Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
İlmihal/Fıkıh
İnsanın yaratılış hikmeti
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ekrem" data-source="post: 64624" data-attributes="member: 3"><p><strong>Hikmet ve Hedef</strong></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><strong>Hikmet ve Hedef</strong></p> <p style="margin-left: 20px"> </p> <p style="margin-left: 20px">İlk olarak şunu belirtmek lazım ki; yaratılışın hikmeti ile yaratılışın hedefi iki ayrı farklı şeylerdir. Zira yaratılışın hikmetinin açıklamasıysıyla, başta insan olmak üzere bütün varlıkların bir hikmet doğurultusunda yaratıldığı açıklanılır, hedefin açıklanmasıyla ise hikmet doğrultusunda yaratılan insanların serencamı olumsuz bir noktaya varılmaması için nasıl bir program izlendiği açıklanılır. Başka bir beyanla hikmet başta insan olmak üzere bütün yaratıkların yaratılışlarının illetini ve yaratılışlarının mantıklı olduğunu beyan eder, hedef ise hikmet doğrultusunda yaratılan insandan istenilen şey nedir sorusunu cevaplandırma bağlamındadır.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Bu bağlamda özetle insanın yaratılış hikmeti hakkında şöyle diyoruz: vücud nurundan yararlanma kabilyetine sahip olan şeylere vücud nurunu vermemek başta cevad ve rahman olmak üzere tüm kemal sıfatlarına sahip olan hak talanın zatına ters olduğu gibi mantısal bir çelikidir. İnsan denen varlık vücud nurundan yararlanma kabiliyete sahiptir. Öyle ise ona vücud nurunu vermemek başta cevad ve rahman olmak üzere tüm kemal sıfatlarına sahip olan hak talanın zatına ters olduğu gibi mantıksal bir çelişkidir de. Bunun tersi ise mantıklıdır, yani ona vücud nurunun verilmesi zatına uygun olduğu gibi mantılıdır da. İnsanın yaratılış hedefi için de özetle şöyle diyoruz. Vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olup yaratılan insan düşüş ile yükseliş sınırı anlamında olan barzahta yer almıştır. Bu noktandan hareketle insan en yüce mertebelere (ala illiyyine) ulaşma kabiliyetine sahip olduğu gibi, bu noktadan harektle en aşağı mertebeye (esfele safilin) düşme kabiliyetine de sahiptir. Ondan istenilen şey ise yüce mertebelere (ala illiyyin) çıkmaktır ve onu en yüce mertebeye çıkmak için de gerekli olan programda belirlenmiştir. Yani vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olup yaratılan insandan en yüce mertebelere çıkma kabiliyetine sahip olduğu için ondan o mertebeye çıkması istenilmektedir, dolayısıyla onun bu mertebeye ulaşması için gerekli programda gönderilen Resuller vasıtasıyla açıklanmıştır. Ama bu istek teşrii irade doğrultusundadır. Dolayısıyla bu irade tahakkuk bulamaya bilir. Yani insanlar Allahın bu iradesini gerçekleştirmeyebilirler. Bu konununun özetiydi. Şimdi dataylısına geçelim. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong>Allahın tekvini ve teşrii iradesi</strong></p> <p style="margin-left: 20px"> </p> <p style="margin-left: 20px">Allah’ın iradesi, tekvini ve teşrii olmak üzere iki kısımdır. Şöyle ki; Allahu taala bir şeyi gerçekleştirmek istediği zaman önce onu irade eder sonra (öncelik ile sonralık zamansal değildir. Tahlili ve rütbidir) onu gerçekleştirir. Gerçekleştirmek istediği şeyi ya vasıtasız gerçekleştirir veya bir şeyi vasıta kılar gerçekleştirir. Vasıta kıldığı şey, ya özgür iradeye sahip değildir veya özgür iradeye sahiptir. Birinci ve ikinci irade şekline iradeyi tekvini, üçüncü irade şekline de iradeyi teşrii denilmektedir. Örneğin