- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 9,107
- Tepkime puanı
- 81
Anne-babaya bakmak, evladın vazifesidir, Anne Babaya bakma yükümlülüğü,islamda yaşlılık ve yaşlılar,Dini açıdan anne babaya bakmak, Ana-babaya bakmak zorunda olan evlat
ANNE BABAYA BAKMAK
Külfet mi? Nimet mi?
Geçtiğimiz günlerde bir haber geçti. Bir televizyon kanalına, Huzurevinde Eziyethaberi için ödül verilmişti. Özel bir huzurevinde gizlice çekilmiş görüntüler, tekrar tekrar verildi. Bu gibi haberlerden sonra azıcık vicdanı olan insan, herhangi bir yakınını huzurevine bırakabilir mi?diye aklımdan geçiriyordum ki eski bir gazetenin haberi gözüme çarptı: Özel huzurevlerinin sayısı hızla artıyor. 1990dan 2000 yılına kadar, 19 özel huzurevi açılmışken, bu sayı 2000 den bu yana, 120 ye ulaştı.
Sosyal hizmetler, yerel yönetimler ve vakıfların açtığı huzurevlerinin sayısı da buna eklenirse Türkiyede şu anda, 150den fazla huzurevinde 7 binden fazla yaşlıya bakım ve hizmet veriliyor. Bu yedi binden fazla yaşlı insanın hepsi mi kimsesiz, hepsi mi garip? Hayır. Aksine, Anadoluda kimi kimsesi olmayan yaşlılara bile konu komşu ve akrabalar sahip çıkıyor.
Mesela, Anadolu da 37 ilimizde hiç huzurevi bulunmuyor. Ama başta İstanbul ve İzmir olmak üzere, modernleşmiş şehirlerimizde yaşlıları huzurevine bırakmak her geçen gün yaygınlaşıyor. Bu da yaşlıları huzurevine bırakmakla Dünya görüşü arasında ciddi bir ilişki olduğunu gösteriyor.
Sosyal Hizmetler kurumunun müdürlerinden biri, huzurevlerine bırakılan yaşlı sayısının daha da artacağından bahsederken, bu tahminini Türkiyede aile yapısının dönüşümüne bağlıyor. Çünkü artık kadınlar da çalışıyor.
Elbette külfet ama
Aslında sadece çalışan kadınlar değil, evde oturup evinin işlerini dahi yardımcılara yaptıran kadınlar da yaşlıları evde istemiyor. Hem de sadece evi küçük olan, yaşlı anne babasına verecek fazla odası olmayan aileler değil, kocaman dubleks, tripleks villaları olanlar da evlerinin bir köşesine sığdıramıyorlar yaşlıları? Çünkü bencil ve haz düşkünü bir şekilde yetiştirilen bu nesil, yaşlılara bakmak gibi fedakârlık isteyen bir hizmeti, nefsine kabul ettiremiyor.
Doğrusu, nefsine hoş gelmeyen her vazifeden kaçan, hep nefsinin zevk aldığı şeylerle meşgul olan kişiler için yaşlılarla zaman geçirmek hiç de kolay değil. Yaşla birlikte beyin ve sinir hücreleri görevlerini tam yapamayacak hale geldiği için yaşlılar, kendilerini kontrol etme yeteneklerini yitiriyorlar.
Bu da onların akıllarına geleni söylemelerine veya normalde yapmayacakları abes hareketleri yapmalarına sebep oluyor. Zaten Kuran-ı Kerim de bu sebepten Onlara öf bile deme! buyruluyor ya. Çünkü bu çağda insan, yeniden çocuklaşıyor ve öf dedirtecek hareketler yapıyor.
Hem yaşlılar, beyin hasarına bağlı olarak her şeyi unutuyor, tekrar tekrar soruyor, tekrar tekrar anlatıyorlar. Zihinde bir takım saplantılı düşünceler, kuruntular, kuşkular oluşabiliyor. Kendi düşüncelerinin saçmalığını fark edemedikleri için en yakınlarını suçlayabiliyorlar ve böylece de etrafındaki kişileri hayli eğer ciddiye alınırlarsa- sinirlendirebiliyorlar. Bilhassa, bol bol Kuran okuyup Allahı zikrederek, akıl sağlığını son demine kadar muhafaza eden bir ihtiyar değilse?
