Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
İlmihal/Fıkıh
İnsanın yaratılış hikmeti
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ekrem" data-source="post: 64628" data-attributes="member: 3"><p style="margin-left: 20px"><p style="text-align: left"><strong>İnsanın yaratılış hikmeti</strong></p></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Önce genel anlamda varlıkların yaratılış hikmetini, daha sonra has insanın yaratılış hikmetini ele alırız. Bir açıdan varlıkları tasavvur ederek zihnimizde incelediğimizde varlığı zatından kaynaklanan ve varlığı zatından kaynaklanmayan olmak üzere iki tür varlığın varolduğu tasavvur edilir. Felsefede varlığı kendi zatından kaynaklanan varlığa vacibül-vücud/zorunlu varlık, varlığı zatından kaynaklanmayan varlığa da mümkünül-vücud/olanaklı varlık denilmektedir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Zorunlu varlık varlığı kendi zatından kaynaklanmaktadır. Yani vücud bulmak noktasında kendi zatından başka farz edilen hiçbir şeye ihtiyaç duymuyor. Zatı tek başına tasavvur edildiğinde var olmasının gerekli olduğu ve vücudu kendisinden selb edilmesi tanakuza neden olan varlıktır. Başka bir değişle vücud bağlamında başkasına borçlu olmayan varlıktır. Bu varlık türü bütün kemal sıfatlarına sahiptir. Felsefi deyişle vacibül-vücud, bütün cihetleriyle vaciptir. Yani zorunlu olan varlık bütün cihetleriyle zorunludur, hiçbir cihette kendi zatından başka hiçbir şeye ihtiyaç duymuyor. Başka bir deyişle bütün kemali sıfatlara sahip olma noktasında mutlak bağımsızdır. Zira bir tek cihette kendisinden başka bir şeye bağımlı olması, bağlı olduğu cihette muhtaçtır, dolayısıyla vacip olamaz. Özetle varlığı zorunlu olan varlık var olma noktasında zorunlu olduğu ve zatından başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadığı gibi bütün cemali ve celali sıfatlara sahip olma noktasında da zorunlu ve zatından başka hiçbir şeye muhtaç değildir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Varlığı zatından kaynaklanmayan ikinci varlık türü zatı itibarıyla her şeyden soyut olarak tek başına tasavvur edildiğinde vücud bulma ve vücud bulmama bakımından musavi derecededir. Yani zihinde tasavvur edilen bu şey dış âlemde vücud bulmak için başka bir şeye muhtaç olduğu gibi, dış âlemde yok olması için de başka bir şeye muhtaçtır. Başka bir deyişle hem varlığı başkasından kaynaklanmaktadır hem yokluğu. Dolayısıyla bu türden olan varlık dış âlemde vücud bulması mümkün olduğu halde, vücud bulmamış ise, illeti vücud bulmasını istemediğindendir. Yani zatından değil, bilakis başkasından kaynaklanmaktadır. Hakeza eğer dış âlemde vücud bulmuş ise, illeti vücud bulmasını istediği içindir. Yani vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olduğundan dolayı başkası tarafından kendisine vücud bağışlanmış, oda vücud sahnesine çıkmıştır. Bu türden olan şeyler vücud bulma noktasında kendisinden kaynaklanan bir cihetin varolduğu anlaşıldığı gibi, başkasından kaynaklanan bir cihetin de varolduğu anlaşılmaktadır. Kendisinden kaynaklanan cihet, onun olanaklı olması, başkasından kaynaklanan cihet ise, başkasının istemesidir. Zira olanaklı olmamış olsaydı var olamazdı. Aynı şekilde başkası onun var olmasını istememiş olsaydı vücud bulması olanaklı olduğu halde var olamayacaktı. Zira yokluğu istenilmişti. