Kuranı kerimde böyle bir kelimenin eşi benzeri olmadığını düşünüyorum açıkçası islam dini basit bir din değil haşa sağlam delilleri olan hak din
Hadis i şerifte insanın insana tapması gibi bir olaydan bahsedilmesi bence çok çirkin hele ki dünyada bu kadar insan kadınları 2. sınıf insan görmesine sebep olan yegane sözlerden biri olduğunu düşünüyorum
Kuranı kerime göre yaşamamız her günümüzün islama uygun olması gerekirken hadislere iman edilip kuranda asla bulunmayan çirkin yönlendirmeler beni üzüyor gerçekten, hayvanlar hakkında söylenen kuranı kerimde şu hayvanı öldürün bilmem kaç sevap bu havanı öldürmeyen bizden değildir diye bir şey geçtiğini duymadım
Onlar masumdur faydalılardır bazıları karnımız doyurmamız için bazıları giyinmemiz için.... varlar durduk yere işkence olsun diye öldürelim diye değil
Bu kelimeleri yazan kitabın bir kapağından diğer kapağına kadar arasında bulunan sayfalara inanmak güç
Akıl, kullanım metoduna göre rahmete vesile iken kullanım metoduna göre de fitneye sebeptir. Akıl dediğimiz şey, vahyin önüne geçerse bu, aklı kullanmak olmaz. Hükmü net olan, ayet ve sahih hadislerde açıkça belirtilmiş konularda artık akıl kullanılarak o mesele inkâr ediliyorsa bu aklı kullanarak doğruyu bulmak değil, aklı kullanarak yoldan çıkmak olur. Aklî meziyetler, vahyi değiştirmek için değil vahyi anlamak için kullanılır. Ayet ve hadislerde net belirtilmemiş ve içtihada açık konularda ise akıl devrededir. Bu, dört hak mezhebin doğmasına vesile olmuştur ki temel esaslarda değil; muamelatta, ayrıntı uygulamalarda Kur’an ve sünnet eksenli aklı kullanarak sonuçlara varma meselesi ümmet için rahmettir, kolaylıktır ve gerekliliktir.
Kâinatta aklını ilk kullanıp kıyasa kalkışan İblis’in Allah’ın (cc) rahmetinden kovulma hadisesi bizlere, ortada bir vahiy, Allah’ın emri varsa orada aklın, vahyin önüne hiçbir şekilde geçemeyeceğinin dersini vermektedir. Sözde “aklı kullanan” itikatların bu anlayışıyla ortaya çıkarmış oldukları Kur’an ayetlerinin anlamlarını bozma girişimleri, ayetleri sembolik anlatımlara dönüştürme ve sünnet karşıtlığı, vahiyle bildirilmiş meselelerin inkârına sebep olmaktadır. Akıl kullanılarak(!) vahyin öğrettiği helaller haram, haramlar helal yapılmış, pek çok hak olan mesele batıl görülmeye, batıl olan meselelere hak denilmeye başlanmıştır. Sahabenin Peygamber’den (sav) aktardıkları hadisler dahi kaale alınmamıştır. Sahabenin ve sahabeden ders almış, sahabe görmüş pek çok âlim, ulemanın itikadî görüşleri, hükümleri, uygulamaları, rivayetleri reddedilmiştir.
Bunun yanında İmam Şafi (ra) gibi sünneti sistemleştirmiş âlimler, reformistlerin ismini duymaya tahammül dahi edemediği âlimler haline gelmiştir. Aynı şekilde pek çok hadis âlimi de bu tenkidlerden nasibini almıştır. Çünkü reformistlere göre muhaddisler de akıllarını kullanamamışlar, Kur’an’ı kendileri gibi anlayamamışlar ve hadisleri naklederken sadece senetlere bakmakla, senetteki ravileri değerlendirmekle hadisin sıhhat durumunu beyan etme yoluna gitmişler, hadiste metin tenkidi yapmamışlardır.