Ayrıca, yaşlılık çağında insanlar çok geçimsiz olabiliyorlar. Çünkü hayattan zevk almıyorlar. Ağızlarının tadı bozulduğu için hiçbir şeyi beğenmiyorlar. Hastalıkları yüzünden rahatça istediklerini yiyip içemiyor, zevk aldıkları şeyleri yapamıyorlar.
Birçok yaşlı, yaşlılığını kabullenip, hastalıklarının tamamen iyileşmeyeceğini anlayıp, doktorların tavsiyelerine uygun hareket etmeye yanaşmıyor. Bunun yerine Benim derdime çare bulmuyorsunuz(!) diye etrafındakileri suçlayabiliyor. Hele hele dünya hayatını bir zevk alma yeri zanneden insanlar için yaşlılık çağı, son derece sıkıntılı bir dönem haline geliyor.
Neden ihtiyarları istemiyorlar?
Gençlerin ihtiyarları istememesi için bir sürü sebep vardır. Genç adam, hayatı hızla yaşamak isterken, ihtiyar onu yavaşlatır.
Gençler sürekli malı mülkü, kazancı, evladı çoğaltmak, işini, eğitimini, başarısını geliştirmek ister; ama ihtiyarların hiçbir şeyi çoğalmaz ve ilerlemez. Aksine, ihtiyarların her türlü yeteneği sürekli gerilerken, tükettikleri hiçbir şey geri dönmez. Üstelik onlara ne kadar iyi bakılırsa bakılsın, sürekli ölüme doğru giderler.
Hem ihtiyarlar her şeyleriyle hoşa gitmeyen şeyleri hatırlatırlar. Mesela, gençler geleceği düşünmeden, rahatça dünya zevklerine dalmak isterken, ihtiyarlar onlara, o unutmak istedikleri şeyleri hatırlatır. Ölümü; gençliğin, güzelliğin, sağlığın, başarının, zekânın, makamın, mevkiin bir gün muhakkak kaybedileceğini?
Aslında ihtiyarlık çağı, gerçekten de tam bir ibret levhasıdır. Nice güçlü kuvvetli, şahsiyetli ve heybetli adam, zavallı bir ihtiyara dönüşmüştür. Karısına, çocuklarına, emri altında çalışanlara envai çeşit zorbalık yapan nice efendiler, bir lokma için yalvarır hale gelmiştir.
Zamanın acımasızca akıp geçişi, nice güzel yüzlüleri, yüzüne bakılmaz bir acuzeye dönüştürmüştür. Çok akıllılar ahmaklaşmış, çok bilgililer unutmuş, çok kibirliler zelil ve perişan olmuştur. Dünyanın vefasızlığından, insanın dayanıksızlık ve faniliğinden ibret almak isteyenlerin mutlaka ihtiyarlarla ilişkisini artırması, onlara bakıp kendi geleceğini düşünmesi gerek Ama nerde?
Gençliklerine aldanırlar
Gençler, onlara şu dünyanın kudret ve saltanatının vefasızlığını hatırlatan hiçbir şeyi düşünmek istemezler. Sanki ihtiyarlamak başkalarına ait bir kusurmuş gibi düşünmek isterler. Sanki kendileri bu noksanlıktan varesteymiş gibi, geçici gençlik nimetiyle şımarırlar.
Ama isteseler de istemeseler de ihtiyarlık onların da başına gelir bir gün. Ve o zaman bakarlar ki kendileri çoluk çocuklarına nasıl örnek olmuşlarsa onlar da aynısını yapıyorlar. Kendileri çocuklarına yaşlılara nasıl merhamet gösterilir, ana babaya nasıl vefalı olunur diye yaparak göstermedikleri için onlar da kendilerini bir bakımevine tıkıyor ve hayatlarını yaşamaya koşuyor? Ne acı?
Hadis-i şerifte, Anne babaya yapılan kötülüğün cezası bu dünyada verilir buyrulması, boşuna değil elbette. Evlatlar, her şeyde olduğu gibi, anne babaya nasıl davranılacağını da yine anne babasından öğrenmiyor mu?
