Oniki imam (isna aşeriye)

ömr-ü diyar

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Nisan 2011
Mesajlar
3,345
Tepkime puanı
25
Şia mezheplerinden Caferiye veya İmamiye-i isna aşeriye mezhebine göre din ve dünya işlerini düzenleyen ve dini önder ve hüccet olarak kabul edilen on iki rehber. İlki Hz. Ali olan bu on iki imamı mezheplerinin temeli sayan Şiîlere verilen isim de "İsna Aşeriye"dir.

Şia içinde çok önemli bir yere sahip olan İmamiyenin çoğunluğu, Ca'fer-i Sâdık dahil olmak üzere ilk altı imam hakkında ittifak ettikleri halde, onun ölümünden sonra (148/765) imametin beş oğlundan hangisine geçtiği hususunda anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Büyük çoğunluk, Mûsa el-Kâzım'ı imam olarak kabul etmiştir. Fakat onun gerçekten ölüp ölmediği hususunda ihtilafa düşülmüş; ancak ekseriyet Musa el-Kâzım'ın öldüğüne inanmıştı. İşte bu son gruba "el-Kut'iyye" denmiş; imameti onun oğlu Ali er-Rızâ'ya ve ondan sonra gelen ve on iki imamı tamamlayan kişilere nisbet ettikleri için de kendilerine "İsna aşeriye" ismi verilmiştir. Bu inanca göre; imamet, Hz. Ali'den başlayarak onun oğullan Hz. Hasan ve daha sonra Hz. Hüseyin'e intikal eder. Hz. Hüseyin'den de kesintiye uğramaksızın babadan oğula geçerek oniki imamı tamamlar. Şia'nın çoğunluğunu teşkil eden ve sonraki devirlerde imamiye denilince akla gelen, bu İsnâ aşeriye'dir (Bekir Topaloğlu, Kelam ilmi, İstanbul 1981, s, 218).

Sonuncu imam, Muhammed el-Mehdî, beş altı yaşlarındayken babası vefat etmiştir. Şia inancında el-Mehdî, el-Muntazar, Sâhibu'z-Zaman, el-Hucce, el-Kâim gibi sıfatlarla da anılan bu on ikinci ve sonuncu imam Muhammed el-Mehdî, Şiilere göre, on yaşlarındayken Samarra'daki babasının evinde Serdab'a (yeraltı odası) girmiş ve bundan sonra geri dönmemiş, izi kaybolmuştur. Ancak o ölmemiş, bir gün geri dönüp Şia iktidarını temin edecek, yer yüzünden zulmü kaldıracak, adaleti getirecektir. Fakat, Şia dışındaki İslâm uleması, Muhammed el-Mehdi'nin 275/888 de vefat ettiğini benimserler. Bazı tarihçiler ise aslında Hasan el-Askerî'nin hiç evladı olmadığını, dolayısıyla son imamın yaşamadığını ileri sürmüşlerdir.

Şiilerin inancına göre on iki imamın asıl görevleri; Hz. Peygamberin misyonunu devam ettirmek, insanların dünya ve ahiret hayatlarını tanzim etmektir. Bu görevler, onlara göre, ayet ve hadislerin delâletiyle, Allah tarafından verilmiştir. Onun için imamlara kesin itaat etmek, onlardan yardım ve şefaat dilemek şarttır.

İmamiye inancına göre; bu imamlar Kur'an'dan, Kur'an da onlardandır. Onlar hüccettirler; her hüccet, yani imam kendisinden sonra gelecek olan imamı belirleyip tayin ettikten sonra dünyadan gitmiştir. İmam, müslümanların en bilgini, en üstünü en doğrusu ve ismet sahibi bir kişidir. Allah imamların isimlerini Peygambere bildirmiş, o da onları insanlara tanıtmıştır (Yaşar Kutluay; İslam ve Yahudi mezhepleri, Ankara 1965, s. 111). Hz. Muhammed hariç bütün peygamberlerden üstün kabul edilen imamların kendileri peygamber değildirler. On iki imam görüşüne sahip olan İsna Aşeriye, Fıkıhta altıncı imam olan Ca'fer-i Sâdık'a tâbi olduklarından, onlara "Ca'feriye" de denilmiştir. On altıncı yüzyılın başlarından yani Şâh İsmail Safevî'nin iktidara gelişinden beri (906/ 1500) İranın resmi mezhebi mahiyetinde olan anlayış İsna Aşeriye'dir (İrfan Abdülhamid, İslâmda İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, (Çev. M. Saim Yeprem), İstanbul 1981, s. 37; Hüseyin Atay, Ehl'i-St)nnet ve Şia, Ankara 1983, s. 139).

