Helal Lokmanın Önemi

elifgibi

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
28 Mart 2011
Mesajlar
2,125
Tepkime puanı
26
Helal lokmanın önemi.
Ey gönül! Sen, çeşit çeşit, renk renk olan perdelerden çık, sıyrıl, aklını başına al da; perdeler seni gerçek dosttan ayırmasın. Gözüne perde kesilen lokmadan çok yeme, yoksa, gidecek yere gidemezsin, evini kaybedersin. Yaşamanı o lokmaya bağlı sanırsın, ama aslında çok yediğin lokma, can gözüne kıl, baş gözüne perde kesilir. Şu dünya çayırlığında pek fazla bayılıp gezme! “Neden gezmeyecekmişim?” de deme! Bu fazla dolaşmalar da can gözüne perdedir. [Hz. Pir Mevlana]

helallokma.jpg


İçimizdeki tükenmek nedir bilmeyen istekler bizi kendine köle ettiğinden beri, belimiz günah yüküyle iki kat oldu. Senin aşkın varken gönlümüze dünya sevgisi doldu. Bizim bu sahte efendilerimiz gözümüze ve gönlümüze sahip oldukları için önümüzü, sonumuzu göremez olduk. Bu halimiz nereye varacak? Bu çıkmazdan bizi kim kurtaracak?

Yediğimiz içtiğimiz şeyler aynen tohum gibidir. Düşüncelerimiz de ondan meydana gelir. Ağzımıza aldığımız helâl lokmadan Allah’a hizmet ve öteki âleme gitme arzusu doğar. Haram lokmadan ise kin, hased, gaflet, bilgisizlik, hile ve cahillik doğar. [Hz. Pir Mevlana]
Ahir ömründe ömrünün iki gözü görmez olmuş. Kime dua ederse, duası tutuyormuş. Hastalar geldiği zaman, okuduğu zaman hasta iyi oluyor. Birisi dua istediği zaman, dua ediyor, istediği oluyor. Tanınmış, mübarek insan. Duası müstecâb, makbul, ne dua etse oluyor. Mücerreb, tecrübe edilmiş yâni, bu böyle. Birisi demiş ki:

“-Yâ kendine dua etsene!.. Allah gözünün görme kabiliyetini aldı, görüyordun, görmez oldun. Dua edip de, gözünün açılmasını, görmesini Allah’tan istesene…”

Demiş ki mübarek:

“-Ben Allah’ın takdirini, gözümün nurundan daha çok severim!”



Allah-u ekber!.. Söze bak: “Ben Cenâb-ı Hakk’ın takdirini, gözümün nurundan daha fazla severim!” demiş, “O öyle takdir eylemiş.”



Şu dünya gurbetinde, yuvasından ayrı düşmüş garip kuşlardan farkımız yok. Kendine giden yolu bulmamızı isteyerek bizi bu çölün ortasına bırakan sahibimizle irtibatımızı sağlayan tek iletişim vasıtası dualarımızdır. Böyle iken duası hiç reddedilmeyen Hazretin buyurduğu kelama bak:
“Ben Allah’ın takdirini gözümün nurundan daha çok severim“


İlahi bizlere de bu güzel sahabinin gönül ikliminden hisseler ikram eyle de bizleri senin takdir ve hükmüne razı olanlardan eyle! Senin belalarına sabretme gücü ver. Senin nimetlerine şükretmek nasib eyle! Senden, nimetlerinin tamamını, vereceğin afiyetin devamını ve senin aşkında sebatımızı isteriz.



O’nun varislerinden Abdülkadir Geylani kuddise sirruh buyuruyor:


- Allah’dan onun rızasından gayrı bir şey isteme. Onun rızası dahilinde, helal kazanç iste, helal yiyecek, giyecek ve içecek iste. Alın terinin ve helal kazancının haricinde şeylere talip olma. Allah’ın emirlerinden kaçma. Ona kendisinden dünyalık talebinde bulunmak gayesiyle ibadet etme. Yalnız onun rızası için ibadet et.


Hem düşün bakalım Acaba atamız Hz. Adem ve Havva’ya niçin “yemek” eylemi yasaklandı da başka bir eylem yasaklanmadı?


Ey Âdem, sen ve eşin, cennete yerleşin, ikiniz de dilediğiniz şeyleri yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın, çünkü zalimlerden olursunuz [Âraf, 19]


Haşa ancak insanı çözme çabasıdır. İnsanı ayakta tutan en önemli ihtiyaç yemektir. Diğer bütün eylemler buna bağlıdır. Kuran-ı Kerim’de cennete girecek olan mü’minler için


Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere, afiyetle yiyin ve için [Mürselat, 43]


buyrulmak suretiyle insanın yeme-içmeye düşkün yaratıldığını belirtmiştir.


Yasak bir meyve (biz buna Kur’anî ıstılahla haram da diyebiliriz), insanlığın babasının nasıl cennetten çıkmasına sebep olmuşsa, onun evlatlarına da çıktığı yer olan cennete girmesine engel olur. Hz. Adem ilahi emre rağmen o ağaca yaklaşmasından dolayı nasıl dünyaya indirilmişse, dünyada bu yasağı çiğneyen de cehenneme indirilir.