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Anlaşılan şu ki, ikinci türden olan varlığın bağlı olduğu illet (özne) o kadar güçlüdür ki ikinci türden olan varlık, onun varlığını irade ederse var, yokluğunu irade ederse yok oluvermektedir. Bu denli güçlü olan şey yukarıda hakkında konuştuğumuz birinci tür yani zorunlu varlık dışında başka bir varlık olamaz. Zira mantıksal olarak düşünüldüğünde yukarıda farz edilen zorunlu varlık ve olanaklı varlık dışında üçüncü bir tür varlık farz edilemez. Bu konu hem mantıkta hem de felsefede ispatlanılarak özetle şöyle denilmektedir: Özne ve yüklemden oluşan bir önermenin yüklemi, mevcud = varolma olursa bu önerme ile yüklem arasındaki ilişki değerlendirildiğinde yüklemde yer alan mevcudtur yüklemi özne için ya zorunludur ya olanaklıdır. Zorunlu olması da iki yönlüdür. Ya onun müspet tarafı zorunludur veya menfi tarafı zorunludur. Olanaklıya mümkünül-vücüd veya olanaklı varlık. Zorunlunun birinci yönüne vacibül-vücüd ve zorunlu varlık zorunlunun ikinci yönüne mumteniül-vücüd ve olanaksız varlık dinilmektedir. Mumteniül-vücud, vücud olmadığından dolayı kendiliğinden konumuzun dışında kalır. Dolayısıyla diğer iki şık kalır. birisi varlığı zorunlu olan varlıktır. Diğeri varlığı mümkün olan varlıktır. Yani ya varlığı zatından kaynaklanan bir varlık türüdür veya varlığını başkasından ödünç almış varlık türüdür. Dolayısıyla ikinci türden olan varlık hem vücud bulma noktasında hem de yok olma noktasında birinci türden olan varlığa yani vacibüll-vücuda bağlıdır. Yani Allahın iradesine bağlıdır Allah varlığını irade ederse var yokluğunu irade ederse yok oluverir. <strong><em> Bir şeyi dilediği zaman Onun emri ona sadece ol demektir (oda ) hemen oluverir. (Yasin 82)</em>.</strong></p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Şimdi sorulması gereken soru şudur; vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan bir şeye vücudu vermek mi başta Cevad ve Rahman sıfatları olmak üzere tüm kemal sıfatlarına sahip olan vacibül-vücud denilen varlığın makamına yakışır, yoksa vücudu vermemek mı? Başka bir deyişle bir şey dış alemde varolma kabiliyetini taşıdığı halde dış alemde vücud bulup vücud nurundan yaralanması mı kemal sıfatlarından sayılmaktadır, yoksa vücud nurundan mahrum bırakılması mı? </p> <p style="margin-left: 20px">Bu sorunun cevabını Varlık ve yokluk kavramlarını birbiriyle mukayese ettiğimizde açığa çıkar. Şöyle ki; bu iki kavram dikkatlice incelendiğinde vücut kavramı olumlu bir anlam taşımakta, dolayısıyla kemal, yokluk kavramı olumsuz anlam taşımakta, dolayısıyla noksanlıktır. Yukarıda da değindiği üzere hemen hemen bütün filozoflar şer meselesini tahlil ederlerken şerrin bir nevi yokluk anlamında olduğunu söylemişlerdir. Zira eğer bir eylem şer olarak algılanıyorsa, bu o eylemin yok etme yönünde olduğundan dolayıdır. Bu nedenle özetle şer yoklukla, hayır da varlıkla örtüşüyor.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Mantıksal olarak yokluk şer ve varlık kemal sıfatlarından sayılınca, zihinde tasavvur edilip dış âlemde vücud bulma ve vücud bulmama noktasında eşit dereceye sahip olan bir şeye vücud vermemek akla ters olduğu açıktır. Zira yokluk karanlığından çıkma kabiliyetine sahip olan bir şeye vücud vermemek, öncelikle Cevat ve Rahman sıfatları olmak üzere bütün kemal sıfatlarına sahip olan vacibül-vücud denilen varlığın konumuna tersdir. Aynı zamanda çelişkidir. Yani bütün kemal sıfatlarına sahip olan Allah, var olma kabiliyetini taşıyıp tasavvur edilen her şeye vücud vererek yaratması, vücud vermeyerek vücud nurundan mahrum bırakıp yaratmamasından daha mantıklıdır. Aksi takdirde kemal sıfatlarına sahip değildir. Dolayısıyla vücudtan yararlanma kabiliyetini taşıyıp tasavvur edilen her şeyin