said, Aişe, Zübeyir ve Talha'yı kast ederek: "Öç almanız gereken kişileri develerinizin terkisine bindirerek nereye gidiyorsunuz?" demiş.[16] Ordu "Hav'eb" denilen yere varınca, bölgede yaşayan halkın köpekleri havlayarak bunlara saldırdı. Bu durum karşısında Aişe korkuya kapılarak Muhammed b. Talha'ya bu yerin neresi olduğunu sordu: "Burası neresidir?" dedi. Muhammed b. Talha: "Burası Hav'eb'dir, ey müminlerin annesi!" dedi. Aişe paniğe kapıldı ve feryat etmeye başladı: "Buradan geri dönmek zorundayım." dedi. "Niçin?" dedi. Dedi ki: "Resulullah'ın (s.a.a) eşlerine şöyle dediğini duydum: İçinizden birine Hav'eb'ın köpeklerinin havladığını görür gibiyim. Ey Hümeyra! [kırmızı benizli kadıncık] Sakın bu sen olmayasın."[17] Sonra Aişe devesini yatırdı ve şöyle dedi: "Beni geri götürün. Allah'a yemin ederim ki, Hav'eb suyundan geçecek olan benmişim." Bütün ordu bir gün bir gece Aişe'nin yanında develerini yatırdılar. Abdullah b. Zübeyr Aişe'nin yanına gelerek bu suyun Hav'eb suyu olmadığına dair Allah'a yemin etti. Bu arada bedevîlerden bazı yalancı şahitler getirterek bu suyun Hav'eb suyu olmadığına şahitlik ettirdiler.[18] Bu, İslâm döneminde yaşanan ilk yalancı şahitlik olayıydı.
Basra Önlerinde Çatışmalar
Aişe'nin ordusu Basra önlerine ulaşınca, İmam Ali'nin (a.s) Basra valisi Osman b. Huneyf, kendilerine doğru gelen ordunun durumuyla ilgili bilgiler vermeye başladı. Halkı fitneye karşı uyardı, ordunun komutanlarının yanlış ve batıl yolda olduklarını açıkladı. İslâm ve İmam'a (a.s) samimiyetle bağlı bulunan kişiler, biatlerini bozanların Basra'yı ele geçirmelerini önlemeye, hakkı ve kutsal şeriatı savunmaya hazır olduklarını bildirdiler.[19]
İslâm ahlâkıyla bezenmiş, İmam'a (a.s) içtenlikle itaat eden Osman b. Huneyf, Aişe'yi ve beraberindekileri içine düştükleri yanlışlıktan çıkarmak, savaşın önüne geçmek için yoğun çabalar sarf etti. Bu amaçla İmran b. Husayn ve Ebu'l-Esved ed-Duelî'yi tavrının yanlışlığını kanıtlamak üzere Aişe ile tartışmaya gönderdi. Fakat bu iki adamın girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı. Aişe ve beraberinde bulunan Talha ve Zübeyir, fitne çıkarmada ve savaş ilân etmede ısrarcıydılar.[20]
Cariye b. Kudame, fitne ateşini alevlendirmekten vazgeçirmek amacıyla Aişe'ye öğüt vermeye başladı ve dedi ki: "Ey müminlerin annesi! Allah'a yemin ederim ki, Osman'ın öldürülmesi, senin şu mel'un devenin sırtına binerek evinden çıkıp buralara kadar gelmenden daha basit bir olaydır. Allah tarafından sana bahşedilmiş bir örtü, bir koruma ve bir dokunulmazlık vardı. Sen bu örtüyü ve korumayı yırtıp attın, dokunulmazlığını ortadan kaldırdın. Seninle savaşmayı göze alanlar, seni öldürmeyi de göze alırlar demektir. Eğer bizimle savaşmak için gönüllü gelmişsen, evine dön. Yok eğer istemeden bizimle savaşmak için gelmişsen, seni bu istemediğin durumdan kurtarmaları için insanlardan yardım iste."[21]
Çatışma - Ateşkes – İhanet
Aişe'nin gelişi insanların kafasını karıştırdı. Basralılar Aişe'yi destekleyenler, desteklemeyenler, tasdik edenler ve yalanlayanlar olarak çeşitli gruplara bölündüler. Şehre tam bir kaos havası hakimdi. İnsanlar vuruşmaya ve sokaklarda çatışmaya başladılar. Ancak gece olunca birbirlerinden ayrılabiliyorlardı. Osman b. Huneyf kan dökülmesini istemiyordu. Barış olsun istiyordu. İmam Ali'nin (a.s) Basra'ya gelişini bekliyordu. İki taraf arasındaki savaş iyice kızışınca, barış talepleri yükselmeye başladı. Geçici bir ateşkes antlaşması imzaladılar. Bu arada Medine'ye bir elçi gönderme kararını aldılar. Elçi Medinelilere soracaktı. Eğer Talha ve Zübeyir zorla biat etmişseler, Osman b. Huneyf şehri onlara bırakacak, aksi takdirde Talha ve Zübeyir şehri bırakıp gideceklerdi.[22]
İki tarafın elçisi Kab b. Musevver geri döndü. Usame b. Zeyd'in, Talha ve Zübeyr'in zorla biat ettiklerini iddia ettiğini, Medine halkının ise Usame'nin bu iddiasına karşı çıktığını söyledi. Aişe ordusunun önde gelenleri bu iddiayı kullandılar ve rüzgarlı, yağmurlu bir gecede valilik sarayına saldırdılar. Osman b. Huneyf oradaydı. Adamlarının bazısını öldürdüler, bazısını da esir aldılar. Osman b. Huneyfin ise sakallarını, saçlarını ve kaşlarını yoldular. Fakat onu öldürmekten korktular. Çünkü kardeşi Sehl b. Huneyf İmam'ın Medine valisiydi.[23]
İmam'ın (a.s) İsyanı Bastırmak Üzere Harekete Geçmesi [24]
İmam Ali (a.s) iktidara gelince, güvenliğin sağlanmasının ve meşru merkezî hükümetin otoritesini kurmasının önünde bir engel vardı. O da Muaviye b. Ebu Süfyan'ın İmam'ın (a.s) hilâfetine isyan ettiğini ilân etmiş olmasıydı. İmam ilk iş olarak ümmetin birliğinin parçalanmasını ve kan dökülmesini önlemek için askerî ve siyasî hazırlıklara başladı.
İmam Aişe, Talha ve Zübeyr'in Basra'ya hareket ettiklerini ve merkezî yönetime baş kaldırdıklarını ilân ettiklerini öğrenir öğrenmez, Şam'daki Muaviye sorununu çözmekten vazgeçip, muhâcir ve ensârın gözde simalarının da aralarında bulunduğu bir orduyla Basra'ya doğru harekete geçti.
İmam (a.s) "Rebeze"ye varınca bölgelere mektuplar yazarak, fitne ateşini söndürmek ve fitneyi en dar alana hapsetmek için yardım istedi. Bu amaçla Muhammed b. Ebubekir ve Muhammed b. Cafer'i Kûfe'ye gönderdi. Kûfe valisi Ebu Musa Eş'arî, İmam'ın (a.s) çağrısına olumlu karşılık vermedi. Halkın İmam'a (a.s) yardım etmesini engelleyici bir tavır takındı. Sonra Abdullah b. Abbas'ı gönderdi. O da Ebu Musa Eş'arî'yi, yardımlara engel olmaktan vazgeçirmeye çalıştı. Ama Abdullah b. Abbas da Ebu Musa Eş'arî'yi ikna edemedi. Daha sonra oğlu Hasan ile Ammar b. Yasir'i gönderdi. Onların ardından da Malik-i Eşter'i gönderdi. Bunlar da Ebu Musa Eş'arî'yi valilikten azlettiler. Bunun üzerine bütün ağırlığıyla Kûfe Emir'ül-Müminin'e (a.s) yardım etmeye koştu ve "Zikâr" denilen yerde İmam'ın (a.s) ordusuna katıldılar.