Allah’u taala ilk varlığı yani akli evveli ve ikinci aklı yaratmak, yağmuru ve kitapları indirmek, insanın ölümünü, ölümden sonra tekrar dirilmesini ve kendisine ibadetin yapılmasını istiyor. ama birinci varlınğın yani akli evelli yaratmak doğrultusunda olan iradenin gerçekleşmesinde herhangi bir vasita yoktur, ikinci aklın gerçeklerşmesinde birinci akıl, yağmuru, kitapları indirmek, insanın ölümü ve insanın ölümden sonra dirilmesi doğrultusunda olan iradenin gerçekleşmesinde ise vasıta vardır, ancak özgür iradeye sahip olan vasıtalar değil. İşte bu şeylerin gerçekleşmesine taalluk eden iradeye iradeyi tekvini denilmektedir. Kendisine ibadetin gerçekleşmesi doğrultusunda olan iradenin gerçekleşmesinde ise özgür iradeye sahip olan vasıta vardır. Zira ibadetin gerçekleşmesi insan ve cinlerden istenilmiştir. <strong>“<em>Cinleri ve insanları ancak bana ibadet edtsinler diye yaratım</em>”. (zariyat 56).</strong> Özgür iradeye sahip olanlardan bir şeyin gerçekleşmesine taalluk eden iradeye de iradeyi teşrii denilmektedir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">İki arade arasında farklar: Tekvini irade ile teşrii iradelerin daha fazla açıklanması için ikisini birbirinden ayıran farklılıklara işaret edelim; bu iki irade arasında olan önemli faklar vardır. Burada bir kaçına işaret ederiz; birinci fark: iradeyi tekvinide tahaluf imkansızdır, teşriide ise tehaluf mümkündür. Yani Allahın tekvini iradesinin gerçekleşmemesi imkansızdır, ama teşrii iradesi gerçekleşmeyebilir. İkincisi; tekvini iradesi icad, ibda ve yaratılış doğrultusunda, yani “kun fe yekun = ol ve olu verir” ile irtibatlıdır, teşrii iradesi ise hidayet ve yol gösterme doğrultusundadır. Üçüncüsü; tekvini ile ilgili hidayet varlıkları kabiliyetlerine uygun yaratmak anlamındadır, teşriiyle ilgili hidayet saadeti ve saadete giden yolu belirleme anlamındadır. Dördüncüsü; tekvini irade kabiliyetlere taalluk eder, teşrii irade ise en yüce, en şerefli ve değerlere taalluk eder. Başka bir beyanla tekvini irade kevsi nüzüli doğrultusundadır, teşrii irade ise kevsi Suudi doğrultusundadır. Beşincisi; tekvini irade kabiliyetlere taalluk ettiği için geneldir. Yani bütün varlıkları kapsar ve kabiliyetlerin olduğu her yerde tecelli bulur, teşrii irade ise en yüce ve en yüksek şeylere taalluk ettiği için has yani özgür iradeye sahip olan varlıklara mahsustur. Dolayısyla kabiliyetlerin olduğu yerlerde tekvini irade devreye girer vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan şeylere vücud verir, en yüce varlığın vücud bulması özgür irade doğrultusunda gerçekleşmesi mümkün olduğu için özgür iradeye sahip olan varlıkların olduğu yerde devreye geçer, onlardan yüce hedefi seçmelerini ister. Başka bir beyanla iradeyi tekvini hak taalanın sıfatlarının genel boyutunun tecelisisidir, dolaysıyla bütün varlıkları kapsar, <strong>“<em>rahmetim her şeyi kuşatmış</em>” (araf 156),</strong> teşrii irade hak taalanın sıfatlarının has boyutunun tecellisidir, dolayısıyla özgür iradeye sahip olan varlıklara hastır. Altıncısı;Tekvini irade ile teşrii irade arasındaki ilişki tam girişimlilik (umum husus mutlak) şeklindedir. Yani tekvini irade teşriiyi kapsıyor ama teşrii irade tekviniyi kapsamıyor. Şöyleki özgür iradeye sahip olan varlıkların iradesi Allahın teşrii iradesi doğrultusunda faal olursa Allahın teşreii iradesinin taalluk ettiği en yüce varlık vücud bulma kabiliyetini kazanır, dolayısıyla tekvini irade devreye geçer ve