yaratılması yaratılmamasından daha mantıklı olduğu gibi, hak taala bazında düşünüldüğünde zatından kaynaklanan bir zorunluluktur. Bu zorunluluk bir taraftan Allahın zatıyla, diğer taraftan da tasavvur edilen şeyin kendi zatıyla irtibatlıdır. Allahın zatıyla irtibatlı olan taraf, Onun Cevad ve Rahman olmak üzere tüm kemal sıfatlarına sahip olmasıdır. Tasavvur edilen şeyle irtibatlı olan taraf da, onun vücuttan yararlanma kabiliyetine sahip olmasıdır. Bu iki özellik bir arada bulunduğu vakit vücuttan yararlanma kabiliyetine sahip olduğu halde vücuttan mahrum bırakılması mantıksız olduğu gibi bir çelişkidir. Zira bütün kemal sıtlarına sahip olan vacibul vücudu kabul edipte vücuda ihtiyacı olanlara vücudu bağışlaması birbiriyle bağdaşmıyor. Bu nedenle vücud bulma ve bulmama noktasında eşit dereceye sahip olup tasavvur edilen her şeye vücudun verilmesi daha mantıklı olduğu gibi, kemalı ifade eden bir zorunluluktur da.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Şimdi insan denen varlığı inceleyelim. İnsan yukarıda açıklanan varlık türlerinden hangi tür varlıktandır? Varlığı kendi zatından kaynaklanıp kendi zatı dışında farz edilen hiçbir şeye ihtiyaç duymayan vacibül-vücud ve zorunlu varlık türünden bir varlık mıdır? Yoksa hem varlığı ve vücud bulma noktasında hem yokluğu ve yok olma noktasında zatı dışında başka bir varlığa muhtaç, dolayısıyla mümkünül-vücud ve olanaklı varlık türünden midir? Yukarıda anlatıldığı gibi birinci türden olmuş olsa, zatı itibarıyla zatı dışında farz edilen hiçbir şeye - ne vücud bulma noktasında ne de vücudunu devam ettirme noktasında- ihtiyaç duymaması gerekirdi. Ölmemesi, yatmaması, kalkmaması, çalışmaması, yememesi, içmemesi vb. şeyleri yapmaması gerekirdi. İkinci tür varlıktan olmuş olsa, vücud bulma noktasında başkasına ihtiyaç duyduğu gibi, vücudunu devam ettirme noktasında da başkasına muhtaçtır.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Var olan realite insan denen varlık ikinci türden bir varlık olduğunu saptamaktadır. Yani insan varlık noktasında olanaklı bir varlıktır. Vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olduğu gibi, yokluk zulmeti ve karanlığında kalma kabiliyetini de taşımaktadır. Dolayısıyla sadece vücud bulma ve yok olma noktasında değil, bilakis varlığını sürdürme noktasında da başkasına bağlıdır. Biz insanlar olarak madde aleminde yer aldığımız için insanı şekillendiren iki boyuttan maddi boyutunun nelere bağlı olduğunu açık bir şekilde his ediyoruz. Dolaysıyla gece gündüz demeden bedenimizin bağlı olduğu maddi şeylerin arkasından koşuyoruz. Ama insanı teşkil eden diğer meleküti boyutunun bağlı olduğu şeyi açık bir şekilde his etmiyoruz. Bunun nedeni, bedensel ihtiyaçlarına fazladan dalıp ruhani boyutundan gafil kalmasıdır. Başka bir deyişle insan maddi alemde yaşadığı için maddesel ihtiyaçları pratik ama manevi ihtiyaçları ise yetiseldir. Eğer insan, aklına danışır ve insanın bedensel boyutunun bağlı olduğu nesneler hakkında bir değerlendirme yapıp tahlil ederse, onların da insanın kendisi gibi ikinci tür varlıktan olduğunu, dolaysıyla onların da insan gibi kendi zatları dışında nihayet itibarıyla birinci tür varlığa borçlu olduğunu açık bir şekilde derk edebilir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Her halükarda anlasak da anlamasak da teveccüh etsek de etmesek de şu nokta kesindir ki insan denen varlık olanaklı bir varlıktır. Yani vücuttan yararlanma kabiliyetine sahip olduğu gibi yokluk karanlığında kalma kabiliyetine de sahiptir. Yani her iki taraftan herhangi birisi fiiliyat bulunma noktasında birinci tür yani vacibul-vücud denen varlığın istemesine bağlıdır. O hangi tarafı istese o taraf gerçekleşir. Yokluğunu istese yok, varlığını istese varlığı tahakkuk bulur.