Bu esnada İmam (a.s) ara vermeden Talha ve Zübeyir'e mektup yazmaya başladı, onlara elçiler gönderdi. Belki akıllarını başlarına alırlar, bu yanlışlıktan vazgeçerler, girdikleri tehlikeyi fark ederler diye. Böylece ümmeti fitnelerden, musibetlerden, belalardan uzak tutarlar, kan dökülmesine engel olurlar. Aişe'ye Zeyd b. Sûhan ve Abdullah b. Abbas gibi isimleri elçi olarak gönderdi. Bu elçiler onlarla kanıta, belgeye ve akla dayalı olarak konuştular. Hatta Aişe İbn-i Abbas'a şöyle demişti: "Benim Ali'nin kanıtlarına karşı koyacak gücüm yok." Bunun üzerine İbni Abbas ona şu karşılığı vermişti: "Kulların kanıtlarına karşı koyacak gücün yokken, Allahın kanıtlarına nasıl karşı koyacaksın?!"[25]
Son Öğütler
İmam Ali (a.s), kuvvetleri Basra önlerine geldikten sonra Talha ve Zübeyir'le yazışmayı sıklaştırdı. Aişe ve beraberindekiler insanların İmam Ali'nin (a.s) kanıtları karşısında ikna olmalarından korktular ve onunla karşılaşmak üzere kuvvetlerini şehir dışına çıkardılar. İki taraf savaş düzeni alınca, İmam Ali (a.s) birine askerlerine şu çağrıyı yapmasını emretti: "Karşı taraf aleyhine bir mazeret ortaya konulmadan ve kesin bir kanıt sunulmadan hiç kimse ok fırlatmasın, taş atmasın, mızrak saplamaya kalkmasın."[26]
İmam (a.s) karşı tarafın savaşta ısrarcı olduğunu gördü. Sonra İmam (a.s) iki tarafın ortasında bir yerde Talha ve Zübeyir'le buluştu. İmam onlara şöyle dedi: "Ömrüm hakkı için, sizin silahlar, süvariler ve piyadeler hazırladığınızı görüyorum. Keşke Allah katında ileri sürebileceğiniz bir mazeret hazırlasaydınız. Allah'tan korkun, yününü sağlam eğirdikten sonra onu çözen kadın gibi olmayın. Ben sizin dinde kardeşiniz değil miydim? Siz benim kanımı haram, ben de sizin kanınızı haram saymıyor muydum? Sizin benim kanımı helal saymanıza neden olan bir olay mı oldu?"
Sonra Talha'ya şöyle dedi: "Sen kendi karını evde bırakıp Peygamber'in (s.a.a) eşini mi savaşa getirdin? Sen bana biat etmedin mi?" Sonra Zübeyir'e şunları söyledi: "Biz seni Abdulmuttaliboğulları'ndan sayıyorduk. Senin şu kötü oğlun Abdullah büyüyünce, aramızı ayırdı." Ardından şöyle dedi: "Ey Zübeyir, hatırlıyor musun; Peygamber'le (s.a.a) beraber Benî Ganem bölgesine uğramıştın. Peygamber (s.a.a) bana baktı, güldü. Sen de ona güldün ve dedin ki: Ebu Talib'in oğlu kibrinden vazgeçmiyor. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) sana şöyle dedi: "Onda kibir yoktur. Ama sen haksız olarak onunla savaşacaksın?" Zübeyir: "Allah'a yemin ederim ki, söylediğin gibidir."
Rivayet edilir ki, Zübeyir bu konuşmadan sonra savaş meydanını terk eder ve fitne iyice kızıştığı sırada, savaş alanından uzak bir yerde öldürülür.[27] Talha'yı da savaş meydanında Mervan b. Hakem öldürür.[28]
Savaşın Başlaması
İmam (a.s) savaşın başlamasından önce, son ana kadar ahitlerini bozanların içine düştükleri yanlışlıktan dönmelerini temenni etti. Fitnenin elebaşılarının savaşmada ısrarcı olduklarına tanık olmasına rağmen savaş emrini vermedi. Arkadaşlarına şu emri verdi: "Size karşı onlar harekete geçmeden ve ben size izin vermeden, onlar savaşmaya ve öldürmeye başlamadan hiç biriniz ok fırlatmasın, mızrak saplamasın."[29]
Cemel ordusu ok atışına başladı. İmam'ın (a.s) arkadaşlarından biri öldürüldü. Derken ikinci, üçüncü. kişi de öldürüldü. Bunun üzerine İmam (a.s) onlara karşılık vermeye, hakkı ve adaleti savunmaya izin verdi.[30]
İki ordu korkunç bir savaşa girişti. Başlar uçuruluyor, kollar kesiliyor, her iki tarafta derin yaralar açılıyordu. İmam (a.s) savaş meydanını denetlediği sırada Cemel ordusunun deveyi (Aişe'nin bindiği deveyi) büyük bir direnişle savunduklarını görünce, yüksek sesle haykırdı: "Yazıklar olsun size, devenin ayaklarını keserek yere çökertin. Çünkü o şeytandır."
İmam (a.s) ve arkadaşları deveye ulaşıncaya kadar saldırılarını yoğunlaştırdılar. Deveyi ayaklarını keserek çökerttiler. Bunun üzerine deveyi savunanlardan geriye kalanlar da savaş meydanından kaçtılar. Ardından İmam (a.s) devenin yakılmasını ve küllerinin de havaya saçılmasını, basit ve saf düşünceli insanları yoldan çıkarmaması için ondan geriye bir iz bırakılmamasını emretti. Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'ın lanet ettiği hayvan; İsrailoğulları'nın taptığı buzağıya ne çok benziyordu!"
Devenin havaya saçılan küllerine baktı, sonra şu ayeti okudu: "Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!"[31]
Savaş Sonrasında İmam'ın Uygulamaları
Allah, muhaliflerine karşı Emir'ül-Müminin'e (a.s) zafer bahşetti. Savaş sona erdi. Savaşın tozu dumanı dindi. İmam (a.s) bir münadi aracılığıyla genel af ilân etti: Haberiniz olsun! Yaralılara dokunulmayacak. Arkasını dönüp kaçanlar takip edilmeyecek. Dönüp gidene de mızrak fırlatılmayacak. Silahını bırakan, evine girip kapısını kapatan güvende olacak. Savaş meydanında bulunan silah ve benzeri savaşta kullanılan teçhizat dışında Cemel ordusunun mallarına el konulmayacak. Savaş alanında ele geçirilen silah gibi şeylerin dışındaki malları mirasçılarına aittir.[32]
İmam Ali (a.s) Muhammed b. Ebu Bekir ve Ammar b. Yasir'e Aişe'nin içinde bulunduğu tahtırevanı savaş meydanındaki ölüler arasından alıp bir kenara taşımalarını emretti. Muhammed b. Ebu Bekir'e kız kardeşi Aişe'nin sorumluluğunu verdi. Gecenin sonuna doğru Muhammed kız kardeşini Basra'ya götürdü. Abdullah b. Halef el-Huzaî'nin evine konuk ettirdi.
İmam (a.s) Cemel ordusundan öldürülenler arasında dolaştı. Her birine şöyle seslendi: "Ben, rabbimin bana vadettiğinin hak olduğunu gördüm; sen de rabbinin sana vadettiğinin hak olduğunu gördün mü?"
