- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 9,107
- Tepkime puanı
- 81
Yaratılış ve Su
Geçmişten geleceğe doğru uzanan ilim çağında âlimler şu ana kadar yaratılışın başlangıcına dair kesin ve nihai bir görüşe ulaşabilmiş değillerdir. Ortaya atılan görüşler, daha öncekilerden nakledilen bir takım faraziyeler ve zanna dayanan ifadelerden başka bir şey değildir.;;
Ne var ki bilinmeyen hakkında zanna pirim vermeyen ve tahmin yürütmeyen islâm araştırmacısı, Kur'ân'dan "Her canlı şeyi sudan yarattık"(Enbiya,21/30) ayetini okudukca bütün varlık ve canlılar için suyun hayatın ilk temel unsuru olduğu gerçeğini büyük bir gönül rahatlığıyla çıkarmaktadır.
Dahası; bu âyet üzerinde inceden inceye düşündüğü takdirde içindeki ifadelerden yola çıkarak -su, yerin dibine batıp akmadığı ve yağmur cimrilik edip gökten boşalmadığı takdirde- insanoğlunun dünyaya gelmeyeceğini; bütün varlıkların var olmayacağını, hayatın sürmeyeceğini, medeniyetin gelişmeyeceğini kesin olarak ifade edebilir.
Kur'ân üzerinde derinden derine düşünüp, onu dikkatle okuduğumuz takdirde sağlığa elverişli olan tatlı suyu, çekici ve mucizevi bir şekilde tasvir ederek kalbimizi ve gönüllerimizi büyüler. Kur'ân'ın tasvir ettiği su damlaları yumuşak bir şekilde dalgalanır ve akar. Bu su damlacıklarından tatlı nağmeleri ile bir su şırıltısı ve yağmur yüklü bir bulut doğar.
İnsan, Kur'ân'ı okuduğunda kendisini aniden ince bir ifadeye eşlik eden tasvir güzelliği ile karşı karşıya bulur. Birden suyun yerle gök arasında aktığı, otları, ağaçları suladığını, tane ve meyve çıkardığını, yerden gül ve çiçekler bitirdiğini, hayvanlara ve insanlara hayat verdiğini -bedevi ve şehirli- herkese yarar sağladığını görür. Fışkıran suyun bütün varlıkların hayat iksiri ve her gerçeğin kaynağı olduğu gerçeğiyle karşı karşıya gelir.
Yüce Allah yaratılışın başından sona ereceği ana kadar hayat ruhunu bu su damlalarına vermiştir.
Kur'ân, araştırma ve düşünme, ilk yaratılışın sırlarını keşfetme ve incelemeye teşvik etmektedir: "De ki: Yer yüzünde gezip dolaşında Allah (c.c) ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın"(Ankebût,29/20)
Bu yaratılış tablosunda suyun her tarafı kapladığı gerçeğiyle karşı karşıya kalmaktayız. Sahabiler "O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için Arş'ı su üzerindeyken gökleri ve yeri altı günde yaratandır."(Hûd,11/7) ayetinin manası Peygamber Efendimize sorunca Peygamber Efendimiz (s.a.v) " Allah vardı. O'nunla birlikte kendisinden başka hiç bir şey yoktu. Arş'ı da suyun üzerindeydi." diye cevap vermiştir.
Kur'ân'ın suya önem vermesi ve onu övgüye boğması, yaratma ve tekvinin başlangıcı esnasında Rahman'ın arşının su üzerinde olmasına bağlanabilir.
Ezelde Allah vardı ve O'nunla birlikte başka hiçbir şey yoktu. Bu varlığı ve kâinatı daha sonra yarattı; o ışıksız gök cisimlerinden güneşler, aylar, göktaşları ve bulutlar meydana getirdi. Daha sonra şu yaşadığımız Arz'ı var etti. Arz tarihinin ilk dönemlerinde bu işlerin nasıl gerçekleştiği hususunda pek çok hipotez ve ekol varsa da bunu "yakinen" bilen hiç kimse yok...
