- Katılım
- 26 Temmuz 2011
- Mesajlar
- 19,432
- Tepkime puanı
- 185

Toplumda, ilâhî imtihanın bir cilvesi olarak bâzı kanadı kırık insanlar bulunur ki, Cenâb-ı Hak, diğer kullarına onlar hürmetine rızık verir ve yardım eder...
Lâkin insanlar, bu hakîkati çoğu zaman anlayamazlar...
O kulların mahrûmiyetine aldırmadan, devamlı kendi varlıklarının artmasını isterler...
Hâlbuki Cenâb-ı Hak, toplumdaki kanadı kırıklara bakmayı, imkân sâhipleri için bir vazife kılmıştır.
Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Hayır! (Siz Allah’tan hep ikrâmı devâm ettirmesini istersiniz lâkin), yetime değer vermez, iyilikte bulunmazsınız!
Muhtaçları doyurmaya teşvik etmezsiniz.” (el-Fecr, 17-18)
Toplumdaki zayıf ve muhtaç insanlara yakın olan ve samîmî bir şekilde ihtiyaçlarıyla ilgilenen kimseler, Cenâb-ı Hakk’ın râzı olduğu kulluk kıvâmına ererek iki cihan saâdetini elde ederler.
Toplumdaki kanadı kırıkların en fazla mahzun ve mağmûm olanları ise dul hanımlar ve yetim çocuklardır...
Onlar hâlet-i rûhiye olarak derin bir ıztırap, hasret ve sıkıntı içindedirler...
Onların maddî-mânevî yaralarının sarılması ve tesellî edilmeleri, ümmetin üzerine bir borçtur. Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“Kocasız kadınlarla, yoksulların işlerine yardım eden kimse, Allah yolunda cihâd etmiş gibi sevap kazanır.”
Râvî diyor ki, hattâ Allah Rasûlü’nün:
“O kimse tıpkı geceleri durmadan namaz kılan, gündüzleri de hiç ara vermeden oruç tutan kimse gibidir.” buyurduğunu da sanıyorum. (Buhârî, Nafakât 1, Edeb 25, 26; Müslim, Zühd 41)
Cenâb-ı Hak yetimlerin haklarını muhâfazayı kendi üzerine almış, bu hususta pek çok âyet-i kerîme inzâl buyurarak onlara güzel muâmelede bulunmayı emretmiştir...
Yetimle ilgilenip ihtiyaçlarını karşılamanın sarp yokuşu aşmak olduğunu haber vermiştir...
Bu sarp yokuşu aşarak, sırf Allâh’ın rızâsına ermek için kendileri de muhtaç olduğu hâlde fakire, yetime ve esire ikrâm eden kullarını da medhetmiştir...
Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Sakın yetime kahretme! (Kötü muâmelede bulunup onu ezme!)” (ed-Duhâ, 9)
“…Yetimlerin haklarını vermekte tam adâleti gözetin. Yaptığınız her iyiliği, Allah mutlaka bilir.” (en-Nisâ, 127)
Toplumdaki kanadı kırıklarla meşgul olmak yerine, aksine bir de onlara haksızlık yapmak, küfre ve nankörlüğe dalmış olan taşlaşmış bir kalbin çirkin tezâhürlerindendir...
Cenâb-ı Hak böylelerini tehdit ederek şöyle buyurur:
“Baksana şu dîni (mahşer ve hesâbı) yalan sayana! O, yetimi şiddetle itip kakar,
yoksulu doyurmaya teşvik etmez!” (el-Mâûn, 1-2)
Peygamber Efendimiz, yetimlere şefkatle muâmele eden mü’minleri en büyük mükâfatla müjdelemiştir. Birgün:
“Yetimi koruyup kollayan kişi ile ben cennete şu ikisi gibiyiz.” buyurmuş, aralarını biraz açarak işâret ve orta parmağını göstermiştir. (Buhârî, Edeb 24, Talak 14)
“Bir kimse, müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah Teâlâ onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizî, Birr, 14/1917)
“Bir kimse sırf Allah rızâsı için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap yazılır…” (Ahmed, V, 250)
Kalbinin katılığından şikâyet eden bir sahâbîye de Efendimiz -aley*hissalâtü vesselâm-:
“Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan, fakiri doyur, yetimin başını okşa!” tavsiyesinde bulunmuştur. (Ahmed, II, 263, 387)
Abdurrahman bin Ebzâ -radıyallâhu anh-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:
“Yetime karşı şefkatli bir baba gibi ol!” buyurduğunu nakleder. (Heysemî, VIII, 163)
Hayâta gözlerini yetim olarak açmış olan Fahr-i Kâinât Efendimiz, ümmetinin yetimleriyle bizzat alâkadar olmuşlardır. İnsanlığa en güzel bir örnek şahsiyet olmalarının bir tezâhürü olan şu ifâdeleri, ne yüksek bir fazîlet numûmesidir:
“Ben her mü’mine kendi nefsinden daha ileriyim, daha yakınım. Bir kimse ölürken mal bırakırsa, o mal kendi yakınlarına âittir. Fakat borç veya yetimler bırakırsa, o borç bana âittir; yetimlere bakmak da benim vazifemdir.”
(Müslim, Cuma, 43; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7)
İşte Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bu ifâdeleri, O’na ümmet olma bahtiyarlığına eren her bir mü’mine, eşsiz bir şefkat, merhamet, diğergâmlık ve mes’ûliyet duygusu tâlim etmektedir.