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Şimdi asıl konuya ve asıl sorunun cevabını bulma safhasına geldik. Vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan insan, yaratılmalımıdır, yaratılmamalı mıdır? Bir taraftan vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip bir şey söz konusudur. Diğer taraftan cevad ve rahman başta olmak üzere bütün kemal sıfatlarına sahip olan Vacibul-vücud denilen bir varlık söz konusurdur. Bu varlığın konumuna yakışan şey nedir? Vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan şeye (insana) vücud vermesi midir? Yoksa onu, yokluk karanlığında bırakması mıdır? Yukarıda da işaret edildiği gibi varlık hayır, yokluk ise şer anlamında olduğu düşünüldüğünde, sorunun cevabı açıktır. Yani insanın yaratılması bir zorunluluktur.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Yani Allahı tanımlama ve onun hikmeti bağlamında varlıkları tahlil ettiğimizde insan olmak üzere mümkün olan bütün varlıkların yaratılması bir zorunlulıktur. Elbette yanlış anlaşılmasın buradaki zorunluluk kemalı ifade eden zorunluluktur, noksanlık ve güçzüzlüğü ifade eden zorunluluk değildir. Genel anlamda zorunluluk ve mecburiyet iki kısımdır. Onun bir kısmı olumluluğu ve kemalı, bir diğer kısmı ise olumsuz ve noksanlığı ifade eder. Zira kemalı ifade eden zorunluluk Allahın zatının sahip olduğu kemaldan kaynaklanmaktadır. Başka birisinin dayatması anlamında değildir. Noksanlığı ve güçsülüğü ifade eden zorunluluk zatdan değil, başkasının dayatması anlamındadır. Allahu talanın varlıkları yaratması başkası tarafından mecbur kılındığı için değil, bilakis onun başta cevad ve rahman olmak üzere bütün kemal sıfatlarına sahip olduğu içindir. Dolayısıyla vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip, insan olmak üzere her şeye vücut vermesi bir gereklilik ve zorunluluktur. Ama bu gereklilik ve zorunluluk başkası tarafından Allaha dayatılmış anlamında değil, bilakis zatının mutlak ve tüm kemal sıfatlarına sahip oluşundan kaynaklanılmaktadır. Zira bu zorunluluğun tersi yani vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan şeylere vücudun verilimemesi noksanlıktır. Allahı, Allah olmaktan çıkarır. Çünkü var olan kabiliyetleri fiiliyete geçirmemek noksanlıktır. Noksanlıkta Allahın zatıyla bağdaşmıyor. Dolayısıyla vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan her şey, sahip olduğu kabiliyete uygun bir şeklde vücudun verilmesi bir kemaldır, noksanlık değildir. Bu nedenle iradesiz olarak yaratılma kabiliyetine sahip olan varlıklar iradesiz, iradeli olarak yaratılma kabiliyetine sahip olanlarıda iradeli olarak yaratılması gerekir. İrade kabiliyetine sahip olmayanları irade sahibi olarak yaratılmasını temenni etmek akılsızlık olduğu gibi, irade sahibi olanları da iradesiz olarak yaratılmasını temenni etmek akılsızlıktır. Dolayısıyla neden taşlar iradeli ve neden insanlar iradesiz, neden hayvanlar şuurlu ve neden insanlar şuursuz yaratılmadı? Şeklindeki sorular aklın ve mantıkın çerçevesi dışında kalır.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Sonuç olarak insanın yaratıliş hikmeti, bir taraftan Allahın zatından kaynaklanmakta, bir taraftan da insanın kendi zatından kaynaklanmaktadır. Allahın zatından kaynaklanması, Onun mutlak ve bütün kemal sıfatlarına sahip bir varlık olması, insanın zatından kaynaklanması da, onun vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olmasıdır. Dolyasıyla insan niçin yaratıldı sorusunun sorulmasının ne kadar yersiz olduğu açık bir şekilde ortadadır.