Bir yasak meyve (diyelim ki bir elma) üstelik hepsi mideye inmemiş, birazı boğazda kalmış bir meyve Adem’e cennetten çıkmaya malolmuşsa tonlarla yasak meyve yiyenlere neye malolur?


Aslında Hz.Adem’e yasaklanan meyve ile mü’minlere yasaklanan bütün haram kazanç yolları arasında aynı Rab tarafından yasaklanma açısından hiçbir fark yoktur. Ve yine unutmayalım ki sarhoş sadece içilmesi haram olanı içen insan değil, bütün haram kazanç yollarından beslenenler de sarhoştur. Üstelik bu manevi sarhoşlar kendilerini ayık da sanmaktadırlar. Şimdi sual eylesek aramızda haram lokmayı seven çıkmaz ama kazancının tamamen helal olması için kazancı hakkında bir düşünme, eleme ve süzme gayret ve çabası içinde de değilizdir.

Kazancımızdaki fakirin hakkını teslim ettik mi? (Zekat) Memur isek çalışma saatlerimize ne kadar riayet ediyoruz? Bu saatler içinde ne kadar verimli çalışıp işveren için “gerçek bir fayda” sağlıyoruz?


Birazını gösterdim, birkaçını saydım. Geri kalanını sen bil, sen öğren. Kendi huyundan, Hakk’ın huyuna ulaş!



Sizler lokmanızın, kazancınızın, ananızın ak sütü gibi helal, temiz, alın teri, emek ve el emeği olmasına çok dikkat edin sevgili müslüman kardeşlerim! Evinize, çoluk çocuğunuza asla haram götürmeyin, onların ve kendinizin âhiretini mahvetmeyin!



Allah bizi, gerçekleri gören, hayatın mânâsını iyi anlayan, kendisinin asıl bu dünyadaki işinin, asıl vazifesinin, asıl temel görevinin Cenâb-ı Hakk’a güzel kulluk etmek olduğunu kavrayıp da, ömrünü Cenâb-ı Hakk’a güzel kulluk etmekle geçirenlerden eylesin…


Yâ Rabbi seni güzel güzel zikretmekte, senin verdiğin nimetlere cân u gönülden, tatlı tatlı şükretmekte ve sana şöyle senin istediğin vech ile güzel ibadet etmekte bize yardım eyle, tevfîkini refîk eyle de, yapabilelim!.. Şeytana kanmadan, nefse aldanmadan, fânî hayatın aldatıcı lezzetlerine takılıp kalmadan, ahireti unutmadan, sana güzel kulluk etmeyi bizlere nasîb eyle yâ Rabbi!.


 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
Hak dostlarından Ebû Abbas Nihâvendî’ye, ticaretle meşgul olan zengin talebelerinden biri gelerek zekâtını kime vermesinin daha uygun olacağını sorar. O da:

“–Gönlün kimde karar kılıyorsa ona ver!” buyurur.

Üstâdının yanından ayrılan talebe, yolu üzerinde dilenmekte olan bir âmâ görür. Gönlü ona ısınır. Zekâtı olan bir kese altını çıkarıp verir. Keseyi eliyle şöyle bir yoklayan âmâ sevinçle hemen oradan ayrılır.

Ertesi gün aynı yerden geçen talebe, bir önceki gün kendisine zekât verdiği âmâyı, pek neşeli bir sûrette başka bir âmâ ile konuşurken görür. Âmâ hem de öylesine neşelidir ki, yanındaki arkadaşı ile aralarındaki konuşma, bu sebeple uzak mesafeden dahî rahatlıkla duyulacak derecede yüksek perdeden gerçekleşmektedir. Talebe de gayr-i ihtiyârî şu cümlelere kulak misâfiri olur:

“–Biliyor musun, dün bana bir beyzâde tam bir kese altın verdi. Ben de hiç vakit kaybetmeden meyhâneye gidip bir güzel demlendim…”

Duyduğu bu ifâdeler talebenin çok canını sıkar. Doğruca Ebû Abbas Hazretleri’nin huzûruna varır. Hâdiseyi tam arz edecektir ki, Ebû Abbas Hazretleri onun konuşmasına fırsat dahî vermeden, sattığı külâhının karşılığı olan bir akçeyi infâk etmesi için kendisine uzatıp, önüne çıkan ilk kişiye bu akçeyi vermesini tembihler.

Talebe, bir şey diyemeden verilen vazifeyi derhal îfâ etmek üzere oradan ayrılır. Kendisine tembihlendiği gibi, karşısına çıkan ilk kişiye o akçeyi verir. Ancak içini kemiren büyük bir merakla, o şahsı tâkibe koyulur.
Adamcağız, biraz ilerideki bir harâbeye girer. Sonra elbisesinin altından ölü bir keklik çıkarıp yere bırakır. Tam oradan ayrılacaktır ki, talebe önüne geçip sorar:

“–Ey yiğit! Allah için doğruyu söyle, bu ne hâldir! Şuraya attığın ölü keklik de neyin nesidir?”