kabiliyet şeklinde o yüce varlığa fiiliyet verir. Yani teşrii iradenin taalluk ettiği şeyin fiiliyete geçmeside tekvini iradeyle gerçekleştirir. Ama özgür iradeye sahip olan varlığın iradesi Allahın teşrii iradesi doğrultusunda değil, bilakis onun tam tersine faal olursa en aşağı ve en değersiz varlıklar, vücud bulma kabiliyetini kazanır, dolayısıyla Allahın tekvini iradesi devreye geçer onlara vücud verir. Görüldüğü gibi burada tekvini irade vardır ama teşrii irade yoktur. Yukarıdaki açıklamalar özgür sahibi olan varlıkların özgür iradesini devre dışı bırakarak cebre temayül eden eğilimi reddettiği gibi, Allah’ın iradesini devre dışı ederek tafvize temayül eden eğilimi de reddetmektedir. Bu konu mekalenin devamında daha fazla açıklanılacaktır. İnşallah. </p> <p style="margin-left: 20px"></p><p style="text-align: left"><strong>Hayır ve şer, değerli ve değersiz (alçaklık) kavramları.</strong></p></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Konumuzla irtibatlı olup dikkat edilmesi gereken konulardan bir diğeride hayır ve şer, değer ve değersizlik kavramları ve aralarındaki farktır. Yani bu kavramalara ve aralarındaki farka dikkat etmek konunun anlaşılmasında yardımcı olur. Dolayısıyla burada bu kavramların anlamı ve aralarındaki farka kısaca değineceğiz.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Hayır ve şer kavramları, değer ve değersizlik kavramları oranla daha kapsamlı ve geneldir. Mana itibariyle de felsefecilerin yapmış oldukları incelemelerde, hayır netice itibariyle vücut, şer de adem anlamındadır. Vücud hayır adem de şer olduğunu göz öünde bulundurduğumuzda bir şey vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olduğu halde yaratılmayıp adem karanlıklarında bırakılması şer, kendisine vücud bağışlayarak adem karanlığından vücud aydınlığına çıkartılması da hayırdır. Dolayısıyla vücut nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan şeylere vücüd verilmemesi şer vücud verilmesi hayırdır. Bunabinaen ademden vücud marhalesine çıkartılan hiçbir şey şer olarak nitelendirilemesi mantıklı olmadığı gibi, Allah tarafından şerrin yaratıldığını iddia edilmesi de mantıksızlıktır.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Değer ve değersiz ise özgür iradelerin olduğu yerlerde anlam kazanır, özgür iradelerin olmadığı yerlerde bu iki kavramın hiçbir anlamı yoktur. Dolaysıyla en değerli ve en değersiz varlıkların var olması da özgür iradenin olduğu yerlerde ancak mümkün olabilir. Şöyle ki, özgür iradeye sahip olan varlıklar, özgür iradesini yüce varlığın vücuda gelmesi doğrultusunda faal ederlerse, yüce varlık vücud bulma kabiliyetini kazanır. Değerli şeyler vücuda gelme kabiliyetini kazandığında, Allahu taala’nın tekvini iradesi devreye geçer ve ona vücud bağışlar. Yani özgür iradeye sahip olan varlık istemediği sürece kâmil insanın vücuda gelmesi imkânsızdır. İmkânın olmadığı yerde Allahın iradesi de söz konusu değildir. Dolayısıyla değerli varlık (insani kamil) da vücuda gelemez. Özgür iradeye sahip olan varlık özgür iradesini en değersiz varlığın vücuda gelmesi doğrultusunda faal ederse, değersiz varlık vücuda gelme kabiliyetini kazanır. Değersiz şeylerin vücuda gelmesi mümkün olunca, Allahın tekvini iradesi ona taaluk ederek kendisine vücud bağışlar. Yani özgür iradeye sahip olan varlık istemediği sürece değersiz varlığın vücuda gelmesi kabiliyet bulamaz, dolayısıyla Allahın tekvini iradesi de devreye girmez. İblis özgür iradeye sahip