- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 9,107
- Tepkime puanı
- 81
Çalıştığım yerin uyguladığı şartlar beni zorluyor, namazlarımı da rahatça kılamıyorum. Geçen hafta cumaya gidemedim. Bu durumda işyerinden çıkayım mı? Çıksam yeni bir iş bulmanın zorluğunu, görüyorum. İşsiz gezmekten de korkuyorum. Hem işimden olmamak, hem de dinî görevimi ihmal etmemek için Ne yapmalıyım?
Aslında bu çok önemli soru, çok büyük bir kitlenin de sorunudur. Hemen birçok yerlerde benzeri zorluklar, hatta çıkmazlar söz konusudur.
Bu konuda herkes kendi takvasına ve titizliğine göre tercihler yapabilir,zorlukları göze almakta, yahut da almamakta farklı davranışlara girebilir...
Bizim konuya bakışımız da bize mahsus bir bakış olarak da yorumlanabilir. Biz önce dileriz ki, işyeri sahipleri, yani işverenler, Allah hakkının, kul hakkından önce geldiğinin farkında olsunlar, kulun Allah hakkını yerine getirmesine engel olmak gibi bir büyük vebali göze almasınlar, ibadet için bir engel koymayıp çare bulsunlar...
Bu çare hiç de zor değildir. Bir maliyet zararı da söz konusu olmaz. Gönlünü kazandıkları işçilerin verimi daha da artar, ibadet için kaybettikleri zamanı fazla mesai ile dahi ödeyebilirler. Böylece hem Allah hakkı ödenmiş, hem de kul hakkı ihmal edilmemiş olunabilir. Kazancında bereket, hayatında huzur duyabilirler.
İşveren bu anlayışı göstermez de, kendi hakkını Allah'a ibadet hakkının önüne geçirirse ne olur?
Allah ona bir musibet verir de aklını başına alır, ibadete mani olmaktan vazgeçerse durum yine hayırla sonuçlanmış sayılır. Ama aklını başına getirecek bir musibete maruz bırakmazsa, karşılığı ahirete tehir ediliyor demektir. Bu daha dehşetli bir sonuç sayılabilir.
Burada bir mühim nokta da şu olsa gerektir. Namaz kılma bahanesiyle ibadet vaktini uzatıp iş saatini kaynatanların vebali, ibadete izin vermeyenlerin vebalinden az olmayabilir. Böyle sorumsuzların olabileceğini de pek düşünemiyorum.
Ayrıca, cuma namazı vaktinde işinden ayrılamayacak durumda olanların mazeretinin de geçerliği olduğunu hatırlamak gerekir. Mesela nöbetçi doktor, nöbetçi asker, sınava girecek öğrenci, yolda sefer halinde olan kaptan.. gibi mecburi hizmetliler, elbette bu görevleri sebebiyle cumaya gidemeyebilirler. Böyle mazeretliler, cumanın yerine geçecek olan öğle namazını kılarlar. Böylece hiç olmazsa vaktin ibadetini yapmış olmanın huzurunu duyar, ibadet borçlusu olarak kalmazlar.
Bugünkü zor şartlar içinde konuya biraz daha geniş açıdan bakacak olursak:
- Bizim anlayışımızda, ya hep ya hiççilik yoktur. Dinî görevlerimi ya tümüyle yaparım, yahut da hiçbirini yapmam.. anlayışı, kurtarıcı bir anlayış değildir bize göre...
Böyle zor dönemlerde şöyle de denebilir:
- Bulunduğum yerin şartları içinde dinî görevlerimin ne kadarını yapabilirsem onu yapmalıyım, yapamadıklarımı da yapma azim ve aşkında olmalı, bulduğum fırsatlarda yerine getirmeliyim...
Bu anlayış sahibini kurtarır, hem de bütün zor şartlarda yine dinî görevlerini yerine getirme azim ve aşkını koruyabilir...
Aksi takdirde, bugünkü şartlar içinde İslami hayatı yaşamak mümkün olmaz, diyerek ümitsizliğe düşmek gibi bir tehlike söz konusu olabilir. Bu ise, mağlubiyetin ta kendisidir... Halbuki, İslami hayat her türlü zorlukların içinde de yaşanabilir. Yeter ki biz, bizi ümitsizliğe iten düşüncelere kilitlenmeyelim. Şurası kesindir ki, İslam'ı yaşamanın yolu hiçbir zaman tümüyle kapanmaz, bir yerde kapanırsa gidilecek yeni yollar, çıkışlar söz konusu olur. İnsanın niyeti, yoluna devam etmek olursa, zamanla bir çıkış yolu mutlaka bulur, toplumdan kopmadan, işinden gücünden olmadan kıble yolculuğunu sürdürebilir...
Hiç olmazsa bulunduğu yerde kılamadığı namazlarını, oranın dışında bulduğu fırsatlarda hemen kaza ederek ibadet borcuyla kalmama iradesini kullanır.
