Müslüman olmayanlarla dostluk

ferit

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
25 Şubat 2011
Mesajlar
365
Tepkime puanı
21
Gayri Müslimlerle Dostluk - Müslüman olmayanlarla arkadaşlık - Kafirlere uymak, kafirleri veli edinmek, kafirleri önder yapmak
Yüce Allah müminlerin dinden dönmeleri durumunda yerlerine yeni nesiller getireceğini haber vermektedir. Müslümanların Maide suresi 54. ayette sıralanan vasıflarından birisi, müminlere karşı alçak gönüllü, diğeri kâfirlere karşı vakarlı, sert, dirençli ve tavizsiz; maddî menfaat karşılığında satın alınamayacak kadar üstün karaktere sahip olmalarıdır.

Ali İmran suresi 28. ayetin tefsirinde Müslümanların
müslüman olmayanlarla ilişkilerini düzenleyen âyetler ve Resûlullah'ın uygulamaları topluca değerlendirildiğinde, delillerin şu iki noktada görüş ayrılığına meydan vermeyecek ölçüde açık olduğunu ifade etmektedir:
a) Hangi sebeple olursa olsun müslümanın kendi inançlarından tâviz vererek- müslüman olmayana inanç bakımından yakınlık duyması, onları bu anlamda dost edinmesi kendi imanını tehlikeye sokan bir durumdur.

Elmalılı merhum “âyet imana karşı küfrün velâyetinden teberri ve inkıtaı amirdir.
Bu âyet, Allah ve Peygamber mahabbetine münafi ve vazifei diniyyenin hakkıyla ifasına mani' olan her türlü alâikı dünyeviyye mahabbetinden teberri ve inkıtaı âmirdir. “ diyerek benzer bir sonuca ulaşmaktadır.

b) İnançların zedelenmesine yol açacak bir tarzda olmaksızın, İslâm'ın insana bakışını gösteren örnek davranışlar sergilemek, dünya hayatının düzen ve istikrarını sağlamak ve bu çerçevedeki yararlarını koruyup geliştirmek amacıyla müslümanların gayrimüslimlerle iyi ilişkiler içinde olması yasaklanmayıp aksine özendirilmiştir.

Elmalılı merhum, “Binaenaleyh müminler Yahudi ve Nesârâ’ya iyilik etmekten, dostluk yapmaktan, onlara veliyyülemr olmaktan nehy-ü men' edilmiş değil, onları veliy ittihaz eylemekten, yardaklık etmekten nehy edilmişlerdir. Çünkü onlar müminlere yâr olmazlar.” şeklinde ifade etmektedir.

Bu anlayışa paralel olarak, devletler umumi hukukunda milletlerarası ilişkiler için yapılan dostane ilişkiler ve hasmane ilişkiler şeklindeki temel ayrım esas alındığında, İslâm'ın bunlardan birincisini kural, ikincisini ise istisna telakki ettiği, söylenebilir. Bu tarz ilişkilerin âyette kullanıldığı anlamıyla "velâ" (dostluk) olmadığı açıktır. Bu kelimenin başka âyetlerdeki, -özellikle "Allah Teâlâ"nın en iyi dost olduğunu belirten âyetlerdeki kullanımı dikkate alınırsa, burada yasaklanan dostluğun, "inanç birliğinden veya yakınlığından ötürü sevgi besleme, güven duyma ve bel bağlama" anlamında olduğu kolayca anlaşılır.

Gerek âyetin sonundaki ağır müeyyide, yani bu ikaza uymayanların Allah'ın dostluğunu yitirmiş olacaklarının bildirilmesi,- gerekse müteakip âyette gizlenen niyetlerin Cenâb-ı Allah'ın bilgisi dışında olmadığının hatırlatılması, yasaklanan ilişkilerin, İslâm inancına sadakati her şeyin üstünde tutmaksızın birtakım kişisel zaaflar uğruna imanı tehlikeye sokan veya müslümanların zararına olan dostluklar tesis edilmesi veya bu tür dostlukların korunması olduğunu göstermektedir.

Hz. Muhammed'in, peygamberliğinden önceki dönemde ortağı olan Sâib b. Abdullah'ıcâhiliye devrindeki erdemli davranışlarından ötürü övmesi, gençliğinde Mekke'de haksızlıkların önlenmesi amacıyla oluşturulan "Hilfu'l-Fudûl"a (gönüllüler ittifakı) katılması ve peygamberlik yıllarında da bu girişimden memnuniyet ve övgüyle söz etmiş olması; bu sûrenin 75. âyetinde Ehl-i kitap mensuplarının "dürüstlük" ölçütüne göre tasnife tâbi tutulması, Resûlullah'ın Yahudilerle ve müşriklerle yazılı anlaşmalar yapmış olması gibi deliller ve hepsinden önemlisi Enbiyâ sûresinin 107. âyetinde Hz. Muhammed'in bütün yaratılmışlara "rahmet" olarak gönderildiğinin bildirilmesi göstermektedir ki, İslâmiyet, başka dinlerin mensuplarıyla temas kurmayı, barış ve esenlik içinde yaşamanı yöntemlerini geliştirmeyi ve ilâhî bir lütuf olarak insanın doğasına yerleştirilmiş olan (fıtrata uygun) ahlâkî erdemleri beşeriyetin en yüce değerleri sayıp onları yükseklerde tutmak için iş birliği yapmayı yasaklamak şöyle dursun, bunu İslâm mesajını bütün insanlara ulaştırma (tebliğ) görevinin bir parçası saymıştır. Bunun sonucu olarak insanlık tarihinde farklı dinlere mensup kimselerin güven duygusu içinde birlikte yaşayabilmeleri konusunda en başarılı siyasî ve sosyal ilişki örneklerinin Müslümanlar tarafından sergilenmiş olduğu görülmektedir.