bir valık olarak vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olduğu için Allah kendisine vücud bağışladı. Onun bu vücudu hayırdır. Değerli olup olmamakla hiçbir alakası yoktur. Tekvinen yaratılan İblis özgür iradeye sahip olduğu için kendi iradesini ya Allahın teşrii iradesinin taalluk ettiği değerlere taalluk eder, dolayısıyla hayırlı bir varlık olmakla beraber değerli bir varlık olma kabiliyetini kazanır, ya Allahın teşrii iradesinin taalluk ettiği değerlere değil, aykırı şeylere taalluk eder, dolayısıyla vücud olma itibariyle hayır olduğu halde en alçak bir varlık olma kabiliyetini kazanır. Özgür iradeye sahip olan varlıkların tümü İblisin bu durumuyla karşılaşmaları söz konusudur. Yani onlarda kendi özgür iredeleri istikametinde ya kendilerini değerli bir varlık olma durumun getirirler ya değersiz ve alçak bir duruma getirirler. Değerli olan varlıklarla alçak olan varlıklar zati itibairyle birbirinden farklı oldukları için onların bu durumu bil ayan olarak zahir oldukları zaman bir arada yaşamaları imkânsızdır. Dolayısıyla allahu taala değerliler için cennet değersizler için cehennemi yarattı. <strong>Daha doğrusu cennet ile cehennem insanların istekleri doğrultusunda olanaklı hale geldiği için yaratılmışlar</strong>. Cennet yani değerlilerin yeri, cehennem yani alçakların yeri. Ama her ikisi vücut bakımından hayırdırlar. Zira ikiside kabiliyetleri doğrultusunda yaratılmış vücudlardır. Hakeza İkisinin içinde yer alan varlıklar vücud bakımından hayırdırlar. Ama cennettekiler kendi özgür iradeleri doğrultusunda değerli, cehennemdekiler de kendi özgür iradeleri doğrultusunda değersiz hale gelmelerini istemişler. İşte onların bu hale gelmelerini, Allahu taala teşrii iradesiyle istememiştir. Yani Allahu taala hiçbir varlığın değersiz hale gelmesini istemiyor. Bunun en açık kanıtı Resüllerin gönderilmesidir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p><p style="text-align: center"><img src="https://www.islamiforumlar.net/resim/images/okisareti.gif" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p> </p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ekrem, post: 64624, member: 3"] [b]Hikmet ve Hedef[/b] [INDENT][B]Hikmet ve Hedef[/B] İlk olarak şunu belirtmek lazım ki; yaratılışın hikmeti ile yaratılışın hedefi iki ayrı farklı şeylerdir. Zira yaratılışın hikmetinin açıklamasıysıyla, başta insan olmak üzere bütün varlıkların bir hikmet doğurultusunda yaratıldığı açıklanılır, hedefin açıklanmasıyla ise hikmet doğrultusunda yaratılan insanların serencamı olumsuz bir noktaya varılmaması için nasıl bir program izlendiği açıklanılır. Başka bir beyanla hikmet başta insan olmak üzere bütün yaratıkların yaratılışlarının illetini ve yaratılışlarının mantıklı olduğunu beyan eder, hedef ise hikmet doğrultusunda yaratılan insandan istenilen şey nedir sorusunu cevaplandırma bağlamındadır. Bu bağlamda özetle insanın yaratılış hikmeti hakkında şöyle diyoruz: vücud nurundan yararlanma kabilyetine sahip olan şeylere vücud nurunu vermemek başta cevad ve rahman olmak üzere tüm kemal sıfatlarına sahip olan hak talanın zatına ters olduğu gibi mantısal bir çelikidir. İnsan denen varlık vücud nurundan yararlanma kabiliyete sahiptir. Öyle ise ona vücud nurunu vermemek başta cevad ve rahman olmak üzere tüm kemal sıfatlarına sahip olan hak talanın zatına ters olduğu gibi mantıksal bir çelişkidir de. Bunun tersi ise mantıklıdır, yani ona vücud nurunun verilmesi zatına uygun