Merhum hocamın ifadesiyle:
- Hangi eksik ve kusurun sahibi olursa olsun Müslüman İslam'ı bırakmadıkça, İslam Müslüman'ı bırakmaz!..
Aslında bu çok önemli soru, çok büyük bir kitlenin de sorunudur. Hemen birçok yerlerde benzeri zorluklar, hatta çıkmazlar söz konusudur.
Bu konuda herkes kendi takvasına ve titizliğine göre tercihler yapabilir,zorlukları göze almakta, yahut da almamakta farklı davranışlara girebilir...
Bizim konuya bakışımız da bize mahsus bir bakış olarak da yorumlanabilir. Biz önce dileriz ki, işyeri sahipleri, yani işverenler, Allah hakkının, kul hakkından önce geldiğinin farkında olsunlar, kulun Allah hakkını yerine getirmesine engel olmak gibi bir büyük vebali göze almasınlar, ibadet için bir engel koymayıp çare bulsunlar...
Bu çare hiç de zor değildir. Bir maliyet zararı da söz konusu olmaz. Gönlünü kazandıkları işçilerin verimi daha da artar, ibadet için kaybettikleri zamanı fazla mesai ile dahi ödeyebilirler. Böylece hem Allah hakkı ödenmiş, hem de kul hakkı ihmal edilmemiş olunabilir. Kazancında bereket, hayatında huzur duyabilirler.
İşveren bu anlayışı göstermez de, kendi hakkını Allah'a ibadet hakkının önüne geçirirse ne olur?
Allah ona bir musibet verir de aklını başına alır, ibadete mani olmaktan vazgeçerse durum yine hayırla sonuçlanmış sayılır. Ama aklını başına getirecek bir musibete maruz bırakmazsa, karşılığı ahirete tehir ediliyor demektir. Bu daha dehşetli bir sonuç sayılabilir.
Burada bir mühim nokta da şu olsa gerektir. Namaz kılma bahanesiyle ibadet vaktini uzatıp iş saatini kaynatanların vebali, ibadete izin vermeyenlerin vebalinden az olmayabilir. Böyle sorumsuzların olabileceğini de pek düşünemiyorum.
Ayrıca, cuma namazı vaktinde işinden ayrılamayacak durumda olanların mazeretinin de geçerliği olduğunu hatırlamak gerekir. Mesela nöbetçi doktor, nöbetçi asker, sınava girecek öğrenci, yolda sefer halinde olan kaptan.. gibi mecburi hizmetliler, elbette bu görevleri sebebiyle cumaya gidemeyebilirler. Böyle mazeretliler, cumanın yerine geçecek olan öğle namazını kılarlar. Böylece hiç olmazsa vaktin ibadetini yapmış olmanın huzurunu duyar, ibadet borçlusu olarak kalmazlar.
Bugünkü zor şartlar içinde konuya biraz daha geniş açıdan bakacak olursak:
- Bizim anlayışımızda, ya hep ya hiççilik yoktur. Dinî görevlerimi ya tümüyle yaparım, yahut da hiçbirini yapmam.. anlayışı, kurtarıcı bir anlayış değildir bize göre...
Böyle zor dönemlerde şöyle de denebilir:
- Bulunduğum yerin şartları içinde dinî görevlerimin ne kadarını yapabilirsem onu yapmalıyım, yapamadıklarımı da yapma azim ve aşkında olmalı, bulduğum fırsatlarda yerine getirmeliyim...
Bu anlayış sahibini kurtarır, hem de bütün zor şartlarda yine dinî görevlerini yerine getirme azim ve aşkını koruyabilir...
Aksi takdirde, bugünkü şartlar içinde İslami hayatı yaşamak mümkün olmaz, diyerek ümitsizliğe düşmek gibi bir tehlike söz konusu olabilir. Bu ise, mağlubiyetin ta kendisidir... Halbuki, İslami hayat her türlü zorlukların içinde de yaşanabilir. Yeter ki biz, bizi ümitsizliğe iten düşüncelere kilitlenmeyelim. Şurası kesindir ki, İslam'ı yaşamanın yolu hiçbir zaman tümüyle kapanmaz, bir yerde kapanırsa gidilecek yeni yollar, çıkışlar söz konusu olur. İnsanın niyeti, yoluna devam etmek olursa, zamanla bir çıkış yolu mutlaka bulur, toplumdan kopmadan, işinden gücünden olmadan kıble yolculuğunu sürdürebilir...
Hiç olmazsa bulunduğu yerde kılamadığı namazlarını, oranın dışında bulduğu fırsatlarda hemen kaza ederek ibadet borcuyla kalmama iradesini kullanır.
Merhum hocamın ifadesiyle:
- Hangi eksik ve kusurun sahibi olursa olsun Müslüman İslam'ı bırakmadıkça, İslam Müslüman'ı bırakmaz!..