Adamcağız, kendisine akçeyi veren şahsı karşısında görünce heyecandan kekeleyerek şunları söyler:

“–Yedi gündür, bir şey bulup da çoluk-çocuğuma yediremedim. Ben ve hanımım sabrediyorduk, ama çocuklarımın artık açlığa tahammülleri kalmamıştı. Buna rağmen dilenip insanlardan bir şey istemek, aslâ yapamayacağım bir işti. Bu ıztırap içinde kıvranırken, senin görmüş olduğun, çürümeye yüz tutmuş o ölü kekliği buldum. Zarûret sebebiyle onu yemeleri için çocuklarıma götürecektim. İçimden de Allâh’a yalvarıyor; «Yâ Rab, hâlime inâyet eyle!» diye niyâz ediyordum ki, sen karşıma çıkıp o bir akçeyi verdin. Ben de Rabbime şükrederek, yenilemeyecek durumda olan o kekliği bu mezbeleye bıraktım. Şimdi pazara gidecek ve verdiğin bir akçeyle yiyecek bir şeyler alacağım…”

Bu hâle şaşırıp kalan talebe, derhâl Ebû Abbas Hazretleri’nin yanına gelir. Hazret-i Pîr, yine talebesinin bir şey söylemesine mahal vermeden şöyle buyurur:

“–Evlâdım! Demek ki sen, kazancına şüpheli veya haram bir şeyin karışıp karışmadığına dikkat etmemişsin. Bu yüzden de verdiğin muhtâca dikkat ettiğin hâlde, zekâtın şaraba gitti. Zira kazanılan şeyler, nereden ve nasıl elde edilmişse, benzer şekilde elden çıkar.

Nitekim senin bir kese altınına mukâbil benim bir tek akçemin sâlih bir insanın eline geçmesi de, onun helâlliğinden kaynaklanmaktadır…”

Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurmuştur:

“Şu yeryüzünde, şu gökyüzünde ne varsa, zerre zerre her şey, kehribar gibi kendi cinsini kendine çekmektedir! Mide ekmeği çeker alır, eritir; ciğerdeki hararet de suyu çeker, sömürür.”

Ne yersek yiyelim ne içersek içelim vücudumuz o besinlerin ,içeceklerin muhtevasında var olan mineralleri bedenimizde ,karakterimizde duygu ve hareketlerimizde,hayatimizda yansımaları etkilerini görürüz !
O yüzden Ne Yediğimize ve NeY-i ve Nereden aldiğimiza Dikkat Edelim.. ..

Velhâsıl helâl mal, sahibini helâle sevk eder ve haramlardan korur; haram bir mal da sahibini harâma meylettirir, helâle yöneltmez. Bundan dolayı gönül ehli Hak dostları, kalbî âlemlerinin inkişâfı için şu iki husûsiyete titizlik göstermiş ve şöyle buyurmuşlardır:

Yerken ağzınıza girene, konuşurken ağzınızdan çıkana dikkat edin!..”
Cenâb-ı Hakk’a Peygamber Efendimiz’in niyâzıyla ilticâ ediyoruz:

“Allâh’ım! Bana helâl rızık nasîb ederek haramlardan koru! Lûtfunla beni Sen’den başkasına muhtaç etme!” (Tirmizî, Deavât, 111)
 

Hümeyra

Süper Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
9 Mayıs 2014
Mesajlar
1,176
Tepkime puanı
4
agla..:,agla..:,agla..:,
“Allâh’ım! Bana helâl rızık nasîb ederek haramlardan koru! Lûtfunla beni Sen’den başkasına muhtaç etme!” (Tirmizî, Deavât, 111)

Bu konu canımı çok sıkan bir türlü kendimden nasıl uzaklaştıracağımı bulamadığım beni yeyip bitiren konu,neyin şüpheli olduğunu kestiremez hale geldim,artık yediklerimiz de ayırt edemediğimiz ,haramlar bizi yiyor belli ki....

Öyle zamanlarım geliyor karar alıyorum sadece emin olduğum yer bulup yiyecek içeçeğimi oradan az ve öz temin edeyim diye her seferinde bir şeyler ayağıma dolanıyor en çok ta nefsim...cddvb..
Hoş yemek içmek ile bitmiyor ki faize bulaşan haram kazanç,mahremin içinde çalışmak zorunda olmak buda haram,bitmiyor bir ucunu yakalıyorum diğer taraftan bozuluyor,nasıl hesap vereceğim derdindeyim; bilir diye dinine önem verene ,bilgisine güvendiğime soruyorum Allah tan korkar diye onların durumu verdikleri nasihat da apacık belli ''bu zaman da başka çare yok hepimiz bulaşıyoruz diyorlar ''
YOK MU GERÇEKTEN BİR YOLU Allah cc çözümsüz bırakmış olamaz böyle ÖNEMLİ bir konuyu ...
Ben harama bulaşmak yerine Somuncu babanın çilehane hücresi gibi bir yerde tek lokma tek hırka ama Rabbimin rızası ile kalmaya razıyım,o olmayınca neyleleyim haramdan gelen dünya nimetiniUzgunnn
 
Üst Alt