Ve yine şunları söyledi: "Bu gün bize de, başkasına da karışmayanı kınayacak değilim. Fakat ben bizimle savaşanı kınıyorum."[33]
İmam (a.s) Basra'ya girmeden şehrin sırtlarında karargah kurdu. İnsanların ölülerini defnetmelerine izin verdi. Bunun üzerine şehir halkı şehirden çıkıp savaş meydanındaki ölülerini defnettiler.[34] Sonra İmam (a.s), biatlerini bozanların kalesi Basra'ya girdi. Mescide geldi, namaz kıldı. Ardından insanlara hitap ederek, onlara durumlarını ve biatlerini bozanların durumunu anlattı. İnsanlar kendilerini bağışlaması için yalvardılar. Bunun üzerine şöyle dedi: "Sizi affettim. Ama fitneden sakının. Çünkü siz, ilk biatlerini bozan, ümmetin birliğini parçalayan kimselersiniz." Bu konuşmadan sonra halk kitleleri ve ileri gelenler İmam'a (a.s) biat etmeye başladılar.[35]
Bunun ardından Emir'ül-Müminin (a.s) Basra'daki beytülmale girdi. Buradaki malın çokluğunu görünce, "Benden başkasını aldat." dedi. Bu sözü birkaç kere tekrarladı. Sonra buradaki malın insanlar arasında eşit şekilde paylaştırılmasını emretti. Her birine beş yüz dirhem düştü. Onun payına da her kes gibi beş yüz dirhem düştü. Dağıtımdan sonra beytülmalde bir şey kalmadı. Paylaşım sırasında hazır olmayan bir adam geldi ve payını istedi. İmam (a.s) kendi payını ona verdi. Böylece kendisi hiçbir şey almamış oldu.[36]
Daha sonra Emir'ül-Müminin Aişe'nin hazırlatılıp Medine'ye götürülmesini emretti. Kardeşini ve işlerini görmeleri ve Medine'ye ulaştırmaları amacıyla birkaç kadını başlarına sarık sararak ve kılıç kuşandırarak onunla gönderdi. Fakat Aişe Emir'ül-Müminin hakkında iyi zanlar beslemiyordu. İmam'ın (a.s) onun saygınlığını ve hürmetini gözetmediğini düşünüyordu. Ancak İmam'ın (a.s) kendisine eşlik etmeleri için bazı kadınları görevlendirdiğini öğrenince, isyan amacıyla Medine'den çıkışından, başarısız olmasından ve fitne çıkmasına sebep olduğundan pişmanlık duyduğunu açıkça söyledi. Aişe bu olaydan sonra sürekli ağlıyordu.[37]
Cemel Savaşı'nın Sonuçları
Cemel Savaşı İslâm toplumunun pratik hayatında olumsuz sonuçların meydana gelmesine neden oldu. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:
1- Osman b. Affan'ın öldürülmesi meselesi büyüdü. Büyük bir siyasal sorun hâline geldi. Bu sorundan hareketle söylem ve eylem olarak İslâm risaletinin gidişatı açısından yıkıcı etkisi olan akımlar ortaya çıktı. Bunun neticesinde Muaviye b. Ebu Süfyan Cemel'deki kanlı sapma sürecini tamamlamak için Osman'ın kanını isteme gerekçesini sonuna kadar kullandı.
2- Müslümanlar arasında kin gütme ala bildiğine yayıldı. Aralarında savaşlar, kanlı çarpışmalar yaşandı. Basralılar arasında tefrika meydana geldiği gibi diğer İslâm memleketlerinde de ikilik oluştu. Daha önce Müslümanlar birbirlerinin kanlarını dökmekten kaçınırlarken, çocuklarının kanını isteme adına aralarında düşmanlıklar baş gösterdi.
3- İslâm toplumundaki iç sapma cephesi genişledi. İmam Ali'nin (a.s) hükümetinin önündeki engellerin sayısı arttı. Daha önce sadece Muaviye'nin Şam'daki isyanı söz konusuyken, başka bir cephe de açılmış oldu. Bunun sonucunda dışa açılma faaliyetleri sınırlandı ve bir İslâm toplumunda gelişmesi gereken ıslahat ve uygarlık faaliyetleri de dar bir çerçevede mahsur kaldı.
4- Kin ve sapma olguları, siyasî muhaliflerin hemen silahlara sarılıp savaşmayı gelenek hâline getirmelerinin önünü açtı.
Hilâfet Başkenti Kûfe
Durum iyice sakinleştikten sonra İmam Ali (a.s) karargah edinmek üzere Kûfe'ye doğru hareket etti. Bundan önce Kûfe'lilere, gelişmelerin ayrıntılarını özetleyen bir mektup gönderdi.[38] Bu arada İmam, Abdullah b. Abbas'ı Basra valisi olarak atadı ve yaşanan olaylardan sonra Basralılara karşı nasıl bir muamele göstermesi gerektiğini de açıkladı.[39]
İmam'ın (a.s) Kûfe'yi İslâm devletinin yeni başkenti olarak seçmesinin çeşitli nedenleri vardı. Bu nedenlerden bir kaçını şöyle sıralayabiliriz:
1- İslâm devletinin sınırları genişlemişti. Bu yüzden devletin siyasal ve idare başkentinin, hükümete devletin her tarafına kolaylıkla hareket etme imkânını tanıyan bir konumda olması kaçınılmazdı.
2- İmam'ın (a.s) Cemel ordusunun sebep olduğu fitneyi bastırmasının başarıyla sonuçlanmasında Iraklı büyük şahsiyetlerin ve Kûfe halkıyla birlikte ileri gelenlerinin büyük bir etkisi vardı.
3- Siyasî konjonktür, Osman'ın öldürülmesinden kaynaklanan gerilim ve Cemel Savaşı, İmam'ın Kûfe'ye yerleşmesini gerektirmişti. Kûfe, bölgeye yeniden istikrar getirme açısından uygun bir konumdaydı.
________________________________________
Kaynaklar
[1]- Müstedrek'ül-Hakim, 3 / 139; Tarih-i Bağdad, 8 / 340; Mecma'uz-Zevaid, 9 / 235; Kenz'ül-Ummal, 6 / 82
[2]- Na'sel erkek sırtlan anlamına geldiği gibi uzun sakallı anlamına da gelir. Osman'ın sakalı uzun olduğu için muarızları ona bu adı vermişlerdi. (el-Kamus)
[3]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 6 / 215; Keşf'ul-Gumme, 3 / 323
[4]- el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 206
[5]- el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 206
[6]- Tarih-i Taberî, 3 / 474
[7]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 6 / 217; Bihar'ul-Envar, 32 / 149
[8]- el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 209
[9]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 1 / 231
[10]- el-İmame ve's-Siyase, İbni Kuteybe, s.70
[11]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, 1 / 232
[12]- Tarih-i Taberî, 3 / 471
[13]- el-İmame ve's-Siyase, s.82; Müsned-i Ahmed, 6 / 521; Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 2 / 497
[14]- el-İmame ve's-Siyase, s.80; el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 210
[15]- el-İmame ve's-Siyase, s.82
[16]- el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 209
[17]- el-İmame ve's-Siyase, s.82; Müsned-i Ahmed, 6 / 521; Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 2 / 497
[18]- el-İmame ve's-Siyase, s.82; Müruc'uz-Zeheb, 2 / 395
[19]- el-İmame ve's-Siyase, s.83
[20]- Tarih-i Taberî, 3 / 479; el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 211
[21]- Tarih-i Taberî, 3 / 482; el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 213
[22]- el-İmame ve's-Siyase, s.87; Taberî, 3 / 483-484; el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 215
[23]- el-İmame ve's-Siyase, s.89; Tarih-i Taberî, 3 / 484; Müruc'uz-Zeheb, el-Mes'udî, 2 / 367
[24]- el-İmame ve's-Siyase, s.74; Tarih-i Taberî, 5 / 507
[25]- el-İmame ve's-Siyase, s.90; Bihar'ul-Envar, 32 / 122
[26]- el-İmame ve's-Siyase, s.91; Müruc'uz-Zeheb, 2 / 270
[27]- el-İmame ve's-Siyase, s.91; Müruc'uz-Zeheb, 2 / 270
[28]- et-Tabakat'ül-Kubra 3 / 158; el-İmame ve's-Siyase, s.97
[29]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, 9 / 111
[30]- el-İmame ve's-Siyase, s.95
[31]- Tâhâ, 97
[32]- Tarih-i Yakubî, 2 / 172; Müruc'uz-Zeheb 2 / 371
[33]- el-İrşad, Şeyh Müfid, 1 / 256
[34]- el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 255
[35]- Tarih-i Taberî, 3 / 544; el-İrşad, Şeyh Müfid, s.137
[36]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, 1 / 250
[37]- el-İmame ve's-Siyase, s.98; Müruc'uz-Zeheb, Mes'udî, 2 / 379; el-Menakıb, Harezmî, s.115; et-Tezkire, Sıbt b. Cevzî, s.80
[38]- Tarih-i Taberî, 3 / 545-546
[39]- Tarih-i Taberî, 3 / 546
Ömer'in kendilerini şûraya dahil edip hilâfete aday göstermesinden sonra gerek Talha ve gerekse Zübeyir, kendini Emir'ül-Müminin'e (a.s) denk görüyordu. En azından İslâm dünyasının geniş topraklarının bir kısmında egemenliğin kendisine verilmesini bekliyordu. Ayrıca Aişe, önceki halifeler nezdinde yüksek bir makama sahipti. Onlar zamanında istediği gibi konuşabiliyordu. Ama yasama ve pratiğin kaynağı olarak sadece Kur'ân'ı ve sünneti ön gören bir hükümetin zamanında kendisine pek bir alan kalmadığını çok iyi biliyordu.