olduğu gibi mantılıdır da. İnsanın yaratılış hedefi için de özetle şöyle diyoruz. Vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olup yaratılan insan düşüş ile yükseliş sınırı anlamında olan barzahta yer almıştır. Bu noktandan hareketle insan en yüce mertebelere (ala illiyyine) ulaşma kabiliyetine sahip olduğu gibi, bu noktadan harektle en aşağı mertebeye (esfele safilin) düşme kabiliyetine de sahiptir. Ondan istenilen şey ise yüce mertebelere (ala illiyyin) çıkmaktır ve onu en yüce mertebeye çıkmak için de gerekli olan programda belirlenmiştir. Yani vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olup yaratılan insandan en yüce mertebelere çıkma kabiliyetine sahip olduğu için ondan o mertebeye çıkması istenilmektedir, dolayısıyla onun bu mertebeye ulaşması için gerekli programda gönderilen Resuller vasıtasıyla açıklanmıştır. Ama bu istek teşrii irade doğrultusundadır. Dolayısıyla bu irade tahakkuk bulamaya bilir. Yani insanlar Allahın bu iradesini gerçekleştirmeyebilirler. Bu konununun özetiydi. Şimdi dataylısına geçelim. [B]Allahın tekvini ve teşrii iradesi[/B] Allah’ın iradesi, tekvini ve teşrii olmak üzere iki kısımdır. Şöyle ki; Allahu taala bir şeyi gerçekleştirmek istediği zaman önce onu irade eder sonra (öncelik ile sonralık zamansal değildir. Tahlili ve rütbidir) onu gerçekleştirir. Gerçekleştirmek istediği şeyi ya vasıtasız gerçekleştirir veya bir şeyi vasıta kılar gerçekleştirir. Vasıta kıldığı şey, ya özgür iradeye sahip değildir veya özgür iradeye sahiptir. Birinci ve ikinci irade şekline iradeyi tekvini, üçüncü irade şekline de iradeyi teşrii denilmektedir. Örneğin Allah’u taala ilk varlığı yani akli evveli ve ikinci aklı yaratmak, yağmuru ve kitapları indirmek, insanın ölümünü, ölümden sonra tekrar dirilmesini ve kendisine ibadetin yapılmasını istiyor. ama birinci varlınğın yani akli evelli yaratmak doğrultusunda olan iradenin gerçekleşmesinde herhangi bir vasita yoktur, ikinci aklın gerçeklerşmesinde birinci akıl, yağmuru, kitapları indirmek, insanın ölümü ve insanın ölümden sonra dirilmesi doğrultusunda olan iradenin gerçekleşmesinde ise vasıta vardır, ancak özgür iradeye sahip olan vasıtalar değil. İşte bu şeylerin gerçekleşmesine taalluk eden iradeye iradeyi tekvini denilmektedir. Kendisine ibadetin gerçekleşmesi doğrultusunda olan iradenin gerçekleşmesinde ise özgür iradeye sahip olan vasıta vardır. Zira ibadetin gerçekleşmesi insan ve cinlerden istenilmiştir. [B]“[I]Cinleri ve insanları ancak bana ibadet edtsinler diye yaratım[/I]”. (zariyat 56).[/B] Özgür iradeye sahip olanlardan bir şeyin gerçekleşmesine taalluk eden iradeye de iradeyi teşrii denilmektedir. İki arade arasında farklar: Tekvini irade ile teşrii iradelerin daha fazla açıklanması için ikisini birbirinden ayıran farklılıklara işaret edelim; bu iki irade arasında olan önemli faklar vardır. Burada bir kaçına işaret ederiz; birinci fark: iradeyi tekvinide tahaluf imkansızdır, teşriide ise tehaluf mümkündür. Yani Allahın tekvini iradesinin gerçekleşmemesi imkansızdır, ama teşrii iradesi gerçekleşmeyebilir. İkincisi; tekvini iradesi icad, ibda ve yaratılış doğrultusunda, yani “kun fe yekun = ol ve olu verir” ile irtibatlıdır, teşrii iradesi ise hidayet ve yol gösterme doğrultusundadır. Üçüncüsü; tekvini ile ilgili hidayet varlıkları kabiliyetlerine uygun yaratmak anlamındadır, teşriiyle ilgili hidayet saadeti ve saadete giden yolu belirleme anlamındadır. Dördüncüsü; tekvini irade