On iki İmam mezhebi (İsna Aşeriye) nin temel görüşleri şöyle özetlenebilir:

a- İmametin ve her zaman bir imamın bulunmasının gerekliliği; İmamet, dinin bir rüknüdür, İslam'ın temelidir. Şia içinde bazı âlimler imameti ve adı geçen imamların imamlığını inkâr edenlerin İslam'dan çıkmadığını da savunmuşlardır (İrfan Abdülhamid, a.g.e., 38).

b- Nas ve tayin: Oniki İmam mezhebi Şiileri, Hz. Peygamberin Hz. Ali'yi halife tayin ettiğini kesin kabul ederler. Böylece imamlar Peygamber'den başlayıp devam eden bir silsiledir. Bu görüşlerini Hz. Peygamberin sözlerine dayandırırlar.

c- İmamların masum olması: İmamiye, imamların ancak Allah'a asî olmaktan masum olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. İmamlar büyük-küçük, kasten veya yanlışlıkla hiç bir şekilde hata işlemezler.

Bu husus imamın sözünün dinlenmesi, korkusunun kalplerden çıkmaması içindir.

d- İmamların on iki oluşu: On iki İmam mezhebine tabi olanlar, Hz. Peygamberden sonra imamların on iki tane olduğunda ittifak etmişlerdir (Hüseyin Atay, a.g.e., s, 137 vd.).

Necip TAYLAN

Oniki İmam

1- Ali el-Murtaza: Hz. Muhammed (s.a.s)'in amcasının oğlu olup, ona ilk iman edenlerdendir. Hz. Osman'ın şehid edilişinden sonra halife seçilen Hz. Ali, Ehl-i Sünnet'in Raşid halife olarak tanıdığı halifelerin dördüncüsüdür. O, Hicri 40 (M. 661) yılında şehid edilmiştir. Şiiler Hz. Ali'yi ilk imam olarak telakki ederler ve önceki halifelerin nassa aykırı davranarak onun hakkını gasbettiklerine inanırlar (Hayatı için bk. Ali b. Ebi Talib Mad.).

2- Hasan el-Müctebâ: Hz. Ali şehid edildikten sonra, taraftarları olan Kufeliler, Hz. Fatıma'dan olan büyük oğlu Hz. Hasan'a bey'at ettiler. Hz. Hasan Hz. Muaviye'ye karşı giriştiği bir askerî teşebbüste başarı sağlayamayınca, Muaviye ile anlaşarak hilafet hakkından feragat etti. Hz. Hasan, Hicri 50 (M. 670)'de vefat etmiş olup, Şiiler ittifakla ikinci imam olarak onu tanırlar (geniş bilgi için bk. Hasan b. Ali Mad.).

3- Hüseyin eş-Şehid: Muaviye'nin ölümünden sonra, Yezid b. Muaviye'nin veliahd usuluyle hilafet makamına oturması üzerine Kufeliler Hz. Hüseyin'e mektuplar yazarak Kufe'ye geldiği takdirde ona bey'at edeceklerini bildirdiler. Hz. Hüseyin, Kufe'ye doğru yola çıktı. Kerbelâ Mevkiine gelince Yezid'in gönderdiği orduyla karşılaştı. Resulullah (s.a.s)'ın torunu Hz. Hüseyin burada vahşice şehid edildi (10 Muharrem 61/10 Ekim 680). Şiiler üçüncü imam olarak Hz. Hüseyin'i kabul ederler. Onun şehit edildiği 10 Muharrem Aşura günü Şiilerce bir matem günü kabul edilir ve çeşitli merasimler düzenlenerek bu gün anılır (Geniş bilgi için bk. Hz. Hüseyin Mad.).

4- Ali Zeynelâbidin es-Seccâd b. Hüseyin: Hz. Hüseyin'in oğlu olup, rivayete göre annesi, Kisra Yezducerd'in Medine'ye getirilen üç kızından biridir. Kufe'de 34 veya 36 (m. 655, 656) yılında doğmuştur (bk. İbnul-İmad el-Hanbelî, Şezeratü'z-Zeheb, Beyrut t.y., I, 105).