Muaviye Şam'da mutlak bir hakim gibi davranıyordu. Başına buyruktu ve ayrıca en büyük İslâmî yöneticilik makamında gözü vardı. İslâm ümmetinin tüm yönetimini tek başına ele almayı istiyordu. Osman zamanında işgal ettikleri makamları ve bu makamlar sayesinde elde ettikleri ekonomik kazançları bozulan şu veya bu grubun yanı sıra, bütün bu şahıslar açısından İmam Ali'nin (a.s) aldığı kararlar ve kapsamlı ıslah girişimi tam bir sürprizdi. Bu gruplar ve yukarıda isimlerini zikrettiğimiz bazı şahıslar servetlerinin kaynağını yitirmişlerdi. Çünkü İmam'ın egemenliğin en üst noktasında bulunması, Kureyş'in izlediği sapkın kabileci hayat tarzına yönelik açık bir tehdit niteliğindeydi. Çünkü Kureyş, Ali'nin (a.s) hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan İslâm bayrağını dalgalandırma gücüne ve kararlılığına sahip olduğunu biliyordu. Onun sapık hayat tarzının yüzündeki sahte maskeyi kaldıracağı kuşku götürmeyen bir gerçekti.
Bu noktada, yeni hükümetin istikrarlı bir faaliyet yürütmemesi için toplum içinde karışıklık çıkarma noktasında görüş birliğine vardılar. İslâmî hükümetin sahih çizgisine yönelik bu düşmanca yaklaşım ve bu sapkın akım, İmam Ali (a.s) açısından sürpriz olmadı. Çünkü Resulullah (s.a.a) ona, bazı grupların kendisinin hükümetine karşı çıkacaklarını haber vermişti. Onlarla savaşması yönünde kendisine tavsiyede bulunmuştu ve bu grupları, ahdini bozanlar (nakisîn), adalet çizgisinden sapanlar (kasitîn) ve dinden, okun yaydan çıkması gibi çıkanlar (marikîn) şeklinde isimlendirmişti.[1]
Aişe Yeni Hükümeti Tanımadığını İlân Ediyor
Aişe'nin Osman'a karşı takındığı tavır garip olduğu kadar çelişkiliydi de. Böylesine ikili bir tavır Peygamber hanımına yakışmazdı. Her zaman Osman için, "Şu na'seli[2] öldürün." derdi. İnsanları Osman'a isyan etmeye ve onu öldürmeye teşvik ederdi.[3]
Osman isyancılar tarafından kuşatılınca Medine'den ayrılıp Mekke'ye gitti. Osman'ın işinin kısa sürede bitirileceğini bekliyordu. Bundan sonra da akrabası Talha'nın halife olacağını, iktidarı ele geçireceğini düşünüyordu.
Fakat gelişmelerin İmam Ali'ye (a.s) biat edilmesiyle sonuçlandığını duyunca, şoke oldu. Medine'ye dönüş yolundayken bu haberi aldı ve derhal Mekke'ye geri döndü.[4]
Osman'ın öldürülüşüne üzüldüğünü ve onun mazlum olarak katledildiğini söylemeye başladı. Ona dediler: "Sen, insanları Osman'ı öldürmeye teşvik etmiyor muydun? Bu mazeretin ise hiç de sağlam görünmüyor." Şu karşılığı verdi: "Onlar Osman'ı öldürmeden önce tövbe etmesini istediler, sonra öldürdüler."[5]
(Osman tövbe ettiği hâlde mazlum olarak öldürülmüş oluyor) Sanki Osman öldürülürken oradaymış gibi!
Aişe Mekke'de yaptığı konuşmada İmam Ali'ye (a.s) karşı savaş ilân etti ve kendisine uyanları da onunla savaşmaya teşvik etti.[6]
Aişe, İmam Ali'ye (a.s) karşı savaş cephesini genişletmek istedi. Bu amaçla Hz. Peygamber'in (s.a.a) eşlerini kendisiyle beraber Ali'ye (a.s) karşı isyan etmeye çağırdı. Peygamber'in (s.a.a)eşleri buna yanaşmadılar. Ümmü Seleme bu yanlışlığından dönmesi, ümmetin başına belalar açmaması, kan dökülmesine sebep olmaması için nasihat etti ve şöyle dedi: "Sen düne kadar insanları Osman'a karşı isyana çağırıyordun, onun hakkında en çirkin sözler söylüyordun. Ondan söz ederken 'na'sel (=uzun sakallı)' diyordun. Ayrıca sen Ali b. Ebu Talib'in Resulullah (s.a.a) nezdindeki yerini de biliyorsun. Bunu sana hatırlatmama gerek var mı?" Ümmü Seleme devamla şöyle dedi: "Hatırlıyor musun; bir gün Peygamber'in (s.a.a) yanında bulunduğumuz sırada Ali (a.s) çıkageldi. Resulullah (s.a.a) Ali'yle baş başa kalıp uzun süre gizli konuştular. Konuşmaları uzun sürünce, müdahale etmek istedin, ben de seni engelledim. Ama sen beni dinlemedin, onlara müdahalede bulundun. Sonra ağlaya ağlaya çıktın. Sana dedim ki: 'Ne oldu sana?' Dedin ki: 'Onlar kendi aralarında konuşurlarken ben müdahale ettim ve Ali'ye dedim ki: Ey Ebu Talib'in oğlu! Sekiz gün içinde sadece bir gün Resulullah'ın (s.a.a) yanında kalabiliyorum. Bu bir günde de Resulullah'ın (s.a.a) yanında kalmama izin vermeyecek misin? Resulullah (s.a.a) öfkeden yüzü kıpkırmızı kesilmiş hâlde bana döndü ve şöyle dedi: Geri dön. Allah'a yemin ederim ki, evimin halkından veya diğer insanlardan Ali'ye kızan biri mutlaka imandan çıkar. Ben de pişman ve kızgın olarak geri döndüm?" Aişe: "Evet, hatırlıyorum." dedi. Bunun üzerine Ümmü Seleme şöyle dedi: "O hâlde buna rağmen nasıl isyan ediyorsun?" Aişe şu karşılığı verdi: "Ben insanların arasını düzeltmek için isyan ediyorum. Bu davranışımdan dolayı inşa, Allah'ın bana sevap vereceğini umuyorum." Ümmü Seleme şöyle dedi: "Sen bilirsin." Aişe de ondan ayrılıp gitti.[7]
Bir rivayete göre, Resulullah'ın (s.a.a) hanımları "Zat'ul-Irk" denilen yere kadar Aişe ile beraber yürürler. Öyle anlaşılıyor ki, Peygamber'in (s.a.a) hanımları Aişe'yi Medine'ye geri dönmeye ve fitne çıkarmaktan vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Ama bir çözüm bulamadıkları için İslâm'ın başına gelen belalara ağlamış ve diğer insanlar da onlarla birlikte ağlamışlardı. O güne "Matem Günü" adı verildi.[8]