Nimet olarak; Yaşlılarla yaşamak
Sözün başında, yaşlıların huzurevlerine bırakılmasıyla aile yapısının değişmesi arasındaki ilişkiden bahsetmiştik. Gerçekten de günümüzde yaşlılarla birlikte oturmanın bir takım zorlukları vardır. Yukarıda saydığımız sebeplerle nefse zor gelmesinin yanında, günümüz hayat şartları da yaşlılarla birlikte oturmayı zorlaştırmaktadır.
Geleneklerimiz birkaç neslin bir arada yaşamasını esas alırken, bu, farklı yaş gruplarından kişilerin birbirini dengelemesine imkân veriyordu. Mesela, evde çocuklar neşe kaynağıydı ve ihtiyarlar da onlarla bir nebze de olsa neşelenirdi. Yaşlılar, ev işleri gibi ufak tefek işlerde gençlere yardım ederek, kendilerini faydalı hissederlerdi. Yine, çocuklara masal anlatmak, askerlik anılarını anlatmak gibi işler, yaşlıların zihin sağlığına iyi gelirken, çocukları da eğlendirirdi.
Ancak günümüzde, bir arada yaşama geleneği ortadan kalkınca nesiller birbirinden koptu. Uzun zaman ayrı yaşamaya alışanlar da daha sonra birden bire bir arada olmayı beceremez hale geldi.
Her şeyden önce, günümüzde evler, çekirdek aileye göre inşa edilir oldu. Dairelerde ebeveyn yatak odası, çocuk odası, oturma odası salon vardır ama büyükanne odası yoktur. Mobilya ve ev eşyaları da hep bu mantığa göre üretilmektedir. Bu anlayış sebebiyle, yaşlılar iyice çökene dek kendi evlerinde yaşamakta, bir arada yaşamaya alışmamaktadırlar. Daha sonra tek başına kalamayacak hale gelince de kendi çocuk ve torunlarına uyum sağlayamamaktadır. Çünkü yaşlı insanlar, kendi eşyalarından ayrılmak istememekte, hiçbir şeyini atmaya razı olamamaktadır. Evdeki ortak mekânları ve eşyaları paylaşamamakta, her şeyi kendi istediği gibi yönetmek istemektedir.
Anadoluda hala sürdürülen Büyük aile hayatında, yaşlıların kendilerini ibadete verdiğini, evin çekip çevrilmesini gençlere bıraktığını görüyoruz. Yaşlılığı kabullenip bir kenara çekilen, gördüğü hizmetlere hayır dua eden, tatlı dilli ihtiyarlar ne kadar elden ayaktan düşse de aile içinde sevgiyle bakılmaktadırlar. Ancak kendi düzenine düşkün, yaşlanmayı ve bir kenara çekilmeyi kabullenemeyen yaşlılarla geçinmek çok zor olmaktadır.
Yaşlılarla birlikte yaşamanın bir başka zorluğu da onların zihinlerindeki takıntılarla başa çıkamamalarıdır. Mesela, gelinini beğenmeyen ve oğluna layık görmeyen bir anne, önceleri bunu belli etmezken, yaşlandıkça kendini kontrol yeteneğini kaybetmekte ve kafasına taktığı bu fikrini söyleyip durarak, aile huzurunu bozmaktadır. Aslında bu tip söz ve hareketlere aldırış etmemeli, hatta ciddiye almamalıdır. Çünkü bu yaptıklarını bilinçle yapmamaktadırlar.
Yaşlılara el birliği içinde bakmak
Günümüzde yaşlılara bakmanın güçleşmesinin bir nedeni de akrabalık, komşuluk ve dostluk bağlarının zayıflamasıdır. Yaşlılara bakmak, geleneksel toplum içinde el birliğiyle yapılan bir vazifedir. Kimin evinde yatalak hasta varsa diğer kardeşler, akrabalar ve hatta konu komşu onun yardımına koşar. Yaşlının evrilip çevrilmesine, yıkanmasına, taşınmasına yardım ederler. Zaten bu işler, tek başına bir insanın yapabileceği işler değildir.