Kelimenin tam anlamıyla kılı kırk yararcasına hadis bilginleri tarafından yapılan ilmî araştırmaların hadis metinlerini ihmal etmiş olduğu iddiası, ciddiyetten uzak ve düşmanca bir tavırdır. Hadisçiler, çoğu zaman rivayet edilen hadisin lafızlarına, metnine bakmak suretiyle onun sahih ya da uydurma olduğuna hükmederler. Çünkü onlar, Hz. Peygamber’in (sav) sözleriyle devamlı meşgul oldukları için ona ait olan ve olmayan sözleri birbirinden kolaylıkla ayırabilecek bir ilmî olgunluk ve kuvvetli bir meslekî meleke kazanmışlardır. Hadisçiler, hadis metnini inceleyip onu, koydukları kaidelere aykırı bulunca senedindeki kusuru söylemekle yetinmiş, metnin kusurunu ayrıca belirtme yoluna gitmemiştir. İbnu’l Cevzi’nin, uydurma hadislere ait değerlendirmelerinde bunun çok açık misallerini görmek mümkündür. Hadislerde bulunan gizli kusurları inceleyen Kitabu’l-ileller’de böyledir. Öte yandan, isnadı sahih olan bir hadisin gizli bir kusuru bulunabileceği ve işin ehli olmayanların bir hadisin senedini sahih görmekle hemen metninin de sahih olduğuna hükmetmemesi gerektiği, hadisçilerin ortaklaşa benimsediği görüştür. Hadislerin uydurma olduğunu tanıma yollarından sayılan “hadisin lafzında gramer hatası veya manasında bozukluk bulunması, Kur’an’a ve sahih sünnette, akla, his ve müşahedeye muhalif olması, tarihi olaylara aykırı düşmesi, amellere vaadde ölçüsüzlük, belli bir şahsa ya da gruplara yaranma manası taşıması ve bilmeceye benzer kapalı ifadeler barındırması” gibi kusurlar, tamamen ve açık şekilde metin tenkidi ile ilgilidir. Tüm bunlar göstermektedir ki hadisçilerin metni ihmal etmeleri söz konusu değildir. En az senet kadar hadis metinleriyle de meşgul olma zorunluluğu vardır. Hadis edebiyatının ilk mahsulleri olan ve metinle ilgilenen “İlelu’l-hadis”ler ve “Garibu’l-hadis”ler buna delildir. Meşhur bibliyograf İbnu’l Nedim’in (385/995) el-Fihrist’i, bunun tarihî şahididir.
Mealistler için bir hadis-i şerifin, sahih, hasen, zayıf, mevzu ya da mütevatir olup olmaması önemli değildir. Sayısız sahabeden aktarılan bir hadis-i şerifte olsa kendi akıllarına uymadığı ya da nefsine ve keyfine göre anlam verdiği bir ayete uymadığı müddetçe bu haberler kolaylıkla reddedilir. Dolayısıyla akıl dinin esaslarına uydurulmaz, din kendi akıllarının esaslarına uydurulur. Ancak herkesin aklî esasları ve doğruları farklı olduğundan yukarıda örneklerini verdiğimiz gibi kendi aralarında dahi bir karmaşa oluşur, çelişkili pek çok görüş meydana çıkar. Çünkü insanların akılları birbiri ile benzer doğrulara kavuşmakta zorlanır. Bu sebeple tarih boyunca ve hala birçok felsefi, siyasi ayrılıklar vardır ve insanların ayrılığa düşeceği hususlarda akıl üstü bir vahye ihtiyaç duyulur. Bu sebeple Ehlisünnet Kur’an’ı Hz. Peygamberin (sav) açıklamalarına göre tefsir eder ve bu açıklamaları insanlığa öğreten sahabeye itimat eder.
Evet, bizler mealistlerin dediği gibi “Atalarımızın dinine” uyarız. Ancak bu atalarımız Hz. Rasulullah (sav) ve onun ehli beyti, sahabesidir. İbni Abbas (ra) gibi Peygamber amcasının, Hz. Aişe (ra) gibi Peygamber eşinin, Hz. Ali (ra) gibi ilim kapısının ve Peygamber damadının, Ebu Hureyre (ra) gibi Peygamber âşığının ve pek çok sahabe-i kiram efendilerimizin (ra) “Peygamber (sav) böyle öğretti.” diyerek yaşadıkları, yazdıkları, anlattıkları ve “Din böyledir.” diye bizzat ders verdiği âlimlerin sözleri mi kaale alınmalı yoksa Peygamberden on dört asır sonra dünyaya gelerek, ehli beytten ya da sahabeden hiç ders almadan ayet ve hadislere dilediği gibi anlam yükleyip ve muamelede bulunup kendilerine göre yeni bir din anlayışı geliştirmiş olanlara mı inanmalı, sorusunun cevabı açıktır. Allah Rasulü’nden (sav) bizzat İslam’ı öğrenmiş sahabeden ve sahabeden de iman, itikat, fıkıh, hadis, tefsir vb. öğrenmiş müçtehitlerden din almak her insaf sahibinin kabul etmesi gereken bir meseledir.