Muaviye'nin Hilesi, Talha ve Zübeyr'in Biati Bozmaları
Muaviye Şam vilâyeti üzerinde tam bir egemenlik kurmuştu. Halkı istekleri ve amaçları doğrultusunda yönlendirecek mekanizmalara sahipti. Şam halkıyla da bir problemi yoktu. Çünkü Şam bölgesi İslâm'ı benimsediği günden beri, halife tarafından Ebu Süfyan ailesinden birinin başında vali olmasına alışmıştı ve bu aileyi tanıyordu. Muaviye'den önce kardeşi Yezid Şam valisiydi. Ayrıca Şam bölgesi hilâfet başkentinden uzaktı. Bu da valinin yeterli miktarda güç sahibi olmasına, istikrarlı bir egemenlik kurmasına imkân veren bir durumdu. Muaviye Osman'ın öldürülmesini bahane ederek fitne ateşini alevlendirmeye yönelik bir siyasî hareket başlattı. Osman'ın öldürülüşünden siyasî kazanç elde etmeye çalıştı. Bu amaçla Talha ve Zübeyr'e mektup yazarak, siyasî beklentilerine kavuşmaları için, İmam'a (a.s) karşı ciddi bir mücadele içine girmeye davet etti. Böylece İslâm devletinin başkentinde fitne ateşi iyice kızıştı. Muaviye Zübeyr'e yazdığı mektupta şöyle diyordu:
"Ebu Süfyan oğlu Muaviye'den Emir'ül-Müminin Abdullah Zübeyr'e. Sana selâm olsun. Ben sana biat ettim ve Şam halkını sana biat etmeye çağırdım. Onlar da çağrıma uydular ve bulut parçalarının bir araya biriktiği gibi bu işe seferber oldular. Derhal Basra ve Kûfe'ye git. Ebu Talib'in oğlu senden önce oraya gitmesin. Çünkü bu iki şehirden sonra sahip olunacak bir yer yoktur. Senden sonra da Talha b. Abdullah'a biat ettim. Osman'ın kanını isteyin ve insanları da sizi desteklemeye çağırın. Kararlı ve ciddi olun. Allah sizi muzaffer kılsın ve düşmanınızı yüz üstü bıraksın."[9]
Muaviye'nin mektubu Zübeyr'in eline geçince, sevinçten uçacak oldu. Muaviye'nin samimiyetinden kuşku duymuyordu. O ve Talha İmam'a (a.s) yaptıkları biati bozmaya ve isyan etmeye karar verdiler. İmam'a (a.s) yaptıkları biatten dolayı pişmanlıklarını ve üzüntülerini dile getirmeye başladılar. Sürekli olarak şöyle diyorlardı: "İstemeden, kerhen biat ettik." Aişe'nin, insanları İmam'a (a.s) karşı savaşmaya teşvik ettiğini duyar duymaz, onun açtığı cepheye katılmak için bir hile düşünmeye başladılar. Rivayete göre Talha ve Zübeyir İmam'a (a.s) gelerek kendilerini hükümete ortak etmesini istediler. Ama bir sonuç elde edemediler. Bunun üzerine Aişe'nin yanına gidip isyana katılmaya karar verdiler. Ardından bir kez daha İmam'a (a.s) gelerek umre için kendilerine izin vermesini istediler. İmam onlara şöyle dedi: "Evet, Allah'a yemin ederim ki, sizin amacınız umre yapmak değildir. Ama siz işinizi sürdürmenin peşindesiniz."[10]
Bir rivayete göre İmam (a.s) onlara şöyle dedi: "Bilâkis, siz ihanet peşindesiniz."[11]
İmam Ali'ye (a.s) yaptıkları biati bozanlar, Aişe'nin Mekke'deki evinde ittifak sağladılar. Bunlar Osman zamanında birbirlerinden kaçan, birbirleriyle çatışan kimselerdi. Zübeyr, Talha ve Mervan b. Hakem, Osman'ın kanını istemek gerekçesiyle halkı İmam'a (a.s) karşı savaşmaya çağırmak noktasında görüş birliğine vardılar. İsyan ve başkaldırının bayrağı olarak Osman'ın gömleğini seçtiler. Osman'ın kanının dökülmesinden İmam Ali'nin (a.s) sorumlu olduğunu ileri sürdüler. Çünkü Ali (a.s) Osman'ın katillerini barındırıyor ve onlara kısas uygulamıyordu. Önce Basra'ya yürümeyi ve burayı hareket merkezi ve savaş karargâhı hâline getirmeyi kararlaştırdılar. Çünkü Muaviye Şam'a hakimdi. Medine ise hâlen iç karışıklık yaşıyordu.[12]
Aişe'nin Hareketi ve Basra'ya Doğru Yola Çıkması
Aişe fitne çıkarma ve meşru halife İmam Ali'ye (a.s) karşı silahlı bir çatışmaya girme amacına yönelik hareketini sürdürdü. Etrafında İslâm'a ve İmam Ali'ye (a.s) karşı kin besleyen bir sürü insan toplandı. Hepsinin amacı dünya malına konmak ve iktidardan pay almaktı. Ya'la b. Münye Yemen'de vali iken İmam Ali tarafından azledildikten sonra oradan çaldığı savaş malzemelerini, kılıç ve deve gibi teçhizatlarla onları donattı. Abdullah b. Amir de Basra'dan çaldığı büyük miktarda bir malla onlara katıldı.[13] Aişe için "Asker" adlı devesini hazırladılar. Ümeyyeoğulları devenin etrafını sarmışlardı. Aişe topluluğun önünde Basra'ya doğru yol alıyordu. Bu arada önceden Basra'nın bazı ileri gelen isimlerine yazdıkları mektupları yerlerine ulaşmıştı. Bu mektuplarda onları Osman'ın kanını isteme gerekçesiyle İmam Ali'ye (a.s) yaptıkları biati bozmaya çağırıyorlardı.[14]
Bu arada fitnenin önderleri arasında ayak oyunları, hile ve entrikalar da baş göstermeye başlamıştı -İmam Ali'ye (a.s) düşmanlık edenlerin karakteristik özelliğidir hile ve entrikalar peşinde koşmak-. Mekke'den çıktıktan sonra Mervan b. Hakem namaz için ezan okudu. Sonra geldi; Talha ve Zübeyr'in önünde durdu. Amacı bu iki adam arasında bir fitne çıkarmaya zemin hazırlamaktı. Zamanı geldiğinde kullanmak üzere fitne tohumları ekmekti. Dedi ki: "Hanginize Emir'ül-Müminin diye selâm vereyim ve hanginizi namaz kıldırmaya çağırayım?" Bunun üzerine her ikisinin taraftarları kendi aralarında tartışmaya başladılar. Her biri kendi adamının öne geçmesini istiyordu. Aişe askerler arasında tefrika başladığını hissedince, kız kardeşinin oğlu Zübeyr'in namaz kıldırması için haber gönderdi.