</p> <p style="margin-left: 20px"></p><p style="text-align: center"><img src="https://www.islamiforumlar.net/resim/images/okisareti.gif" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p> </p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ekrem, post: 64628, member: 3"] [INDENT][LEFT][B]İnsanın yaratılış hikmeti[/B][/LEFT] Önce genel anlamda varlıkların yaratılış hikmetini, daha sonra has insanın yaratılış hikmetini ele alırız. Bir açıdan varlıkları tasavvur ederek zihnimizde incelediğimizde varlığı zatından kaynaklanan ve varlığı zatından kaynaklanmayan olmak üzere iki tür varlığın varolduğu tasavvur edilir. Felsefede varlığı kendi zatından kaynaklanan varlığa vacibül-vücud/zorunlu varlık, varlığı zatından kaynaklanmayan varlığa da mümkünül-vücud/olanaklı varlık denilmektedir. Zorunlu varlık varlığı kendi zatından kaynaklanmaktadır. Yani vücud bulmak noktasında kendi zatından başka farz edilen hiçbir şeye ihtiyaç duymuyor. Zatı tek başına tasavvur edildiğinde var olmasının gerekli olduğu ve vücudu kendisinden selb edilmesi tanakuza neden olan varlıktır. Başka bir değişle vücud bağlamında başkasına borçlu olmayan varlıktır. Bu varlık türü bütün kemal sıfatlarına sahiptir. Felsefi deyişle vacibül-vücud, bütün cihetleriyle vaciptir. Yani zorunlu olan varlık bütün cihetleriyle zorunludur, hiçbir cihette kendi zatından başka hiçbir şeye ihtiyaç duymuyor. Başka bir deyişle bütün kemali sıfatlara sahip olma noktasında mutlak bağımsızdır. Zira bir tek cihette kendisinden başka bir şeye bağımlı olması, bağlı olduğu cihette muhtaçtır, dolayısıyla vacip olamaz. Özetle varlığı zorunlu olan varlık var olma noktasında zorunlu olduğu ve zatından başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadığı gibi bütün cemali ve celali sıfatlara sahip olma noktasında da zorunlu ve zatından başka hiçbir şeye muhtaç değildir. Varlığı zatından kaynaklanmayan ikinci varlık türü zatı itibarıyla her şeyden soyut olarak tek başına tasavvur edildiğinde vücud bulma ve vücud bulmama bakımından musavi derecededir. Yani zihinde tasavvur edilen bu şey dış âlemde vücud bulmak için başka bir şeye muhtaç olduğu gibi, dış âlemde yok olması için de başka bir şeye muhtaçtır. Başka bir deyişle hem varlığı başkasından kaynaklanmaktadır hem yokluğu. Dolayısıyla bu türden olan varlık dış âlemde vücud bulması mümkün olduğu halde, vücud bulmamış ise, illeti vücud bulmasını istemediğindendir. Yani zatından değil, bilakis başkasından kaynaklanmaktadır. Hakeza eğer dış âlemde vücud bulmuş ise, illeti vücud bulmasını istediği içindir. Yani vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olduğundan dolayı başkası tarafından kendisine vücud bağışlanmış, oda vücud sahnesine çıkmıştır. Bu türden olan şeyler vücud bulma noktasında kendisinden kaynaklanan bir cihetin varolduğu anlaşıldığı gibi, başkasından kaynaklanan bir cihetin de varolduğu anlaşılmaktadır. Kendisinden kaynaklanan cihet, onun olanaklı olması, başkasından kaynaklanan cihet ise, başkasının istemesidir. Zira olanaklı olmamış olsaydı var olamazdı. Aynı şekilde başkası onun var olmasını istememiş olsaydı vücud bulması olanaklı olduğu halde var olamayacaktı. Zira yokluğu istenilmişti. Anlaşılan şu ki, ikinci türden olan varlığın bağlı olduğu illet (özne) o kadar güçlüdür ki ikinci türden olan varlık, onun varlığını irade ederse var, yokluğunu