kabiliyetlere taalluk eder, teşrii irade ise en yüce, en şerefli ve değerlere taalluk eder. Başka bir beyanla tekvini irade kevsi nüzüli doğrultusundadır, teşrii irade ise kevsi Suudi doğrultusundadır. Beşincisi; tekvini irade kabiliyetlere taalluk ettiği için geneldir. Yani bütün varlıkları kapsar ve kabiliyetlerin olduğu her yerde tecelli bulur, teşrii irade ise en yüce ve en yüksek şeylere taalluk ettiği için has yani özgür iradeye sahip olan varlıklara mahsustur. Dolayısyla kabiliyetlerin olduğu yerlerde tekvini irade devreye girer vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan şeylere vücud verir, en yüce varlığın vücud bulması özgür irade doğrultusunda gerçekleşmesi mümkün olduğu için özgür iradeye sahip olan varlıkların olduğu yerde devreye geçer, onlardan yüce hedefi seçmelerini ister. Başka bir beyanla iradeyi tekvini hak taalanın sıfatlarının genel boyutunun tecelisisidir, dolaysıyla bütün varlıkları kapsar, [B]“[I]rahmetim her şeyi kuşatmış[/I]” (araf 156),[/B] teşrii irade hak taalanın sıfatlarının has boyutunun tecellisidir, dolayısıyla özgür iradeye sahip olan varlıklara hastır. Altıncısı;Tekvini irade ile teşrii irade arasındaki ilişki tam girişimlilik (umum husus mutlak) şeklindedir. Yani tekvini irade teşriiyi kapsıyor ama teşrii irade tekviniyi kapsamıyor. Şöyleki özgür iradeye sahip olan varlıkların iradesi Allahın teşrii iradesi doğrultusunda faal olursa Allahın teşreii iradesinin taalluk ettiği en yüce varlık vücud bulma kabiliyetini kazanır, dolayısıyla tekvini irade devreye geçer ve kabiliyet şeklinde o yüce varlığa fiiliyet verir. Yani teşrii iradenin taalluk ettiği şeyin fiiliyete geçmeside tekvini iradeyle gerçekleştirir. Ama özgür iradeye sahip olan varlığın iradesi Allahın teşrii iradesi doğrultusunda değil, bilakis onun tam tersine faal olursa en aşağı ve en değersiz varlıklar, vücud bulma kabiliyetini kazanır, dolayısıyla Allahın tekvini iradesi devreye geçer onlara vücud verir. Görüldüğü gibi burada tekvini irade vardır ama teşrii irade yoktur. Yukarıdaki açıklamalar özgür sahibi olan varlıkların özgür iradesini devre dışı bırakarak cebre temayül eden eğilimi reddettiği gibi, Allah’ın iradesini devre dışı ederek tafvize temayül eden eğilimi de reddetmektedir. Bu konu mekalenin devamında daha fazla açıklanılacaktır. İnşallah. [LEFT][B]Hayır ve şer, değerli ve değersiz (alçaklık) kavramları.[/B][/LEFT] Konumuzla irtibatlı olup dikkat edilmesi gereken konulardan bir diğeride hayır ve şer, değer ve değersizlik kavramları ve aralarındaki farktır. Yani bu kavramalara ve aralarındaki farka dikkat etmek konunun anlaşılmasında yardımcı olur. Dolayısıyla burada bu kavramların anlamı ve aralarındaki farka kısaca değineceğiz. Hayır ve şer kavramları, değer ve değersizlik kavramları oranla daha kapsamlı ve geneldir. Mana itibariyle de felsefecilerin yapmış oldukları incelemelerde, hayır netice itibariyle vücut, şer de adem anlamındadır. Vücud hayır adem de şer olduğunu göz öünde bulundurduğumuzda bir şey vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olduğu halde yaratılmayıp adem karanlıklarında bırakılması şer, kendisine vücud bağışlayarak adem karanlığından vücud aydınlığına çıkartılması da hayırdır. Dolayısıyla vücut nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan şeylere vücüd verilmemesi şer vücud verilmesi hayırdır. Bunabinaen ademden vücud marhalesine çıkartılan hiçbir şey şer olarak nitelendirilemesi mantıklı olmadığı