“Müslümanların bu alanda ortaya koydukları farklılığın güven duygusu içinde yaşama hissini verebilmekle sınırlı kalmadığı, diğer din mensuplarının bir taraftan kendi inançlarına göre yaşama özgürlüğüne sahip olduğu, bir taraftan da adalet, hoşgörü, yardımseverlik ve benzeri erdemlerin çok belirgin biçimde gözlenebildiği bir sosyal yapı oluşturdukları” gözlemlerini objektif bir bakışla kaleme alan birçok batılı yazarın hayranlık dolifadelerinden anlaşılmaktadır.

Müslümanların gayrimüslimlere karşı insani konularda yakın davranmasının İslam’ın ruhuna daha uygun olduğunu dile getiren komisyon, ancak bütün bu sınırlı ilişkilerin, Kur'an ve Sünnet'teki diğer deliller ışığında değerlendirildiğinde, “müslümanların, kimlik erimesine, dolayısıyla iman gücünü kaybetmelerine yol açacak ilişkiler kurmalarını veya boyunduruk altına girmeye razı olmalarını onaylama anlamına gelmeyeceğini” de hatırlatma ihtiyacı duymuştur. Komisyon bu konudaki görüşlerini, müslümanların hassas dengeyi dikkatle korumaları, iyi niyetli adımlarını amacı dışına taşırmamaları ve ilişki kurulan tarafın da niyetini göz ardı etmeden basiretli davranmaları gerektiğini hatırlatarak bitirmektedir.

Nisa suresi 144. ayete komisyon “müminleri bırakıp kafirleri dost edinmeyin” şeklinde meal verirken, Elmalılı merhum “müminleri bırakıp kafirleri başlarınıza geçirmeyin” şekline meal vermiştir.

Aynı ayetin tefsirinde ise Elmalılı merhum, yalnızca müminleri bırakıp kâfirlerle müvalât etmek münafıklığın açık bir bürhanıdır. “Çeşitli vesilelerle tekrar edilen "müminleri bırakıp kâfirleri veli edinmeme, müminleri ihmal ederek kâfirleri dost tutmama" talimatı, müminlerle gayrimüslimler arasındaki bütün iyi ilişkileri yasaklayan bir hüküm olarak anlaşılmamalıdır. "Müminleri bırakıp" kaydında ısrar edilmesi bu kaydın önemli olduğunu göstermektedir. Müminleri bırakmamak, onları birinci planda dost, veli, taraf saymak şartıyla gayrimüslimler ile de, taraflar ve bütün insanlık için hayırlı olacak, faydalar sağlayacak, kötülükleri önleyecek ilişkiler kurmak, anlaşmalar yapmak ve dayanışmalarda bulunmak yasak değildir, hatta teşvik edilmiştir.

Elmalılı Maide suresi 51. ayetin tefsirinde “Yahudi ve Nesârâ’yı evliya ittihaz etmeyiniz. Onlara veliy olmayınız değil, onları veliy tutmayınız, i'timad edib de yar tanımayınız, yardaklık etmeyiniz, velâyetlerine, hükümlerine, muavenetlerine müracaat etmek, evliyaı umur yapmak şöyle dursun onlara hakıkî bir ahbab gibi kemali safvetle i'timad edib de kendinizi kaptırmayınız. Velhasıl onları yar olur zannedip de yaranınız gibi sıkı fıkı muaşeretlerine dalmayınız, tuzaklarına düşmeyiniz, hevalarına iştirak etmeyiniz.” ifadesini kullanmaktadır.

Bütün bunlardan, genel olarak bu konuda da her iki tefsirin benzer görüşleri paylaştığı görülmektedir. Ancak, bazı ayrıntılarda ise farklı düşündükleri noktalar bulunmaktadır. Elmalılı merhumun, gayrimüslimlerle insani konularda görüşmeyi yasaklamadığı ama onlara güvenilemeyeceğini belirttiği, bu nedenle de birçok çekinceleri olduğu görülmektedir. Komisyon ise, gayrimüslimlerle insani konularda kesinlikle diyalog kurulmasının, hatta insani konularda -asimile olmamak, kendinden taviz vermemek kadıyla günümüz koşullarında işbirliği yapılmasının şart olduğunu dile getirmektedir.
 
Üst Alt