Hayalden gerçeğe uyanış‏...

elifgibi

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
28 Mart 2011
Mesajlar
2,125
Tepkime puanı
26
Mübarek EROL




Büyüklerimiz gafletten büyük felaket yoktur demişlerdir. Öyle ki insan
Rabbinin her an kendini gördüğünü unutursa, kolaylıkla yanlış yollara sapıp
ahiretini heba edebilir. Bu yüzden gafletten kurtulmanın çarelerini aramak,
kurtulmak için elimizden gelen gayreti göstermek çok mühim bir vazifedir.



Müminin selameti açısından asrımızdaki fitneler büyük tehlike arz ediyor.
Nereye gitsek, kimle karşılaşsak kendimizi emin hissedemiyoruz. Günah
işlemek öyle kolay ve hızlı oldu ki, korunabilmek için büyük dikkate
ihtiyacımız var. Gafletsiz nefes alabileceğimiz temiz bir çevreyi eskisinden
bin kat daha fazla arıyoruz.

Şükürler olsun ki, gafletten bunaldığımız zaman koşup huzuruna
varabileceğimiz, kalp kalbe verebileceğimiz maneviyat sultanları kıyamete
kadar var. Onların yolumuza ışık tutan rehberliği de olmasa, zifiri
karanlıkta, dört bir yanımızı sarmış tehlikenin ortasında nefessiz
kalacağız.

Özellikle bu zamanda tek başına gafletten kurtulmak neredeyse imkânsız hale
gelmiştir. Bir rehberin kafilesinde yol almak bu vahşetten selametle çıkmak
için güvenilir bir yoldur. Hadis-i şerifte buyrulduğu üzere “görüldüğü zaman
Allah’ı hatırlatan” mana dostları, başta gaflet olmak üzere kalbin manevi
hastalıklarını tedavi ederler. Bizlere ışık tutarak önümüzü aydınlatır,
selametle Allah’a ulaştırırlar. Cenab-ı Hak: “Bana yönelen kimsenin yoluna
uy.” (Lokman, 15) buyurmuştur.

Onlarla kalben irtibat insanı gafletten korur. İnsan ekşi bir limonu
yediğini hayal etse hakikatte de ağzı sulanır. Cenab-ı Mevlâ’nın kemal
sıfatlarının üzerinde tecelli ettiği bir Hak dostu ile hayali de olsa
irtibatlı olmak, ondaki güzellikleri ayna gibi kalbimize yansıtır. Gönlü
Allah sevgisiyle doldurur. Kendileriyle sohbet edebileceğimiz, Allah yolunun
inceliklerini öğrenebileceğimiz, muhabbetleriyle kalbimizi
nurlandıraca*ğımız, yanlışa saptığımız zaman bizi ikaz edecek, bize
Rabbimizi hatırlatacak dostlara ihtiyacımız var.

Her ne kadar gaflete dalmış olursak olalım, tevbe edip Allah yoluna
girebiliriz. Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi “Günahtan tevbe eden bir kimse
hiç günah işlememiş gibi olur.” Mümin her yerde, her zaman tevbe edebilir,
etmelidir de... Allah dostlarının şahitliğinde tevbe etmek de hakiki bir
dönüşe vesile olur. Hayatımızda yeni ve temiz bir sayfa açılır. Çünkü onlar
kendileri için tevbe ettikleri gibi, bizim için de istiğfar ederler.
Nazarlarıyla da kalbimizde ilâhi muhabbetin yerleşmesine vesile olurlar.

Ayrıca günlük hayatımızda gözümüze ilişen haramlardan ve sair günahlardan
dolayı hemen vakit geçirmeden oracıkta tevbe etmelidir. Gaflete yol
açabilecek en ufak meselelerde dahi uyanık olmalıdır. Aksi takdirde kalp
tekrar gaflete alışkanlık kazanır. Nihayet üst üste gelen günahlarla gücünü
yitirip yıkılır da, Allah ile irtibatı kesilir. Eğer nuru tamamen yok olur
ve zifiri karanlığa gömülürse -Allah korusun- inkâra düşmesinden korkulur.

Kalpteki kasvetin gitmesi için ölümü anmak da iyi bir yoldur. “Rabıta-i
mevt” adı verilen ölüm düşüncesi; uzun emelin, dünyada ebedi kalacakmış gibi
hayallere dalmanın önüne geçer ve hayatımıza istikamet verir. Dünyanın süsü
ve eğlencelerine olan muhabbeti keser, nefsani arzuları frenler ve hayatı
şuurlu olarak yaşamaya vesile olur. Hz. Ömer r.a. gibi büyük bir zat dahi
parmağına taktığı yüzüğe: “Ölüm sana nasihat olarak yeter” diye yazdırmıştı.
Kim bilir günde kaç defa o yazıya bakıyor ve hayatına istikamet veriyordu.
Şu an bulunduğumuz yer burası olabilir ama biraz sonra başka bir alemde
gözümüzü açmayacağımızın bir garantisi yok. Biz beklemesek bile ecel aniden
gelir.

