- Katılım
- 2 Eylül 2011
- Mesajlar
- 3,869
- Tepkime puanı
- 37
Namaz Dinin Direğidir.”
Namaz, ne kadar kıymetli ve mühim,hem namazsız insan ne kadar dîvâne ve zararlı olduğunu, aşağıdaki temsil ile, iki kere iki dört eder derecesinde kat'î anlamak mümkündür. Hikayeyi kavrayabilirsek, namazın hakikatını daha iyi anlayabiliriz...
Bir zaman bir büyük hâkim, iki hizmetkârına, -her birisine yirmi dört altın verip- iki ay uzaklıktaki has ve güzel bir çiftliğine oturmak için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: "Şu size verdiğim 24‘er altını yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bâzı şeyleri alınız. Bir günlük mesâfede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem tren, hem uçak bulunur. Bilet paranız hangisine yeterse o araçla gidilebilir."
İki hizmetkâr, ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar az bir parça para masraf eder. Fakat, o masraf içinde efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki: Sermayesi, birden bine çıkar.
Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan; istasyona kadar yirmi üç altınını sarfeder. Kumara-mumara verip kaybeder, birtek altını kalır. Arkadaşı ona der: "Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder; ettiğin kusuru afveder. Seni de uçağa bindirirler. Bir günde padişahımızın bizi gönderdiği yere gideriz. Yoksa iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun."
Acaba şu adam inad edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, geçici bir lezzet için günahlı eğlencelere sarfetse; ne kadar akılsız, zararlı ve bedbaht olduğunu, en akılsız adam dahi anlamaz mı?
Temsilimiz burada sona erdi. Şimdi, yukarıdaki hikayede geçen “padişah kimdir?” “çiftlik neresidir?” “o iki adamlar kimlerdir” “yirmidört altın neye işarettir” birlikte onlara bakalım.
O hâkim ise; Rabbimiz, Yaradanımızdır. O iki hizmetkâr yolcu ise; biri dindar namazını şevk ile kılar. Diğeri gafil, namazsız insanlardır. O yirmidört altın ise, yirmidört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise, Cennet'tir. O istasyon ise, kabirdir. O seyahat ise kabre, yeniden dirilmeye, ebede gidecek insanın yolculuğudur. İbadetlere göre, takvâ kuvvetine göre, o uzun yolu çeşitli derecede kat'ederler. Bir kısım ehl-i takvâ, ( yani günahlardan çok kaçınan ve Allah’ın emirlerini elinden geldiğince yerine getirmeye çalışan kişiler ) şimşek gibi bin senelik yolu, bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi ellibin senelik bir mesâfeyi bir günde kat'eder. Kur'an-ı Azîmüşşan, şu hakikate iki âyetiyle işaret eder. O bilet ise, namazdır. Birtek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Yani beş vakit namaz toplam 40 rekat, birer dakikadan 40 dakika. Abdest ve tesbihatla birlikte toplam bir saat eder.
Acaba yirmiüç saatini şu kısacık dünya hayatına sarfeden ve o uzun ebedi hayatı için birtek saatini sarfetmeyen; ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar aklın tersine hareket eder.
Mesela bin kişinin katıldığı bir piyango kumarına yarı malını veren bir adamın kazanma ihtimali binde birdir. Binde bir ihtimale rağmen o piyangoya katılıp, yirmi dörtten bir malını, yüzde doksan dokuz ihtimal ile kazancı kesin bir ebedi hazineye vermemek; ne kadar, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini akıllı zanneden adam anlamaz mı?
Aslında hepimiz vicdanımıza kulak verdiğimizde görüyoruz ki: namazda ruhumuzun ve kalbimizin ve aklımızın büyük bir rahatı vardır. Hem vücudumuza da o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılan bir insanın diğer mübah, yani yemek-içmek, uyumak gibi günah veya sevab olmayan dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Böylece bütün ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette bakileştirir.
Namaz, ne kadar kıymetli ve mühim,hem namazsız insan ne kadar dîvâne ve zararlı olduğunu, aşağıdaki temsil ile, iki kere iki dört eder derecesinde kat'î anlamak mümkündür. Hikayeyi kavrayabilirsek, namazın hakikatını daha iyi anlayabiliriz...
Bir zaman bir büyük hâkim, iki hizmetkârına, -her birisine yirmi dört altın verip- iki ay uzaklıktaki has ve güzel bir çiftliğine oturmak için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: "Şu size verdiğim 24‘er altını yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bâzı şeyleri alınız. Bir günlük mesâfede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem tren, hem uçak bulunur. Bilet paranız hangisine yeterse o araçla gidilebilir."
İki hizmetkâr, ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar az bir parça para masraf eder. Fakat, o masraf içinde efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki: Sermayesi, birden bine çıkar.
Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan; istasyona kadar yirmi üç altınını sarfeder. Kumara-mumara verip kaybeder, birtek altını kalır. Arkadaşı ona der: "Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder; ettiğin kusuru afveder. Seni de uçağa bindirirler. Bir günde padişahımızın bizi gönderdiği yere gideriz. Yoksa iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun."
Acaba şu adam inad edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, geçici bir lezzet için günahlı eğlencelere sarfetse; ne kadar akılsız, zararlı ve bedbaht olduğunu, en akılsız adam dahi anlamaz mı?
Temsilimiz burada sona erdi. Şimdi, yukarıdaki hikayede geçen “padişah kimdir?” “çiftlik neresidir?” “o iki adamlar kimlerdir” “yirmidört altın neye işarettir” birlikte onlara bakalım.
O hâkim ise; Rabbimiz, Yaradanımızdır. O iki hizmetkâr yolcu ise; biri dindar namazını şevk ile kılar. Diğeri gafil, namazsız insanlardır. O yirmidört altın ise, yirmidört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise, Cennet'tir. O istasyon ise, kabirdir. O seyahat ise kabre, yeniden dirilmeye, ebede gidecek insanın yolculuğudur. İbadetlere göre, takvâ kuvvetine göre, o uzun yolu çeşitli derecede kat'ederler. Bir kısım ehl-i takvâ, ( yani günahlardan çok kaçınan ve Allah’ın emirlerini elinden geldiğince yerine getirmeye çalışan kişiler ) şimşek gibi bin senelik yolu, bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi ellibin senelik bir mesâfeyi bir günde kat'eder. Kur'an-ı Azîmüşşan, şu hakikate iki âyetiyle işaret eder. O bilet ise, namazdır. Birtek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Yani beş vakit namaz toplam 40 rekat, birer dakikadan 40 dakika. Abdest ve tesbihatla birlikte toplam bir saat eder.
Acaba yirmiüç saatini şu kısacık dünya hayatına sarfeden ve o uzun ebedi hayatı için birtek saatini sarfetmeyen; ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar aklın tersine hareket eder.
Mesela bin kişinin katıldığı bir piyango kumarına yarı malını veren bir adamın kazanma ihtimali binde birdir. Binde bir ihtimale rağmen o piyangoya katılıp, yirmi dörtten bir malını, yüzde doksan dokuz ihtimal ile kazancı kesin bir ebedi hazineye vermemek; ne kadar, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini akıllı zanneden adam anlamaz mı?
Aslında hepimiz vicdanımıza kulak verdiğimizde görüyoruz ki: namazda ruhumuzun ve kalbimizin ve aklımızın büyük bir rahatı vardır. Hem vücudumuza da o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılan bir insanın diğer mübah, yani yemek-içmek, uyumak gibi günah veya sevab olmayan dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Böylece bütün ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette bakileştirir.