Aişe'nin ordusu "Evtas" denilen yere ulaştığında, Said b. As ve Muğiyre b. Şube ile karşılaştı. Said, Aişe'nin Osman'ın kanını isteme amacıyla harekete geçtiğini öğrenince, alaycı bir gülümsemeyle şöyle dedi: "Osman'ın katilleri şu yanındakilerdir, ey müminlerin annesi!"[15]
Bir rivayet göre Said, Aişe, Zübeyir ve Talha'yı kast ederek: "Öç almanız gereken kişileri develerinizin terkisine bindirerek nereye gidiyorsunuz?" demiş.[16] Ordu "Hav'eb" denilen yere varınca, bölgede yaşayan halkın köpekleri havlayarak bunlara saldırdı. Bu durum karşısında Aişe korkuya kapılarak Muhammed b. Talha'ya bu yerin neresi olduğunu sordu: "Burası neresidir?" dedi. Muhammed b. Talha: "Burası Hav'eb'dir, ey müminlerin annesi!" dedi. Aişe paniğe kapıldı ve feryat etmeye başladı: "Buradan geri dönmek zorundayım." dedi. "Niçin?" dedi. Dedi ki: "Resulullah'ın (s.a.a) eşlerine şöyle dediğini duydum: İçinizden birine Hav'eb'ın köpeklerinin havladığını görür gibiyim. Ey Hümeyra! [kırmızı benizli kadıncık] Sakın bu sen olmayasın."[17] Sonra Aişe devesini yatırdı ve şöyle dedi: "Beni geri götürün. Allah'a yemin ederim ki, Hav'eb suyundan geçecek olan benmişim." Bütün ordu bir gün bir gece Aişe'nin yanında develerini yatırdılar. Abdullah b. Zübeyr Aişe'nin yanına gelerek bu suyun Hav'eb suyu olmadığına dair Allah'a yemin etti. Bu arada bedevîlerden bazı yalancı şahitler getirterek bu suyun Hav'eb suyu olmadığına şahitlik ettirdiler.[18] Bu, İslâm döneminde yaşanan ilk yalancı şahitlik olayıydı.
Basra Önlerinde Çatışmalar
Aişe'nin ordusu Basra önlerine ulaşınca, İmam Ali'nin (a.s) Basra valisi Osman b. Huneyf, kendilerine doğru gelen ordunun durumuyla ilgili bilgiler vermeye başladı. Halkı fitneye karşı uyardı, ordunun komutanlarının yanlış ve batıl yolda olduklarını açıkladı. İslâm ve İmam'a (a.s) samimiyetle bağlı bulunan kişiler, biatlerini bozanların Basra'yı ele geçirmelerini önlemeye, hakkı ve kutsal şeriatı savunmaya hazır olduklarını bildirdiler.[19]
İslâm ahlâkıyla bezenmiş, İmam'a (a.s) içtenlikle itaat eden Osman b. Huneyf, Aişe'yi ve beraberindekileri içine düştükleri yanlışlıktan çıkarmak, savaşın önüne geçmek için yoğun çabalar sarf etti. Bu amaçla İmran b. Husayn ve Ebu'l-Esved ed-Duelî'yi tavrının yanlışlığını kanıtlamak üzere Aişe ile tartışmaya gönderdi. Fakat bu iki adamın girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı. Aişe ve beraberinde bulunan Talha ve Zübeyir, fitne çıkarmada ve savaş ilân etmede ısrarcıydılar.[20]
Cariye b. Kudame, fitne ateşini alevlendirmekten vazgeçirmek amacıyla Aişe'ye öğüt vermeye başladı ve dedi ki: "Ey müminlerin annesi! Allah'a yemin ederim ki, Osman'ın öldürülmesi, senin şu mel'un devenin sırtına binerek evinden çıkıp buralara kadar gelmenden daha basit bir olaydır. Allah tarafından sana bahşedilmiş bir örtü, bir koruma ve bir dokunulmazlık vardı. Sen bu örtüyü ve korumayı yırtıp attın, dokunulmazlığını ortadan kaldırdın. Seninle savaşmayı göze alanlar, seni öldürmeyi de göze alırlar demektir. Eğer bizimle savaşmak için gönüllü gelmişsen, evine dön. Yok eğer istemeden bizimle savaşmak için gelmişsen, seni bu istemediğin durumdan kurtarmaları için insanlardan yardım iste."[21]
Çatışma - Ateşkes – İhanet
Aişe'nin gelişi insanların kafasını karıştırdı. Basralılar Aişe'yi destekleyenler, desteklemeyenler, tasdik edenler ve yalanlayanlar olarak çeşitli gruplara bölündüler. Şehre tam bir kaos havası hakimdi. İnsanlar vuruşmaya ve sokaklarda çatışmaya başladılar. Ancak gece olunca birbirlerinden ayrılabiliyorlardı. Osman b. Huneyf kan dökülmesini istemiyordu. Barış olsun istiyordu. İmam Ali'nin (a.s) Basra'ya gelişini bekliyordu. İki taraf arasındaki savaş iyice kızışınca, barış talepleri yükselmeye başladı. Geçici bir ateşkes antlaşması imzaladılar. Bu arada Medine'ye bir elçi gönderme kararını aldılar. Elçi Medinelilere soracaktı. Eğer Talha ve Zübeyir zorla biat etmişseler, Osman b. Huneyf şehri onlara bırakacak, aksi takdirde Talha ve Zübeyir şehri bırakıp gideceklerdi.[22]
İki tarafın elçisi Kab b. Musevver geri döndü. Usame b. Zeyd'in, Talha ve Zübeyr'in zorla biat ettiklerini iddia ettiğini, Medine halkının ise Usame'nin bu iddiasına karşı çıktığını söyledi. Aişe ordusunun önde gelenleri bu iddiayı kullandılar ve rüzgarlı, yağmurlu bir gecede valilik sarayına saldırdılar. Osman b. Huneyf oradaydı. Adamlarının bazısını öldürdüler, bazısını da esir aldılar. Osman b. Huneyfin ise sakallarını, saçlarını ve kaşlarını yoldular. Fakat onu öldürmekten korktular. Çünkü kardeşi Sehl b. Huneyf İmam'ın Medine valisiydi.[23]
İmam'ın (a.s) İsyanı Bastırmak Üzere Harekete Geçmesi [24]
İmam Ali (a.s) iktidara gelince, güvenliğin sağlanmasının ve meşru merkezî hükümetin otoritesini kurmasının önünde bir engel vardı. O da Muaviye b. Ebu Süfyan'ın İmam'ın (a.s) hilâfetine isyan ettiğini ilân etmiş olmasıydı. İmam ilk iş olarak ümmetin birliğinin parçalanmasını ve kan dökülmesini önlemek için askerî ve siyasî hazırlıklara başladı.
İmam Aişe, Talha ve Zübeyr'in Basra'ya hareket ettiklerini ve merkezî yönetime baş kaldırdıklarını ilân ettiklerini öğrenir öğrenmez, Şam'daki Muaviye sorununu çözmekten vazgeçip, muhâcir ve ensârın gözde simalarının da aralarında bulunduğu bir orduyla Basra'ya doğru harekete geçti.
İmam (a.s) "Rebeze"ye varınca bölgelere mektuplar yazarak, fitne ateşini söndürmek ve fitneyi en dar alana hapsetmek için yardım istedi. Bu amaçla Muhammed b. Ebubekir ve Muhammed b. Cafer'i Kûfe'ye gönderdi. Kûfe valisi Ebu Musa Eş'arî, İmam'ın (a.s) çağrısına olumlu karşılık vermedi. Halkın İmam'a (a.s) yardım etmesini engelleyici bir tavır takındı. Sonra Abdullah b. Abbas'ı gönderdi. O da Ebu Musa Eş'arî'yi, yardımlara engel olmaktan vazgeçirmeye çalıştı. Ama Abdullah b. Abbas da Ebu Musa Eş'arî'yi ikna edemedi. Daha sonra oğlu Hasan ile Ammar b. Yasir'i gönderdi. Onların ardından da Malik-i Eşter'i gönderdi. Bunlar da Ebu Musa Eş'arî'yi valilikten azlettiler. Bunun üzerine bütün ağırlığıyla Kûfe Emir'ül-Müminin'e (a.s) yardım etmeye koştu ve "Zikâr" denilen yerde İmam'ın (a.s) ordusuna katıldılar.