irade ederse yok oluvermektedir. Bu denli güçlü olan şey yukarıda hakkında konuştuğumuz birinci tür yani zorunlu varlık dışında başka bir varlık olamaz. Zira mantıksal olarak düşünüldüğünde yukarıda farz edilen zorunlu varlık ve olanaklı varlık dışında üçüncü bir tür varlık farz edilemez. Bu konu hem mantıkta hem de felsefede ispatlanılarak özetle şöyle denilmektedir: Özne ve yüklemden oluşan bir önermenin yüklemi, mevcud = varolma olursa bu önerme ile yüklem arasındaki ilişki değerlendirildiğinde yüklemde yer alan mevcudtur yüklemi özne için ya zorunludur ya olanaklıdır. Zorunlu olması da iki yönlüdür. Ya onun müspet tarafı zorunludur veya menfi tarafı zorunludur. Olanaklıya mümkünül-vücüd veya olanaklı varlık. Zorunlunun birinci yönüne vacibül-vücüd ve zorunlu varlık zorunlunun ikinci yönüne mumteniül-vücüd ve olanaksız varlık dinilmektedir. Mumteniül-vücud, vücud olmadığından dolayı kendiliğinden konumuzun dışında kalır. Dolayısıyla diğer iki şık kalır. birisi varlığı zorunlu olan varlıktır. Diğeri varlığı mümkün olan varlıktır. Yani ya varlığı zatından kaynaklanan bir varlık türüdür veya varlığını başkasından ödünç almış varlık türüdür. Dolayısıyla ikinci türden olan varlık hem vücud bulma noktasında hem de yok olma noktasında birinci türden olan varlığa yani vacibüll-vücuda bağlıdır. Yani Allahın iradesine bağlıdır Allah varlığını irade ederse var yokluğunu irade ederse yok oluverir. [B][I] Bir şeyi dilediği zaman Onun emri ona sadece ol demektir (oda ) hemen oluverir. (Yasin 82)[/I].[/B] Şimdi sorulması gereken soru şudur; vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan bir şeye vücudu vermek mi başta Cevad ve Rahman sıfatları olmak üzere tüm kemal sıfatlarına sahip olan vacibül-vücud denilen varlığın makamına yakışır, yoksa vücudu vermemek mı? Başka bir deyişle bir şey dış alemde varolma kabiliyetini taşıdığı halde dış alemde vücud bulup vücud nurundan yaralanması mı kemal sıfatlarından sayılmaktadır, yoksa vücud nurundan mahrum bırakılması mı? Bu sorunun cevabını Varlık ve yokluk kavramlarını birbiriyle mukayese ettiğimizde açığa çıkar. Şöyle ki; bu iki kavram dikkatlice incelendiğinde vücut kavramı olumlu bir anlam taşımakta, dolayısıyla kemal, yokluk kavramı olumsuz anlam taşımakta, dolayısıyla noksanlıktır. Yukarıda da değindiği üzere hemen hemen bütün filozoflar şer meselesini tahlil ederlerken şerrin bir nevi yokluk anlamında olduğunu söylemişlerdir. Zira eğer bir eylem şer olarak algılanıyorsa, bu o eylemin yok etme yönünde olduğundan dolayıdır. Bu nedenle özetle şer yoklukla, hayır da varlıkla örtüşüyor. Mantıksal olarak yokluk şer ve varlık kemal sıfatlarından sayılınca, zihinde tasavvur edilip dış âlemde vücud bulma ve vücud bulmama noktasında eşit dereceye sahip olan bir şeye vücud vermemek akla ters olduğu açıktır. Zira yokluk karanlığından çıkma kabiliyetine sahip olan bir şeye vücud vermemek, öncelikle Cevat ve Rahman sıfatları olmak üzere bütün kemal sıfatlarına sahip olan vacibül-vücud denilen varlığın konumuna tersdir. Aynı zamanda çelişkidir. Yani bütün kemal sıfatlarına sahip olan Allah, var olma kabiliyetini taşıyıp tasavvur edilen her şeye vücud vererek yaratması, vücud vermeyerek vücud nurundan mahrum bırakıp yaratmamasından daha mantıklıdır. Aksi takdirde kemal sıfatlarına sahip değildir. Dolayısıyla vücudtan yararlanma kabiliyetini taşıyıp tasavvur edilen her şeyin yaratılması yaratılmamasından daha mantıklı olduğu gibi, hak taala bazında düşünüldüğünde zatından kaynaklanan bir zorunluluktur. Bu zorunluluk bir taraftan