Bu işler sırayladır. Bugün sana yarın bana? Kimin ihtiyacı varsa ona yardıma gidilir. Böylece evinde hastası olan insan eve kapanıp kalmaz, başına toplananlar sayesinde şenlenir.
Zamanımızda ise yaşlı anne babasına bakmak istemeyen evlatlar hem onlarla hem de diğer akrabalarla ilişkisini kesmektedir. Apartmanlarda zaten komşuluk kalmamıştır. Bu durumda, hastaya bakana yardım eden kimse kalmamaktadır.
Yaşlara bakmakta diğer bir unsur da bu işin aile reisi tarafından önemsenmesidir. Hem erkeklerin bu işi küçük görmediğini, aksine büyük bir sevap vesilesi olarak gördüğünü görmek, hanıma ve çocuklara şevk verebilir. Mesela erkekler, gündüz iş yerinde olsalar da pekâlâ akşamları yaşlı annelerine bir öğün yemek yedirebilirler. Ayrıca anne babalarının temizlik işleri sırasında onları indirip kaldırarak, taşıyarak kız kardeşlerine yardım edebilirler.
Eğer bunlara zamanları yoksa en azından kız kardeşi veya hanımına yardımcı tutabilirler. Bunun yanında gönül alıcı sözler söyleyebilir, hediyeler alabilir, gezmeye götürerek sevindirebilirler. Hiçbirini yapacak gücü yoksa bari yük olmayabilir, ileri geri konuşmayabilir, moral bozmaktan kaçınabilirler.
Ne yazık ki ülkemizde yaşlılardan kaçmaya sebep olan bir başka sorun da iyilik yapmayı zorlaştıran, maneviyat yönü zayıf, katı gelenekçiliktir. Yaşlıya bakmak gibi nefse zor gelen bir görevi yüklenen kişilere yardımcı olmak ve moral vermek yerine, kusur arayarak incitmek, bu işi bir kat daha zorlaştırmaktadır.
Yaşlılarla yaşamanın kazandırdıkları
İhtiyarlarla birlikte yaşamak hoşa gitmez ama aslında çok şey kazandırır. Her şeyden önce yaşlının hali, genç insana elindeki nimetleri hatırlatır. Bir gencin, kaybetmeden önce kıymetin bilemeyeceği her nimeti kaybeden kişidir o? Ve dünya nimetlerinin ne kadar geçici olduğunu göstererek, ibret alanlara çok önemli bir ikazda bulunur: Hiçbir şeyi elde tutmak mümkün değildir, ancak kullanıp değerlendirmenin imkânı vardır!
Bu ikaz, kıymetini bilenler için o kadar büyük bir öğüttür ki
Kişi, elindeki en büyük hazine olan gençlik enerjisini ve kabiliyetlerini ancak onların faniliğini fark ederse iyi değerlendirebilir. Bu sebeple, ihtiyarların halinden ibret alanlar, çok önemli bir ders almış olurlar.
Hem ihtiyarlar, sahip oldukları hayat tecrübeleri sayesinde gençlere önemli nasihatler de verebilirler. Hele hele hayırlı nasihatler verebilecek ilim ve irfana sahip ihtiyarlar, önemli kararları verme zamanında, altın kıymetinde öğütler verebilirler.
Ayrıca ağzı dualı, eli tespihli, tatlı sohbetli ihtiyarlarla zaman geçirmek, maneviyatlı bir genç için pek çok kazançlara vesile olabilir. Manevi bakımdan belli bir yol almış, bir derece kat etmiş ihtiyarlar, henüz yolun başındaki acemi gençlere maneviyat aşılayabilir. Hem böyle muhterem zatlara hizmet etmek ve hayır dualarını almak, kısa zamanda çok manevi kazanç elde etmeye vesile olabilir.
Hatta huysuz ve nankör yaşlılara hizmet etmek bile onlara, hizmet edenin sevabından bir şey eksiltmez. Belki tam tersi, bir teşekkürü, bir hayır duayı esirgemesine mukabil, Allah-u Zülcelâl daha büyük karşılık verir.