Bu esnada İmam (a.s) ara vermeden Talha ve Zübeyir'e mektup yazmaya başladı, onlara elçiler gönderdi. Belki akıllarını başlarına alırlar, bu yanlışlıktan vazgeçerler, girdikleri tehlikeyi fark ederler diye. Böylece ümmeti fitnelerden, musibetlerden, belalardan uzak tutarlar, kan dökülmesine engel olurlar. Aişe'ye Zeyd b. Sûhan ve Abdullah b. Abbas gibi isimleri elçi olarak gönderdi. Bu elçiler onlarla kanıta, belgeye ve akla dayalı olarak konuştular. Hatta Aişe İbn-i Abbas'a şöyle demişti: "Benim Ali'nin kanıtlarına karşı koyacak gücüm yok." Bunun üzerine İbni Abbas ona şu karşılığı vermişti: "Kulların kanıtlarına karşı koyacak gücün yokken, Allahın kanıtlarına nasıl karşı koyacaksın?!"[25]
Son Öğütler
İmam Ali (a.s), kuvvetleri Basra önlerine geldikten sonra Talha ve Zübeyir'le yazışmayı sıklaştırdı. Aişe ve beraberindekiler insanların İmam Ali'nin (a.s) kanıtları karşısında ikna olmalarından korktular ve onunla karşılaşmak üzere kuvvetlerini şehir dışına çıkardılar. İki taraf savaş düzeni alınca, İmam Ali (a.s) birine askerlerine şu çağrıyı yapmasını emretti: "Karşı taraf aleyhine bir mazeret ortaya konulmadan ve kesin bir kanıt sunulmadan hiç kimse ok fırlatmasın, taş atmasın, mızrak saplamaya kalkmasın."[26]
İmam (a.s) karşı tarafın savaşta ısrarcı olduğunu gördü. Sonra İmam (a.s) iki tarafın ortasında bir yerde Talha ve Zübeyir'le buluştu. İmam onlara şöyle dedi: "Ömrüm hakkı için, sizin silahlar, süvariler ve piyadeler hazırladığınızı görüyorum. Keşke Allah katında ileri sürebileceğiniz bir mazeret hazırlasaydınız. Allah'tan korkun, yününü sağlam eğirdikten sonra onu çözen kadın gibi olmayın. Ben sizin dinde kardeşiniz değil miydim? Siz benim kanımı haram, ben de sizin kanınızı haram saymıyor muydum? Sizin benim kanımı helal saymanıza neden olan bir olay mı oldu?"
Sonra Talha'ya şöyle dedi: "Sen kendi karını evde bırakıp Peygamber'in (s.a.a) eşini mi savaşa getirdin? Sen bana biat etmedin mi?" Sonra Zübeyir'e şunları söyledi: "Biz seni Abdulmuttaliboğulları'ndan sayıyorduk. Senin şu kötü oğlun Abdullah büyüyünce, aramızı ayırdı." Ardından şöyle dedi: "Ey Zübeyir, hatırlıyor musun; Peygamber'le (s.a.a) beraber Benî Ganem bölgesine uğramıştın. Peygamber (s.a.a) bana baktı, güldü. Sen de ona güldün ve dedin ki: Ebu Talib'in oğlu kibrinden vazgeçmiyor. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) sana şöyle dedi: "Onda kibir yoktur. Ama sen haksız olarak onunla savaşacaksın?" Zübeyir: "Allah'a yemin ederim ki, söylediğin gibidir."
Rivayet edilir ki, Zübeyir bu konuşmadan sonra savaş meydanını terk eder ve fitne iyice kızıştığı sırada, savaş alanından uzak bir yerde öldürülür.[27] Talha'yı da savaş meydanında Mervan b. Hakem öldürür.[28]
Savaşın Başlaması
İmam (a.s) savaşın başlamasından önce, son ana kadar ahitlerini bozanların içine düştükleri yanlışlıktan dönmelerini temenni etti. Fitnenin elebaşılarının savaşmada ısrarcı olduklarına tanık olmasına rağmen savaş emrini vermedi. Arkadaşlarına şu emri verdi: "Size karşı onlar harekete geçmeden ve ben size izin vermeden, onlar savaşmaya ve öldürmeye başlamadan hiç biriniz ok fırlatmasın, mızrak saplamasın."[29]
Cemel ordusu ok atışına başladı. İmam'ın (a.s) arkadaşlarından biri öldürüldü. Derken ikinci, üçüncü. kişi de öldürüldü. Bunun üzerine İmam (a.s) onlara karşılık vermeye, hakkı ve adaleti savunmaya izin verdi.[30]
İki ordu korkunç bir savaşa girişti. Başlar uçuruluyor, kollar kesiliyor, her iki tarafta derin yaralar açılıyordu. İmam (a.s) savaş meydanını denetlediği sırada Cemel ordusunun deveyi (Aişe'nin bindiği deveyi) büyük bir direnişle savunduklarını görünce, yüksek sesle haykırdı: "Yazıklar olsun size, devenin ayaklarını keserek yere çökertin. Çünkü o şeytandır."
İmam (a.s) ve arkadaşları deveye ulaşıncaya kadar saldırılarını yoğunlaştırdılar. Deveyi ayaklarını keserek çökerttiler. Bunun üzerine deveyi savunanlardan geriye kalanlar da savaş meydanından kaçtılar. Ardından İmam (a.s) devenin yakılmasını ve küllerinin de havaya saçılmasını, basit ve saf düşünceli insanları yoldan çıkarmaması için ondan geriye bir iz bırakılmamasını emretti. Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'ın lanet ettiği hayvan; İsrailoğulları'nın taptığı buzağıya ne çok benziyordu!"
Devenin havaya saçılan küllerine baktı, sonra şu ayeti okudu: "Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!"[31]
Savaş Sonrasında İmam'ın Uygulamaları
Allah, muhaliflerine karşı Emir'ül-Müminin'e (a.s) zafer bahşetti. Savaş sona erdi. Savaşın tozu dumanı dindi. İmam (a.s) bir münadi aracılığıyla genel af ilân etti: Haberiniz olsun! Yaralılara dokunulmayacak. Arkasını dönüp kaçanlar takip edilmeyecek. Dönüp gidene de mızrak fırlatılmayacak. Silahını bırakan, evine girip kapısını kapatan güvende olacak. Savaş meydanında bulunan silah ve benzeri savaşta kullanılan teçhizat dışında Cemel ordusunun mallarına el konulmayacak. Savaş alanında ele geçirilen silah gibi şeylerin dışındaki malları mirasçılarına aittir.[32]
İmam Ali (a.s) Muhammed b. Ebu Bekir ve Ammar b. Yasir'e Aişe'nin içinde bulunduğu tahtırevanı savaş meydanındaki ölüler arasından alıp bir kenara taşımalarını emretti. Muhammed b. Ebu Bekir'e kız kardeşi Aişe'nin sorumluluğunu verdi. Gecenin sonuna doğru Muhammed kız kardeşini Basra'ya götürdü. Abdullah b. Halef el-Huzaî'nin evine konuk ettirdi.
İmam (a.s) Cemel ordusundan öldürülenler arasında dolaştı. Her birine şöyle seslendi: "Ben, rabbimin bana vadettiğinin hak olduğunu gördüm; sen de rabbinin sana vadettiğinin hak olduğunu gördün mü?"