Zeynelâbidin, Kerbelâ olayı sırasında çocuk yaşta olup hasta olarak çadırda yatmakta idi. Hz. Hüseyin'i şehid eden grubun lideri Şamir onu öldürmek istemiş, ancak ordu komutanı Ömer b. Sa'd buna izin vermemişti (İbnul-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut 1979, IV, 79).

Medineliler Yezid'e karşı Abdullah b. Hamala liderliğinde kıyam'a kalktıklarında, Ali Zeynelabidin de Medine'de bulunmaktaydı. O, bu kıyama katılmayarak kendisine dokunulmamasını istemiş ve bu isteği kabul edilmişti. Zeynelabidin kendi ailesi ve Mervan b. Hakem'in ailesini yanına alarak Medine'den çıktı ve Yenbu tarafına gitti (İbnu'l-Esir, a.g.e., IV, 13; Ayrıca bk. Harra olayı mad.).

Daha sonra Mervan onu, Yezid'in Medine'ye gönderdiği ordu komutanı Müsim b. Ukbe'nin şerrine karşı korudu. Yezid de ona dokunmaması için Müslim'e bir emir göndermiş bulunmaktaydı (a.g.e., IV,119). Zeynelabidin 94 (712) tarihinde vefat etmiştir (İbnul-İmad, a.g.e., I, 104).

Ali b. Hüseyin, takvası ve aşırı derecede ibadete düşkün olmasından dolayı Zeynelabidin şeklinde isimlendirilmiştir. Onun, ölene kadar her gece bin rekât namaz kıldığı rivayet edilmektedir. Zuhrî, onun için; "Zeynelabidinden daha fakîh birini görmedim. Ancak hadis bilgisi azdı". Said b. Müseyyeb de; "Ben, ondan daha fazla vera' sahibi olan bir kimse görmedim" (İbnu'l-İmâd, I,105) demektedir.

5- Muhammmed el-Bâkir b. Ali: Hicrî 56'da doğmuştur. Künyesi Ebû Cafer'dir. Medine fukahasından olup, ilmî seviyesi, meselelerin iç gerçeklerine nüfuz edebilen ve onların hakikatlerine ulaşabilen bir tecassüs kabiliyetine sahip olmasından dolayı "el-Bakır" lakabıyla anılmaktadır. Muhammed Bakır, seçkin hadis alimlerinden biriydi. Ebû Said el-Hudrî başta olmak üzere, bazı sahabilerden hadis rivayet etmiştir. Onun, konuşurken insanlara faydalı olabilecek şeylerden bahsettiği; hikmet dolu bir üsluba sahip olduğu ve insanları vaazlarıyla irşad etmeye gayret gösterdiği rivayet edilmektedir (İbnul-İmâd, a.g.e., I, 149).

Şiilerin imamiye ekolü onu beşinci İmam olarak kabul etmektedir. Daha önce kardeşi Zeyd'in etrafında bulunan grubun, Şeyheyn'e hakaret etmeyi reddetmesi üzerine ondan ayrılarak Ca'fer'i Sadık'ı imam tanıdıklarını bildirdiler ve imametin Ca'fer es-Sâdık'a intikal ettiği inancını benimsediler. Tabiî bu durum Cafer-i Sadık'ın Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir hakkında kötü zan beslediği anlamına gelmez. Zira o, Ehl-i beyt'e büyük zulümler yapmış olan Emevî ailesine mensup olmasına rağmen; Beşinci Raşid Halife Ömer b. Abdülaziz'den "Her kavmin bir necibi vardır. Umeyye oğullarının necibi ise Ömer b. Abdülaziz'dir. Allah onu kıyamet gününde tek başına bir ümmet olarak diriltecektir" şeklinde övgüyle sözederdi (İbnu'l-Esir, a.g.e., V, 62).

Muhammed Bakır 114 (732-733) yılında Medine'de vefat etmiştir. Onun 115 yılında vefat ettiği de söylenmektedir (İbnul-Esir, a.g.e., V,180). O vefat ettiği zaman 58 yaşındaydı. Ancak onun ömrü hakkında 56 ile 73 yaşları arasında değişen muhtelif kayıtlar bulunmaktadır (İbnul-İmad

a.g.e., I,149; İbnul-Esîr, a.g.e., aynı yer).