Eğer kıymeti bilinse yaşlılara bakmak, bu dünyanın en büyük fırsatlarından biridir. Bu sebepledir ki Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Yanında anne babası yaşlandığı halde (onlara hizmet ederek), cennete giremeyenlere yazıklar olsun buyurmuştur.
Huzur evleri (!) artıyor

Geçtiğimiz günlerde bir haber geçti. Bir televizyon kanalına, Huzurevinde Eziyethaberi için ödül verilmişti. Özel bir huzurevinde gizlice çekilmiş görüntüler, tekrar tekrar verildi. Bu gibi haberlerden sonra azıcık vicdanı olan insan, herhangi bir yakınını huzurevine bırakabilir mi?diye aklımdan geçiriyordum ki eski bir gazetenin haberi gözüme çarptı: Özel huzurevlerinin sayısı hızla artıyor. 1990dan 2000 yılına kadar, 19 özel huzurevi açılmışken, bu sayı 2000 den bu yana, 120 ye ulaştı.
Sosyal hizmetler, yerel yönetimler ve vakıfların açtığı huzurevlerinin sayısı da buna eklenirse Türkiyede şu anda, 150den fazla huzurevinde 7 binden fazla yaşlıya bakım ve hizmet veriliyor. Bu yedi binden fazla yaşlı insanın hepsi mi kimsesiz, hepsi mi garip? Hayır. Aksine, Anadoluda kimi kimsesi olmayan yaşlılara bile konu komşu ve akrabalar sahip çıkıyor.
Mesela, Anadolu da 37 ilimizde hiç huzurevi bulunmuyor. Ama başta İstanbul ve İzmir olmak üzere, modernleşmiş şehirlerimizde yaşlıları huzurevine bırakmak her geçen gün yaygınlaşıyor. Bu da yaşlıları huzurevine bırakmakla Dünya görüşü arasında ciddi bir ilişki olduğunu gösteriyor.
Sosyal Hizmetler kurumunun müdürlerinden biri, huzurevlerine bırakılan yaşlı sayısının daha da artacağından bahsederken, bu tahminini Türkiyede aile yapısının dönüşümüne bağlıyor. Çünkü artık kadınlar da çalışıyor.
Elbette külfet ama
Aslında sadece çalışan kadınlar değil, evde oturup evinin işlerini dahi yardımcılara yaptıran kadınlar da yaşlıları evde istemiyor. Hem de sadece evi küçük olan, yaşlı anne babasına verecek fazla odası olmayan aileler değil, kocaman dubleks, tripleks villaları olanlar da evlerinin bir köşesine sığdıramıyorlar yaşlıları? Çünkü bencil ve haz düşkünü bir şekilde yetiştirilen bu nesil, yaşlılara bakmak gibi fedakârlık isteyen bir hizmeti, nefsine kabul ettiremiyor.
Doğrusu, nefsine hoş gelmeyen her vazifeden kaçan, hep nefsinin zevk aldığı şeylerle meşgul olan kişiler için yaşlılarla zaman geçirmek hiç de kolay değil. Yaşla birlikte beyin ve sinir hücreleri görevlerini tam yapamayacak hale geldiği için yaşlılar, kendilerini kontrol etme yeteneklerini yitiriyorlar.
Bu da onların akıllarına geleni söylemelerine veya normalde yapmayacakları abes hareketleri yapmalarına sebep oluyor. Zaten Kuran-ı Kerim de bu sebepten Onlara öf bile deme! buyruluyor ya. Çünkü bu çağda insan, yeniden çocuklaşıyor ve öf dedirtecek hareketler yapıyor.

Hem yaşlılar, beyin hasarına bağlı olarak her şeyi unutuyor, tekrar tekrar soruyor, tekrar tekrar anlatıyorlar. Zihinde bir takım saplantılı düşünceler, kuruntular, kuşkular oluşabiliyor. Kendi düşüncelerinin saçmalığını fark edemedikleri için en yakınlarını suçlayabiliyorlar ve böylece de etrafındaki kişileri hayli eğer ciddiye alınırlarsa- sinirlendirebiliyorlar. Bilhassa, bol bol Kuran okuyup Allahı zikrederek, akıl sağlığını son demine kadar muhafaza eden bir ihtiyar değilse?