Ve yine şunları söyledi: "Bu gün bize de, başkasına da karışmayanı kınayacak değilim. Fakat ben bizimle savaşanı kınıyorum."[33]
İmam (a.s) Basra'ya girmeden şehrin sırtlarında karargah kurdu. İnsanların ölülerini defnetmelerine izin verdi. Bunun üzerine şehir halkı şehirden çıkıp savaş meydanındaki ölülerini defnettiler.[34] Sonra İmam (a.s), biatlerini bozanların kalesi Basra'ya girdi. Mescide geldi, namaz kıldı. Ardından insanlara hitap ederek, onlara durumlarını ve biatlerini bozanların durumunu anlattı. İnsanlar kendilerini bağışlaması için yalvardılar. Bunun üzerine şöyle dedi: "Sizi affettim. Ama fitneden sakının. Çünkü siz, ilk biatlerini bozan, ümmetin birliğini parçalayan kimselersiniz." Bu konuşmadan sonra halk kitleleri ve ileri gelenler İmam'a (a.s) biat etmeye başladılar.[35]
Bunun ardından Emir'ül-Müminin (a.s) Basra'daki beytülmale girdi. Buradaki malın çokluğunu görünce, "Benden başkasını aldat." dedi. Bu sözü birkaç kere tekrarladı. Sonra buradaki malın insanlar arasında eşit şekilde paylaştırılmasını emretti. Her birine beş yüz dirhem düştü. Onun payına da her kes gibi beş yüz dirhem düştü. Dağıtımdan sonra beytülmalde bir şey kalmadı. Paylaşım sırasında hazır olmayan bir adam geldi ve payını istedi. İmam (a.s) kendi payını ona verdi. Böylece kendisi hiçbir şey almamış oldu.[36]
Daha sonra Emir'ül-Müminin Aişe'nin hazırlatılıp Medine'ye götürülmesini emretti. Kardeşini ve işlerini görmeleri ve Medine'ye ulaştırmaları amacıyla birkaç kadını başlarına sarık sararak ve kılıç kuşandırarak onunla gönderdi. Fakat Aişe Emir'ül-Müminin hakkında iyi zanlar beslemiyordu. İmam'ın (a.s) onun saygınlığını ve hürmetini gözetmediğini düşünüyordu. Ancak İmam'ın (a.s) kendisine eşlik etmeleri için bazı kadınları görevlendirdiğini öğrenince, isyan amacıyla Medine'den çıkışından, başarısız olmasından ve fitne çıkmasına sebep olduğundan pişmanlık duyduğunu açıkça söyledi. Aişe bu olaydan sonra sürekli ağlıyordu.[37]
Cemel Savaşı'nın Sonuçları
Cemel Savaşı İslâm toplumunun pratik hayatında olumsuz sonuçların meydana gelmesine neden oldu. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:
1- Osman b. Affan'ın öldürülmesi meselesi büyüdü. Büyük bir siyasal sorun hâline geldi. Bu sorundan hareketle söylem ve eylem olarak İslâm risaletinin gidişatı açısından yıkıcı etkisi olan akımlar ortaya çıktı. Bunun neticesinde Muaviye b. Ebu Süfyan Cemel'deki kanlı sapma sürecini tamamlamak için Osman'ın kanını isteme gerekçesini sonuna kadar kullandı.
2- Müslümanlar arasında kin gütme ala bildiğine yayıldı. Aralarında savaşlar, kanlı çarpışmalar yaşandı. Basralılar arasında tefrika meydana geldiği gibi diğer İslâm memleketlerinde de ikilik oluştu. Daha önce Müslümanlar birbirlerinin kanlarını dökmekten kaçınırlarken, çocuklarının kanını isteme adına aralarında düşmanlıklar baş gösterdi.
3- İslâm toplumundaki iç sapma cephesi genişledi. İmam Ali'nin (a.s) hükümetinin önündeki engellerin sayısı arttı. Daha önce sadece Muaviye'nin Şam'daki isyanı söz konusuyken, başka bir cephe de açılmış oldu. Bunun sonucunda dışa açılma faaliyetleri sınırlandı ve bir İslâm toplumunda gelişmesi gereken ıslahat ve uygarlık faaliyetleri de dar bir çerçevede mahsur kaldı.
4- Kin ve sapma olguları, siyasî muhaliflerin hemen silahlara sarılıp savaşmayı gelenek hâline getirmelerinin önünü açtı.
Hilâfet Başkenti Kûfe
Durum iyice sakinleştikten sonra İmam Ali (a.s) karargah edinmek üzere Kûfe'ye doğru hareket etti. Bundan önce Kûfe'lilere, gelişmelerin ayrıntılarını özetleyen bir mektup gönderdi.[38] Bu arada İmam, Abdullah b. Abbas'ı Basra valisi olarak atadı ve yaşanan olaylardan sonra Basralılara karşı nasıl bir muamele göstermesi gerektiğini de açıkladı.[39]
İmam'ın (a.s) Kûfe'yi İslâm devletinin yeni başkenti olarak seçmesinin çeşitli nedenleri vardı. Bu nedenlerden bir kaçını şöyle sıralayabiliriz:
1- İslâm devletinin sınırları genişlemişti. Bu yüzden devletin siyasal ve idare başkentinin, hükümete devletin her tarafına kolaylıkla hareket etme imkânını tanıyan bir konumda olması kaçınılmazdı.
2- İmam'ın (a.s) Cemel ordusunun sebep olduğu fitneyi bastırmasının başarıyla sonuçlanmasında Iraklı büyük şahsiyetlerin ve Kûfe halkıyla birlikte ileri gelenlerinin büyük bir etkisi vardı.
3- Siyasî konjonktür, Osman'ın öldürülmesinden kaynaklanan gerilim ve Cemel Savaşı, İmam'ın Kûfe'ye yerleşmesini gerektirmişti. Kûfe, bölgeye yeniden istikrar getirme açısından uygun bir konumdaydı.
________________________________________
Kaynaklar
[1]- Müstedrek'ül-Hakim, 3 / 139; Tarih-i Bağdad, 8 / 340; Mecma'uz-Zevaid, 9 / 235; Kenz'ül-Ummal, 6 / 82
[2]- Na'sel erkek sırtlan anlamına geldiği gibi uzun sakallı anlamına da gelir. Osman'ın sakalı uzun olduğu için muarızları ona bu adı vermişlerdi. (el-Kamus)
[3]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 6 / 215; Keşf'ul-Gumme, 3 / 323
[4]- el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 206
[5]- el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 206
[6]- Tarih-i Taberî, 3 / 474
[7]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 6 / 217; Bihar'ul-Envar, 32 / 149
[8]- el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 209
[9]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 1 / 231
[10]- el-İmame ve's-Siyase, İbni Kuteybe, s.70
[11]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, 1 / 232
[12]- Tarih-i Taberî, 3 / 471
[13]- el-İmame ve's-Siyase, s.82; Müsned-i Ahmed, 6 / 521; Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 2 / 497
[14]- el-İmame ve's-Siyase, s.80; el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 210
[15]- el-İmame ve's-Siyase, s.82
[16]- el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 209
[17]- el-İmame ve's-Siyase, s.82; Müsned-i Ahmed, 6 / 521; Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 2 / 497
[18]- el-İmame ve's-Siyase, s.82; Müruc'uz-Zeheb, 2 / 395
[19]- el-İmame ve's-Siyase, s.83
[20]- Tarih-i Taberî, 3 / 479; el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 211
[21]- Tarih-i Taberî, 3 / 482; el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 213
[22]- el-İmame ve's-Siyase, s.87; Taberî, 3 / 483-484; el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 215
[23]- el-İmame ve's-Siyase, s.89; Tarih-i Taberî, 3 / 484; Müruc'uz-Zeheb, el-Mes'udî, 2 / 367
[24]- el-İmame ve's-Siyase, s.74; Tarih-i Taberî, 5 / 507
[25]- el-İmame ve's-Siyase, s.90; Bihar'ul-Envar, 32 / 122
[26]- el-İmame ve's-Siyase, s.91; Müruc'uz-Zeheb, 2 / 270
[27]- el-İmame ve's-Siyase, s.91; Müruc'uz-Zeheb, 2 / 270
[28]- et-Tabakat'ül-Kubra 3 / 158; el-İmame ve's-Siyase, s.97
[29]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, 9 / 111
[30]- el-İmame ve's-Siyase, s.95
[31]- Tâhâ, 97
[32]- Tarih-i Yakubî, 2 / 172; Müruc'uz-Zeheb 2 / 371
[33]- el-İrşad, Şeyh Müfid, 1 / 256
[34]- el-Kâmil Fi't-Tarih, 3 / 255
[35]- Tarih-i Taberî, 3 / 544; el-İrşad, Şeyh Müfid, s.137
[36]- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, 1 / 250
[37]- el-İmame ve's-Siyase, s.98; Müruc'uz-Zeheb, Mes'udî, 2 / 379; el-Menakıb, Harezmî, s.115; et-Tezkire, Sıbt b. Cevzî, s.80
[38]- Tarih-i Taberî, 3 / 545-546
[39]- Tarih-i Taberî, 3 / 546