Allahın zatıyla, diğer taraftan da tasavvur edilen şeyin kendi zatıyla irtibatlıdır. Allahın zatıyla irtibatlı olan taraf, Onun Cevad ve Rahman olmak üzere tüm kemal sıfatlarına sahip olmasıdır. Tasavvur edilen şeyle irtibatlı olan taraf da, onun vücuttan yararlanma kabiliyetine sahip olmasıdır. Bu iki özellik bir arada bulunduğu vakit vücuttan yararlanma kabiliyetine sahip olduğu halde vücuttan mahrum bırakılması mantıksız olduğu gibi bir çelişkidir. Zira bütün kemal sıtlarına sahip olan vacibul vücudu kabul edipte vücuda ihtiyacı olanlara vücudu bağışlaması birbiriyle bağdaşmıyor. Bu nedenle vücud bulma ve bulmama noktasında eşit dereceye sahip olup tasavvur edilen her şeye vücudun verilmesi daha mantıklı olduğu gibi, kemalı ifade eden bir zorunluluktur da. Şimdi insan denen varlığı inceleyelim. İnsan yukarıda açıklanan varlık türlerinden hangi tür varlıktandır? Varlığı kendi zatından kaynaklanıp kendi zatı dışında farz edilen hiçbir şeye ihtiyaç duymayan vacibül-vücud ve zorunlu varlık türünden bir varlık mıdır? Yoksa hem varlığı ve vücud bulma noktasında hem yokluğu ve yok olma noktasında zatı dışında başka bir varlığa muhtaç, dolayısıyla mümkünül-vücud ve olanaklı varlık türünden midir? Yukarıda anlatıldığı gibi birinci türden olmuş olsa, zatı itibarıyla zatı dışında farz edilen hiçbir şeye - ne vücud bulma noktasında ne de vücudunu devam ettirme noktasında- ihtiyaç duymaması gerekirdi. Ölmemesi, yatmaması, kalkmaması, çalışmaması, yememesi, içmemesi vb. şeyleri yapmaması gerekirdi. İkinci tür varlıktan olmuş olsa, vücud bulma noktasında başkasına ihtiyaç duyduğu gibi, vücudunu devam ettirme noktasında da başkasına muhtaçtır. Var olan realite insan denen varlık ikinci türden bir varlık olduğunu saptamaktadır. Yani insan varlık noktasında olanaklı bir varlıktır. Vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olduğu gibi, yokluk zulmeti ve karanlığında kalma kabiliyetini de taşımaktadır. Dolayısıyla sadece vücud bulma ve yok olma noktasında değil, bilakis varlığını sürdürme noktasında da başkasına bağlıdır. Biz insanlar olarak madde aleminde yer aldığımız için insanı şekillendiren iki boyuttan maddi boyutunun nelere bağlı olduğunu açık bir şekilde his ediyoruz. Dolaysıyla gece gündüz demeden bedenimizin bağlı olduğu maddi şeylerin arkasından koşuyoruz. Ama insanı teşkil eden diğer meleküti boyutunun bağlı olduğu şeyi açık bir şekilde his etmiyoruz. Bunun nedeni, bedensel ihtiyaçlarına fazladan dalıp ruhani boyutundan gafil kalmasıdır. Başka bir deyişle insan maddi alemde yaşadığı için maddesel ihtiyaçları pratik ama manevi ihtiyaçları ise yetiseldir. Eğer insan, aklına danışır ve insanın bedensel boyutunun bağlı olduğu nesneler hakkında bir değerlendirme yapıp tahlil ederse, onların da insanın kendisi gibi ikinci tür varlıktan olduğunu, dolaysıyla onların da insan gibi kendi zatları dışında nihayet itibarıyla birinci tür varlığa borçlu olduğunu açık bir şekilde derk edebilir. Her halükarda anlasak da anlamasak da teveccüh etsek de etmesek de şu nokta kesindir ki insan denen varlık olanaklı bir varlıktır. Yani vücuttan yararlanma kabiliyetine sahip olduğu gibi yokluk karanlığında kalma kabiliyetine de sahiptir. Yani her iki taraftan herhangi birisi fiiliyat bulunma noktasında birinci tür yani vacibul-vücud denen varlığın istemesine bağlıdır. O hangi tarafı istese o taraf gerçekleşir. Yokluğunu istese yok, varlığını istese varlığı tahakkuk bulur. Şimdi asıl konuya ve asıl sorunun cevabını bulma safhasına geldik. Vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan insan, yaratılmalımıdır, yaratılmamalı mıdır? Bir taraftan vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip bir şey söz konusudur. Diğer taraftan cevad ve rahman başta olmak üzere bütün kemal sıfatlarına sahip olan Vacibul-vücud denilen bir varlık söz konusurdur. Bu varlığın konumuna yakışan şey nedir? Vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan şeye (insana) vücud vermesi midir? Yoksa onu, yokluk karanlığında bırakması mıdır? Yukarıda da işaret edildiği gibi varlık hayır, yokluk ise şer anlamında olduğu düşünüldüğünde, sorunun cevabı açıktır. Yani insanın yaratılması bir zorunluluktur. Yani Allahı tanımlama ve onun hikmeti bağlamında varlıkları tahlil ettiğimizde insan olmak üzere mümkün olan bütün varlıkların yaratılması bir zorunlulıktur. Elbette yanlış anlaşılmasın buradaki zorunluluk kemalı ifade eden zorunluluktur, noksanlık ve güçzüzlüğü ifade eden zorunluluk değildir. Genel anlamda zorunluluk ve mecburiyet iki kısımdır. Onun bir kısmı olumluluğu ve kemalı, bir diğer kısmı ise olumsuz ve noksanlığı ifade eder. Zira kemalı ifade eden zorunluluk Allahın zatının sahip olduğu kemaldan kaynaklanmaktadır. Başka birisinin dayatması anlamında değildir. Noksanlığı ve güçsülüğü ifade eden zorunluluk zatdan değil, başkasının dayatması anlamındadır. Allahu talanın varlıkları yaratması başkası tarafından mecbur kılındığı için değil, bilakis onun başta cevad ve rahman olmak üzere bütün kemal sıfatlarına sahip olduğu içindir. Dolayısıyla vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip, insan olmak üzere her şeye vücut vermesi bir gereklilik ve zorunluluktur. Ama bu gereklilik ve zorunluluk başkası tarafından Allaha dayatılmış anlamında değil, bilakis zatının mutlak ve tüm kemal sıfatlarına sahip oluşundan kaynaklanılmaktadır. Zira bu zorunluluğun tersi yani vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan şeylere vücudun verilimemesi noksanlıktır. Allahı, Allah olmaktan çıkarır. Çünkü var olan kabiliyetleri fiiliyete geçirmemek noksanlıktır. Noksanlıkta Allahın zatıyla bağdaşmıyor. Dolayısıyla vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olan her şey, sahip olduğu kabiliyete uygun bir şeklde vücudun verilmesi bir kemaldır, noksanlık değildir. Bu nedenle iradesiz olarak yaratılma kabiliyetine sahip olan varlıklar iradesiz, iradeli olarak yaratılma kabiliyetine sahip olanlarıda iradeli olarak yaratılması gerekir. İrade kabiliyetine sahip olmayanları irade sahibi olarak yaratılmasını temenni etmek akılsızlık olduğu gibi, irade sahibi olanları da iradesiz olarak yaratılmasını temenni etmek akılsızlıktır. Dolayısıyla neden taşlar iradeli ve neden insanlar iradesiz, neden hayvanlar şuurlu ve neden insanlar şuursuz yaratılmadı? Şeklindeki sorular aklın ve mantıkın çerçevesi dışında kalır. Sonuç olarak insanın yaratıliş hikmeti, bir taraftan Allahın zatından kaynaklanmakta, bir taraftan da insanın kendi zatından kaynaklanmaktadır. Allahın zatından kaynaklanması, Onun mutlak ve bütün kemal sıfatlarına sahip bir varlık olması, insanın zatından kaynaklanması da, onun vücud nurundan yararlanma kabiliyetine sahip olmasıdır. Dolyasıyla insan niçin yaratıldı sorusunun sorulmasının ne kadar yersiz olduğu açık bir şekilde ortadadır. [CENTER][IMG]https://www.islamiforumlar.net/resim/images/okisareti.gif[/IMG][/CENTER] [/INDENT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün 3 rekat olan son namazı nedir?
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
İlmihal/Fıkıh
İnsanın yaratılış hikmeti
Üst
Alt