Ayrıca, yaşlılık çağında insanlar çok geçimsiz olabiliyorlar. Çünkü hayattan zevk almıyorlar. Ağızlarının tadı bozulduğu için hiçbir şeyi beğenmiyorlar. Hastalıkları yüzünden rahatça istediklerini yiyip içemiyor, zevk aldıkları şeyleri yapamıyorlar.
Birçok yaşlı, yaşlılığını kabullenip, hastalıklarının tamamen iyileşmeyeceğini anlayıp, doktorların tavsiyelerine uygun hareket etmeye yanaşmıyor. Bunun yerine Benim derdime çare bulmuyorsunuz(!) diye etrafındakileri suçlayabiliyor. Hele hele dünya hayatını bir zevk alma yeri zanneden insanlar için yaşlılık çağı, son derece sıkıntılı bir dönem haline geliyor.
Neden ihtiyarları istemiyorlar?
Gençlerin ihtiyarları istememesi için bir sürü sebep vardır. Genç adam, hayatı hızla yaşamak isterken, ihtiyar onu yavaşlatır.
Gençler sürekli malı mülkü, kazancı, evladı çoğaltmak, işini, eğitimini, başarısını geliştirmek ister; ama ihtiyarların hiçbir şeyi çoğalmaz ve ilerlemez. Aksine, ihtiyarların her türlü yeteneği sürekli gerilerken, tükettikleri hiçbir şey geri dönmez. Üstelik onlara ne kadar iyi bakılırsa bakılsın, sürekli ölüme doğru giderler.
Hem ihtiyarlar her şeyleriyle hoşa gitmeyen şeyleri hatırlatırlar. Mesela, gençler geleceği düşünmeden, rahatça dünya zevklerine dalmak isterken, ihtiyarlar onlara, o unutmak istedikleri şeyleri hatırlatır. Ölümü; gençliğin, güzelliğin, sağlığın, başarının, zekânın, makamın, mevkiin bir gün muhakkak kaybedileceğini?
Aslında ihtiyarlık çağı, gerçekten de tam bir ibret levhasıdır. Nice güçlü kuvvetli, şahsiyetli ve heybetli adam, zavallı bir ihtiyara dönüşmüştür. Karısına, çocuklarına, emri altında çalışanlara envai çeşit zorbalık yapan nice efendiler, bir lokma için yalvarır hale gelmiştir.
Zamanın acımasızca akıp geçişi, nice güzel yüzlüleri, yüzüne bakılmaz bir acuzeye dönüştürmüştür. Çok akıllılar ahmaklaşmış, çok bilgililer unutmuş, çok kibirliler zelil ve perişan olmuştur. Dünyanın vefasızlığından, insanın dayanıksızlık ve faniliğinden ibret almak isteyenlerin mutlaka ihtiyarlarla ilişkisini artırması, onlara bakıp kendi geleceğini düşünmesi gerek Ama nerde?

Gençliklerine aldanırlar
Gençler, onlara şu dünyanın kudret ve saltanatının vefasızlığını hatırlatan hiçbir şeyi düşünmek istemezler. Sanki ihtiyarlamak başkalarına ait bir kusurmuş gibi düşünmek isterler. Sanki kendileri bu noksanlıktan varesteymiş gibi, geçici gençlik nimetiyle şımarırlar.
Ama isteseler de istemeseler de ihtiyarlık onların da başına gelir bir gün. Ve o zaman bakarlar ki kendileri çoluk çocuklarına nasıl örnek olmuşlarsa onlar da aynısını yapıyorlar. Kendileri çocuklarına yaşlılara nasıl merhamet gösterilir, ana babaya nasıl vefalı olunur diye yaparak göstermedikleri için onlar da kendilerini bir bakımevine tıkıyor ve hayatlarını yaşamaya koşuyor? Ne acı?
Hadis-i şerifte, Anne babaya yapılan kötülüğün cezası bu dünyada verilir buyrulması, boşuna değil elbette. Evlatlar, her şeyde olduğu gibi, anne babaya nasıl davranılacağını da yine anne babasından öğrenmiyor mu?