gibi, Allah tarafından şerrin yaratıldığını iddia edilmesi de mantıksızlıktır. Değer ve değersiz ise özgür iradelerin olduğu yerlerde anlam kazanır, özgür iradelerin olmadığı yerlerde bu iki kavramın hiçbir anlamı yoktur. Dolaysıyla en değerli ve en değersiz varlıkların var olması da özgür iradenin olduğu yerlerde ancak mümkün olabilir. Şöyle ki, özgür iradeye sahip olan varlıklar, özgür iradesini yüce varlığın vücuda gelmesi doğrultusunda faal ederlerse, yüce varlık vücud bulma kabiliyetini kazanır. Değerli şeyler vücuda gelme kabiliyetini kazandığında, Allahu taala’nın tekvini iradesi devreye geçer ve ona vücud bağışlar. Yani özgür iradeye sahip olan varlık istemediği sürece kâmil insanın vücuda gelmesi imkânsızdır. İmkânın olmadığı yerde Allahın iradesi de söz konusu değildir. Dolayısıyla değerli varlık (insani kamil) da vücuda gelemez. Özgür iradeye sahip olan varlık özgür iradesini en değersiz varlığın vücuda gelmesi doğrultusunda faal ederse, değersiz varlık vücuda gelme kabiliyetini kazanır. Değersiz şeylerin vücuda gelmesi mümkün olunca, Allahın tekvini iradesi ona taaluk ederek kendisine vücud bağışlar. Yani özgür iradeye sahip olan varlık istemediği sürece değersiz varlığın vücuda gelmesi kabiliyet bulamaz, dolayısıyla Allahın tekvini iradesi de devreye girmez. İblis özgür iradeye sahip bir valık olarak vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olduğu için Allah kendisine vücud bağışladı. Onun bu vücudu hayırdır. Değerli olup olmamakla hiçbir alakası yoktur. Tekvinen yaratılan İblis özgür iradeye sahip olduğu için kendi iradesini ya Allahın teşrii iradesinin taalluk ettiği değerlere taalluk eder, dolayısıyla hayırlı bir varlık olmakla beraber değerli bir varlık olma kabiliyetini kazanır, ya Allahın teşrii iradesinin taalluk ettiği değerlere değil, aykırı şeylere taalluk eder, dolayısıyla vücud olma itibariyle hayır olduğu halde en alçak bir varlık olma kabiliyetini kazanır. Özgür iradeye sahip olan varlıkların tümü İblisin bu durumuyla karşılaşmaları söz konusudur. Yani onlarda kendi özgür iredeleri istikametinde ya kendilerini değerli bir varlık olma durumun getirirler ya değersiz ve alçak bir duruma getirirler. Değerli olan varlıklarla alçak olan varlıklar zati itibairyle birbirinden farklı oldukları için onların bu durumu bil ayan olarak zahir oldukları zaman bir arada yaşamaları imkânsızdır. Dolayısıyla allahu taala değerliler için cennet değersizler için cehennemi yarattı. [B]Daha doğrusu cennet ile cehennem insanların istekleri doğrultusunda olanaklı hale geldiği için yaratılmışlar[/B]. Cennet yani değerlilerin yeri, cehennem yani alçakların yeri. Ama her ikisi vücut bakımından hayırdırlar. Zira ikiside kabiliyetleri doğrultusunda yaratılmış vücudlardır. Hakeza İkisinin içinde yer alan varlıklar vücud bakımından hayırdırlar. Ama cennettekiler kendi özgür iradeleri doğrultusunda değerli, cehennemdekiler de kendi özgür iradeleri doğrultusunda değersiz hale gelmelerini istemişler. İşte onların bu hale gelmelerini, Allahu taala teşrii iradesiyle istememiştir. Yani Allahu taala hiçbir varlığın değersiz hale gelmesini istemiyor. Bunun en açık kanıtı Resüllerin gönderilmesidir. [CENTER][IMG]https://www.islamiforumlar.net/resim/images/okisareti.gif[/IMG][/CENTER] [/INDENT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün 3 rekat olan son namazı nedir?
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
İlmihal/Fıkıh
İnsanın yaratılış hikmeti
Üst
Alt