6- Ca'fer es-Sadık b. Muhammed: İmamiye Şiası'nın altıncı imam olarak kabul ettiği Ca'fer-i Sâdık, İslâm tarihinin mümtaz, alim ve muttaki şahsiyetlerinden biridir. Ebu Hanife ve İmam Malik gibi büyük müctehidlere hocalık yapmıştır. O, gerçek Ehl-i Sünnet çizgisinde bir kimse olup, bu çizgiden sapma gösteren Şiî gruplarla, önceki imamlarda olduğu gibi alâkası yoktur (Hayatı için bk. Ca'fer-i Sâdık ve Caferiye Mad.).

7- Mûsa el-Kazım b. Ca'fer: Ca'fer es-Sadık'ın oğlu olup, İmamiye tarafından yedinci imam olarak kabul edilmektedir. Hicrî 128 (745) yılında doğmuş (İbnul-İmad, I, 304), Medine'de babasının yanında yetişmiştir. Ehl-i Beytin eziyet gören mensuplarından biridir. Abbasî halifelerinden Mehdi onu Bağdat'a getirterek hapsettirmiş, rivayete göre gördüğü bir rüya üzerine bir müddet sonra onu serbest bırakmıştır (A.g.e., aynı yer). Medine'ye dönen Mûsa Kâzım, peşinden Harun er-Reşid tarafından tekrar hapsedilmiştir. İbnul-Esîr onun hapsedilmesine sebep olan olayı şöyle anlatmaktadır: "Harun er-Reşid 179 senesinde umre yaptı. Dönüşte Medine'ye geldiği zaman Resulullah (s.a.s)'ın kabrine gitti. Onun yanında başka insanlar da vardı. O, Resulullah'ın kabrinin başında durduğu zaman şöyle dedi: "Selâm Senin üzerine olsun ey Allah'ın Resulü; Ey amca oğlu"! Bunu, yanında bulunanlara övünmek için söylemişti. Orada bulunan Mûsa b. Cafer, dönerek, "Selâm Senin üzerine olsun ey baba!" dedi. Harun er-Reşid'in rengi değişti ve Mûsa'ya "Bu gerçekten böbürlenmektir" diyerek çıkıştı. Sonra da onu yanına alarak Irak'a götürdü ve hapsettirdi" (İbnul-Esir, a.g.e., VI, 164). Mûsa Kâzım 183 (799) yılında hapiste ölmüştür. O, zamanını ibadet ve zikirle geçirmekteydi. Mûsa Kâzım, Fıkıh'ta temayüz etmiş bir kimseydi. Her ne kadar o, muhalif siyasi faaliyetle're iştirak etmemişse de, hapsedilmesinin gerçek sebebi yönetimin ondan kuşkulanması olmalıdır.

8- Ali er-Rıza b. Mûsa:

Hicrî 148 yılında Medine'de doğdu. Ali b. Mûsa, faziletinden dolayı Abbasî halifelerinden Me'mun tarafından itibar görmüştür. Me'mun, Abbasî sülalesini terkederek O'nu kendine veliaht tayin etti (Ramazan 201/Mart 817) ve "Rızâ min Âl-i Muhammed" lakabıyla lakablandırdı ve O'nu Merv'e götürdü. Bu durum Bağdat'da bulunan Abbasî mensuplarının Me'mun'u halifelikten azlederek, İbrahim b. el-Mehdi'ye beyat etmelerine sebep oldu (İbnul-Esir, a.g.e., VI, 346). Bu, taraflar arasında Irak'ta şiddetli savaşlara sebebiyet verdi (İbnul-imad, a.g.e., II, 2).

Ali b. Mûsa, 203 (818) yılında Tûs şehrinde vefat etmiştir. Onun ölüm sebebi hakkında değişik rivayetler bulunmaktadır.

İbnul-İmâd, hummadan öldüğünü, zehirlenerek öldürülmüş olduğunun da söylendiğini zikretmektedir (A.g.e., II, 6). İbnul-Esir ise, üzümü çok seven Ali er-Rıza'nın Me'mun tarafından zehirli üzüm yedirilerek zehirlendiğini zikrettikten sonra, bunun kendisine göre uzak bir ihtimal olduğunu kaydetmektedir (A.g.e., VI, 351).