Bir yandan günahlarımız, sorumluluklarımız ve Rabbimize karşı hesap verme
endişesiyle ölüm düşüncesi belimizi bükerken, öte yandan korku-ümit dengesi
içinde ebedi saadete açılan bir kapı olarak da bizi heyecanlandırır. Ancak
dünya muhabbeti onarılamayacak ölçüde kalbimizi tahrip ettiyse ölüm de kâr
etmez, ölüp gidenler de... Bu ciddi bir tehlikenin işaretidir.

Bu tür bir tehlikeye düşmemek için zikrullaha sarılmak gerekir. Zikir,
insanı Allah’a yaklaştıran, gafleti dağıtan bir ibadettir. Kelime manası
itibariyle nisyanın yani Allah’ı unutmanın ve O’ndan gafil olmanın zıddıdır.
Allah’ı anmak, hatırlamak manasına gelmektedir.

Ayet-i Kerime’de “Elbette Allah’ı zikretmek, en büyük ibadettir.” (Ankebut,
45) buyurulmaktadır. Namaz kılmak, oruç tutmak, Kur’an okumak gibi
ibadetlerin her biri birer zikirdir. Şuurlu bir şekilde ifa edildiği zaman
kalpteki gaflet bulutlarını dağıtır, günahları eritir ve insanın Allah
katındaki değerini artırır.

Tasavvuf büyüklerimizin bildirdikleri usullerle bir rehber eşliğinde zikir
dersi alıp buna devam etmek de kalbin selamete ermesi için büyük bir
vesiledir. Gece-gündüz, otururken, yatarken, uyurken, uyanıkken gönül Allah
ile olur. “Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzere yatarken Allah’ı
zikrederler.” (Âl-i İmrân, 191). Böylece yirmi dört saatin her anı Allah’ın
zikriyle dolu geçer. Manevi kalbimiz düştüğü kötü halden çıkıp Allah’a
yönelir. Allah’ın emirlerine itaati artar. Dünya hayatına ibret nazarıyla
bakar. Sevmesi, kızması, oturması, kalkması Allah için olur. Nihayet zikir
insanın bütün varlığını kaplar. Bundan sonra dünyanın insanı gaflete
düşürmesi kolay olmaz. Namaz, oruç, Kur’an okumak gibi bütün ibadetler
gerçek manasını bulur.

Zaten dünyanın insanı aldatan sahte yüzüne rağmen onca sıkıntısı, belası,
felaketi de ortadadır. Böyle zamanlarda insan acizliğini kavrar, vicdanının
sesini duymaya başlar, gafletini anlar. Çaresiz anlarda kendini Allah’a daha
yakın hisseder, samimi bir şekilde O’na yönelir.

Allah Tealâ, “Onlar, yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana
çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tevbe etmiyorlar, ibret de
almıyorlar.” (Tevbe, 126) buyurmaktadır. Böylesine bir gaflet bir mümine
asla yakışmaz. Bir rüya kadar kısa olan dünya hayatımızın bir bölümü zaten
geçip gitmiştir. Kalan zamanın çoğu da uykuyla ve günlük işlerle geçecektir.
Geriye kalan zamanı hayırlı işlerle değerlendirip geçmiş günahları silmek
için gayret etmelidir.

Bugün bizi yoldan çıkaran hiçbir şey mahşer günü bizim yanımızda, lehimizde
olmayacaktır. Ruhumuzu kabzedecek meleğe karşı duramayacaktır. O mahşer
kalabalığının içinde kendi derdimize düşüp, yalnız olarak hesabımızı
vereceğiz. “Bunların hepsi de kıyamet gününde O’nun huzuruna tek başına
(yapayalnız) gelecektir.” (Meryem, 95)

Cehennemin dehşeti, cennetin güzelliği bilinmektedir. Dünyada küçük bir
acıya dayanamazken, ahirette nasıl dayanabiliriz? Bunu iyi düşünmelidir.
Ahiret de, azap da gerçektir. Şakaya gelir bir konu değildir. Cennet ise,
her türlü güzelliğin yaşandığı ebedi saadet yurdudur. “İman edip de iyi
işler yapan kimselere gelince, yarın onları altından ırmaklar akan
cennetlere koyacağız, ebedi olarak oralarda kalacaklar. Bu Allah’ın gerçek
vaadidir. Allah’tan başka doğru sözlü kim olabilir?” (Nisa, 122)

Allah Tealâ her an ve her yerdedir, her şeyi görmekte ve bilmektedir. Ondan
gizli hiçbir şey yok. Melekler de bizi görmekte ve bütün yaptıklarımızı
kaydetmektedir. Peki biz onlardan hiç utanmaz mıyız? İnsanların gözünde hor,
hakir düşmek, çirkin görünmek bile bizi büyük üzüntüye sevkederken, onlardan
ve tabii ki bizim tek sahibimiz olan Rabbimiz’den hiç utanmayacak mıyız?

O halde gönül gözünü açıp yüzümüzü gerçeğe, kendi gerçeğimize döndürmemiz
lazım. Kurtulmak için uyanmak şarttır.

Rabbimizin tevfik ve inayeti ile...

 

Hümeyra

Süper Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
9 Mayıs 2014
Mesajlar
1,176
Tepkime puanı
4
''Ancak
dünya muhabbeti onarılamayacak ölçüde kalbimizi tahrip ettiyse ölüm de kâr
etmez, ölüp gidenler de... Bu ciddi bir tehlikenin işaretidir.''
Nasipsizliğin tarifi:(
 
Üst Alt