Nimet olarak; Yaşlılarla yaşamak
Sözün başında, yaşlıların huzurevlerine bırakılmasıyla aile yapısının değişmesi arasındaki ilişkiden bahsetmiştik. Gerçekten de günümüzde yaşlılarla birlikte oturmanın bir takım zorlukları vardır. Yukarıda saydığımız sebeplerle nefse zor gelmesinin yanında, günümüz hayat şartları da yaşlılarla birlikte oturmayı zorlaştırmaktadır.
Geleneklerimiz birkaç neslin bir arada yaşamasını esas alırken, bu, farklı yaş gruplarından kişilerin birbirini dengelemesine imkân veriyordu. Mesela, evde çocuklar neşe kaynağıydı ve ihtiyarlar da onlarla bir nebze de olsa neşelenirdi. Yaşlılar, ev işleri gibi ufak tefek işlerde gençlere yardım ederek, kendilerini faydalı hissederlerdi. Yine, çocuklara masal anlatmak, askerlik anılarını anlatmak gibi işler, yaşlıların zihin sağlığına iyi gelirken, çocukları da eğlendirirdi.
Ancak günümüzde, bir arada yaşama geleneği ortadan kalkınca nesiller birbirinden koptu. Uzun zaman ayrı yaşamaya alışanlar da daha sonra birden bire bir arada olmayı beceremez hale geldi.
Her şeyden önce, günümüzde evler, çekirdek aileye göre inşa edilir oldu. Dairelerde ebeveyn yatak odası, çocuk odası, oturma odası salon vardır ama büyükanne odası yoktur. Mobilya ve ev eşyaları da hep bu mantığa göre üretilmektedir. Bu anlayış sebebiyle, yaşlılar iyice çökene dek kendi evlerinde yaşamakta, bir arada yaşamaya alışmamaktadırlar. Daha sonra tek başına kalamayacak hale gelince de kendi çocuk ve torunlarına uyum sağlayamamaktadır. Çünkü yaşlı insanlar, kendi eşyalarından ayrılmak istememekte, hiçbir şeyini atmaya razı olamamaktadır. Evdeki ortak mekânları ve eşyaları paylaşamamakta, her şeyi kendi istediği gibi yönetmek istemektedir.
Anadoluda hala sürdürülen Büyük aile hayatında, yaşlıların kendilerini ibadete verdiğini, evin çekip çevrilmesini gençlere bıraktığını görüyoruz. Yaşlılığı kabullenip bir kenara çekilen, gördüğü hizmetlere hayır dua eden, tatlı dilli ihtiyarlar ne kadar elden ayaktan düşse de aile içinde sevgiyle bakılmaktadırlar. Ancak kendi düzenine düşkün, yaşlanmayı ve bir kenara çekilmeyi kabullenemeyen yaşlılarla geçinmek çok zor olmaktadır.
Yaşlılarla birlikte yaşamanın bir başka zorluğu da onların zihinlerindeki takıntılarla başa çıkamamalarıdır. Mesela, gelinini beğenmeyen ve oğluna layık görmeyen bir anne, önceleri bunu belli etmezken, yaşlandıkça kendini kontrol yeteneğini kaybetmekte ve kafasına taktığı bu fikrini söyleyip durarak, aile huzurunu bozmaktadır. Aslında bu tip söz ve hareketlere aldırış etmemeli, hatta ciddiye almamalıdır. Çünkü bu yaptıklarını bilinçle yapmamaktadırlar.

Yaşlılara el birliği içinde bakmak
Günümüzde yaşlılara bakmanın güçleşmesinin bir nedeni de akrabalık, komşuluk ve dostluk bağlarının zayıflamasıdır. Yaşlılara bakmak, geleneksel toplum içinde el birliğiyle yapılan bir vazifedir. Kimin evinde yatalak hasta varsa diğer kardeşler, akrabalar ve hatta konu komşu onun yardımına koşar. Yaşlının evrilip çevrilmesine, yıkanmasına, taşınmasına yardım ederler. Zaten bu işler, tek başına bir insanın yapabileceği işler değildir.
Bu işler sırayladır. Bugün sana yarın bana? Kimin ihtiyacı varsa ona yardıma gidilir. Böylece evinde hastası olan insan eve kapanıp kalmaz, başına toplananlar sayesinde şenlenir.