Cenaze namazını Me'mun kılmış ve onu, Harun er-Reşid'in yanına defnetmiştir. Onun türbesinin bulunduğu Meşhed (ziyaretgâh) Şiilerce kutsal bir mekan kabul edilir. imamiyenin 8. İmam olarak kabul ettiği Ali b. Mûsa'ya çok sayıda keramet atfedilmektedir. Ali b. Mûsa, kendisinin Me'mun tarafından veliaht tayin edilmiş olmasına rağmen siyasi bir grubun lideri olarak bir kıyamda bulunmamıştır (Me'mun'un, Ali Rıza b. Musa'yı veliaht tayin etmesi ve ölümü ile ilgili daha fazla bilgi için bk. Nasan İ. Hasan, İslâm Tarihi, Terc. İsmail Yiğit-S. Gümüş, İstanbul 1985, II, 495 vd.).

9- Muhammed el-Cevad et-Takıy b. Ali:

İmamiye'nin, dokuzuncu imam olarak kabul ettiği Muhammed b. Ali, Ramazan 195 (Haziran 811)'de Medine'de doğmuştur. Muhammed, Abbasî halıfesi Me'mun tarafından ikram ve saygı görmüştür. Muhammed'i sarayına alan Me'mun onu kızlarından Ümmü Fazl ile evlendirdi 202 (817-818) (İbnul-Esir, a.g.e., VI, 350). Me'mun her sene ona iki bin dirhem bahşiş vermekteydi. El-Mu'tasim tahta çıktığı zaman onu Bağdat'a çağırdı. Muhammed 220 yılının (Kasım 835) yirmi üç yaşında olduğu halde Bağdat'da öldü ve dedesi Kâzım'ın yanına defnedildi (İbnul-İmâd, a.g.e., II, 48).

10- Ali el-Hâdî b. Muhammed: 212 (827-828) yılında doğmuştur. İmamiye tarafından onuncu imam olarak kabul edilmektedir. Fakih ve ibadete düşkün bir kimseydi. O, yönetime karşı kıyama hazırlandığı ithamıyla Abbasilerden el-Mütevikkele şikayet edildi. Mütevekkil askerlerini onun evine gönderdi. Ali el-Hâdî, üzerinde kıldan bir elbise olduğu halde namaz kılmaktaydı. Evinde toprağın üzerine serilmiş bir yatak dahi yoktu. Ali el-Hâdî, Mütevekkile götürüldü ve durumu ona anlatıldı. Onun büyüklüğünü kavrayan el-Mütevekkil, Ali el-Hâdiyi yanına oturttu ve ona dört bin dinar verilmesini emretti. Ali el-Hâdi, 254 (868) yılında Samarrada ölmüştür (İbnül İmâd, age, II, 128; İbnül-Esîr, age, VII, 189)

11- Hasan el Askerî Ali b. Muhammed Cevad: 232 yılında Medinede doğmuş, gençliğini burada geçirmiştir. Açıktan hiç bir siyasi faaliyeti olmamasına rağmen Mütevekkil ondan kuşkulanmış ve hareketlerini kontrol altında tutabilmek için onu asker (Samarra) şehrine getirtmiştir. El-Askerî göz hapsinde bulunduğu Samarada genç yaşta 260 (873-74) yılında vefat etmiştir (İbnül-İmâd, II, 141; İbnül-Esîr, VII, 274)

Hasan el-Askerî de ecdadı gibi ömrünü zühd ve takva içerisinde geçirmiştir. İmamiyenin on birinci imam kabul ettiği kimse olup, on ikinci imam olan İmam-ı Muntazar Muhammedin babasıdır.

12- Muhammed el-Mehdî b. El-Hasan (İmam-ı Muntazar): 15 Şubat 255 (9 Temmuz 869)da Samarrada doğmuş olup, İmamiyenin son imamıdır. Onlara göre Muhammed, babasının ölümünden sonra (H. 260) evlerindeki serdaba girerek gizlenmiş ve Şia topluluğunu dört daisi aracılığıyla idare etmiştir. Bu durum 328 (940) yılına kadar sürmüştür. Bu dönem, gaybubet-i suğra" olarak adlandırılır. 328 yılında gaybubet-i kübraya (büyük gizlilik) girdiği kabul edilen Muhammed el-Mehdînin halen yaşadığına ve ahir zamanda yeryüzüne döneceğine inanılmaktadır (bk. İmam-ı Muntazar ve Mehdî mad.)

Ömer TELLİOĞLU

Ehl-i Sünnete ve Şiîlere göre on iki imam meselesinin aslı nedir?