Zamanımızda ise yaşlı anne babasına bakmak istemeyen evlatlar hem onlarla hem de diğer akrabalarla ilişkisini kesmektedir. Apartmanlarda zaten komşuluk kalmamıştır. Bu durumda, hastaya bakana yardım eden kimse kalmamaktadır.
Yaşlara bakmakta diğer bir unsur da bu işin aile reisi tarafından önemsenmesidir. Hem erkeklerin bu işi küçük görmediğini, aksine büyük bir sevap vesilesi olarak gördüğünü görmek, hanıma ve çocuklara şevk verebilir. Mesela erkekler, gündüz iş yerinde olsalar da pekâlâ akşamları yaşlı annelerine bir öğün yemek yedirebilirler. Ayrıca anne babalarının temizlik işleri sırasında onları indirip kaldırarak, taşıyarak kız kardeşlerine yardım edebilirler.
Eğer bunlara zamanları yoksa en azından kız kardeşi veya hanımına yardımcı tutabilirler. Bunun yanında gönül alıcı sözler söyleyebilir, hediyeler alabilir, gezmeye götürerek sevindirebilirler. Hiçbirini yapacak gücü yoksa bari yük olmayabilir, ileri geri konuşmayabilir, moral bozmaktan kaçınabilirler.
Ne yazık ki ülkemizde yaşlılardan kaçmaya sebep olan bir başka sorun da iyilik yapmayı zorlaştıran, maneviyat yönü zayıf, katı gelenekçiliktir. Yaşlıya bakmak gibi nefse zor gelen bir görevi yüklenen kişilere yardımcı olmak ve moral vermek yerine, kusur arayarak incitmek, bu işi bir kat daha zorlaştırmaktadır.
Yaşlılarla yaşamanın kazandırdıkları
İhtiyarlarla birlikte yaşamak hoşa gitmez ama aslında çok şey kazandırır. Her şeyden önce yaşlının hali, genç insana elindeki nimetleri hatırlatır. Bir gencin, kaybetmeden önce kıymetin bilemeyeceği her nimeti kaybeden kişidir o? Ve dünya nimetlerinin ne kadar geçici olduğunu göstererek, ibret alanlara çok önemli bir ikazda bulunur: Hiçbir şeyi elde tutmak mümkün değildir, ancak kullanıp değerlendirmenin imkânı vardır!
Bu ikaz, kıymetini bilenler için o kadar büyük bir öğüttür ki
Kişi, elindeki en büyük hazine olan gençlik enerjisini ve kabiliyetlerini ancak onların faniliğini fark ederse iyi değerlendirebilir. Bu sebeple, ihtiyarların halinden ibret alanlar, çok önemli bir ders almış olurlar.
Hem ihtiyarlar, sahip oldukları hayat tecrübeleri sayesinde gençlere önemli nasihatler de verebilirler. Hele hele hayırlı nasihatler verebilecek ilim ve irfana sahip ihtiyarlar, önemli kararları verme zamanında, altın kıymetinde öğütler verebilirler.
Ayrıca ağzı dualı, eli tespihli, tatlı sohbetli ihtiyarlarla zaman geçirmek, maneviyatlı bir genç için pek çok kazançlara vesile olabilir. Manevi bakımdan belli bir yol almış, bir derece kat etmiş ihtiyarlar, henüz yolun başındaki acemi gençlere maneviyat aşılayabilir. Hem böyle muhterem zatlara hizmet etmek ve hayır dualarını almak, kısa zamanda çok manevi kazanç elde etmeye vesile olabilir.
Hatta huysuz ve nankör yaşlılara hizmet etmek bile onlara, hizmet edenin sevabından bir şey eksiltmez. Belki tam tersi, bir teşekkürü, bir hayır duayı esirgemesine mukabil, Allah-u Zülcelâl daha büyük karşılık verir.
Eğer kıymeti bilinse yaşlılara bakmak, bu dünyanın en büyük fırsatlarından biridir. Bu sebepledir ki Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Yanında anne babası yaşlandığı halde (onlara hizmet ederek), cennete giremeyenlere yazıklar olsun buyurmuştur.
HATİCE KÜBRA ERGİN