Şiîler; Gâliye, Zeydiye ve İmamiye gibi birkaç sınıfa ayrılsalar da, günümüzde Şiî denince, umumiyetle İmâmiye anlaşılmaktadır.

Bunlar, Peygamberimizin (a.s.m.) dâr-ı bekaya irtihalinden sonra Hz. Ali (r.a.) ve sırasıyla iki oğlu ile torunlarını Allah’ın emri, Resulullahın tayini ve vasiyeti ile meşru imam (halife) kabul eder ve böylece on iki İmama inanmayı imânî bir rükün olarak görürler. İşte bu fırka, imam olarak sadece on iki İmamı kabul ettiklerinden dolayı “İsnâ Aşeriyye (onikiciler)”, imamlara inanmayı îmânın şartlarından birisi olarak kabul ettiklerinden dolayı “İmâmiye”, hem itikat, hem de ibadet ve muamelâtta İmam Cafer Sâdık’ın görüşlerine dayandıkları için “Caferiyye” adı verilmektedir.

Şiîler, imametin, yani halifeliğin, Ehl-i Sünnetin kabul ettiği gibi, Müslümanların istek ve seçimine bırakılabilecek “küçük” işlerden olmadığı görüşündedirler. Onlara göre imamet, dinin aslında bulunan bir rükündür ve îman esasları arasında yer alır. Bundan dolayı Şiiler nasıl Allah’a, peygamberlere ve âhiret gününe îman ediyorlarsa, aynı şekilde imamın mevcudiyetine de inanmak zorundadırlar.Bu inanca göre, imamlar aynen peygamberler gibi mâsumdurlar; ne küçük, ne büyük hiçbir günah işlemezler, zulmetmezler; onları tanımayan kimse küfre girer. Hattâ, “Onların emirleri Allah’ın emirleridir; nehiyleri de O’nun nehyidir. Onlara itaat, Allah’a itaattir, onlara isyan Allah’a isyandır.”

Bugün İmamiyeliği resmî bir mezhep olarak kabul eden İran, dinî selâhiyetleri haiz imamlık vazifesini de “Âyetullahi’l-Uzmâ”ya vermiştir. Bunun için bu “imam”a mutlak sûrette itaat gerekmektedir. Ona karşı gelmek Allah’a ve Peygambere karşı gelmek gibidir. “İran’ın resmî dini İslâm ve İsnâ Aşerî Câferî mezhebidir. Ve bu madde ebediyyen değiştirilmez” şeklinde yer alan İran Anayasasında “On iki İmama” inanma mühim bir esas olarak kabul edilmektedir.(1)

Şiiler tarafından bu şekilde görülen imamet meselesi, Ehl-i Sünnete göre, kesinlikle dinin usulü arasında yer almaz. İmam, yani halife, Müslümanların meşvereti ve seçimi ile işbaşına gelir. Din ve dünya işlerinde belli vasıfları taşıyan herhangi bir şahıs Müslümanların idaresini üstlenebilir. Hiçbir şekilde mâsum ve günahsız olamaz.

Ehl-i Sünnetin On iki İmama bakışına gelince; Peygamberimizin mübarek neslinden gelen on bir imam (Hz. Ali efendimizle birlikte on iki) olur fazilet, takva ve mânevî mertebe olarak büyük veli ve kutupturlar.
Bediüzzaman, “Ümmetimin âlimleri Beni İsrâil peygamberleri gibidir.” hadisinin sırrına mazhar olan zatları sayarken, on iki imamı da zikreder. (2) Başka bir ifâdesinde, “Ehl-i hakikat başta Eimme-i Erbaa [dört mezhep imamı> ve Ehl-i Beytin Eimme-i İsnâ Aşer [On iki İmam> olarak Ehl-i Sünnet”(3) diyerek on iki İmamı ehl-i sünnetin büyükleri olarak takdim eder.

On iki İmam şu zatlardır: Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Ali bin Hüseyin, Muhammed Bâkır, Câfer-i Sâdık, Musâ Kâzım, Ali Rıza, Muhammed Takî, Ali Nakî, Hasan Askerî ve Muhammed Mehdî (Allah hepsinden razı olsun.)
Kaynaklar
1. Çağımızda İtîkâdî İslâm mezhepleri, s. 118-139; Muvazzah îlm-i Kelam,s. 24-25.
2. Şualar, s. 527.
3. Emirdağ Lahikası, 1:201

Mehmet Paksu
 
Üst Alt