"Arş'ı su üzerinde bulunurken, bakalım hanginiz daha güzel tutum ve davranışlar sergileyecek diye , gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Şayet: Öldükten sonra kesinlikle tekrar dirileceksiniz. 'desen, inkarcılar kesin' Bu basbayağı sihir" derler. (Hûd 11/7). ayetinin delâlet ettiği üzere, ilk yaratık sudur. Su, Allah gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri yaratmadan evvel yaratılmıştır.
Nesefî: " Arş'ı su üzerinde bulunurken "ifadesini şöyle tefsir eder:
Ale'l-mâi, "su üzerinde" demektir, yani gökler ve yer yaratılmazdan evvel O'nun altında sudan başka bir şey yoktu. Burada, Arş'ın ve suyun göklerin ve yerin yaratılmasından evvel yaratılmış olduğuna dairde bir delil vardır... Sonra bir rüzgar yaratıp suyu onun sırtına bindirmiş sonrada Arş'ı suyun üzerine koymuştur. Arş'ın su üzerinde durması akıl-fikir sahipleri için en büyük ibret vesilesidir”.
Bu durumda Yüce Allah'ın bu mübarek varlığa kendisini diğer yaratıklardan ayıran bir takım gizemler koymasına şaşmamak gerekir. Çünkü her tür hayatın ana maddesi sudan yapılmıştır. Su hayata dair bütün hareket ve etkinliklerin tek aracıdır.-ağırlığın %70'inden fazlasını suyun oluşturduğu- insanında aralarında bulunduğu bütün canlı varlıkların cisimlerinin var edilmesinde, suyun rolü vardır.
Canlılar arasında havasız yaşayabilen varlıklar mevcuttur, ancak gerek hayvanî gerek bitkisel gerekse mikroskobik bütün canlı varlıklar arasında susuz yaşayabileni yoktur. Şu bilimsel olarak ispatlanmıştır ki canlı hücrelerin terkibinde en önemli bileşik sudur. Su hayata dair bütün etki-tepkilerin oluşmasında ve dönüşüm ameliyelerinde son derece zaruridir, diğer hayatî madde ve unsurların en büyük eriticisidir, suyun kendsini ana madde yapan daha pek çok özellikleri vardır.
Müfessirler kâinatta ilk var olan şeyin Arş ve su olduğunu belirtmişlerdir. Ayette geçen Ve kâne 'arşuhû 'ale'l-maî ifadesindeki kâne fiili-ki normal şartlarda "idi" demektir; bir şeyin geçmişte olup bittiğini gösterir- bu muazzam olayın hâla sürüp gitmesini engelleyecek bir ifade değildir. Nitekim "âlâ" "üzerinde" edâtı, da bu ikisinden ilk var olanın su olduğunu göstermektedir.
Su -Allah'ın izniyle- yer küre üzerinde işleme başladığından beri gerçekleştirdiği değişiklikler bizlere üzerinde yaşayabileceğimiz bir arz hazırlamıştır ki bir milyon yıl sonra ki neslimizin mirasçı olacağı Arzın türünü bile bu değişiklikler belirlemiştir.
Yerkürenin köken ve menşeini az da olsa bilmemiz son derece gerekli; zira bu bilgi; Arz'ın çeşitli derinliklerindeki hususiyetlerinden pek çoğunu anlamamızı sağlayacağı gibi, yeraltı suları ve deprem gerçeğinin müphem yönlerinden çoğuna da ışık tutacak.
Bilim adamlarının Arz'ın köken ve menşeine dair söyledikleri eskisiyle yenisiyle hep birbirine benzer. Örneği, Fransız bilgin Laplace (1749-1827) , Alman bilgin İmmanuel Kante (1724-1804) Lacker nazariyeri ve Robert Boyle (1627-1691), nazariyesi, iki Fransız bilgin Flammarian, Poin Cave ve diğerleri...
Hepsinin bu konuyla ilgili bilimsel bir teorileri ve tutturdukları bir yol mevcuttur. Ama hepside bir adım ileri attılarsa iki adım geri atmışlar, sadece zanna dayalı bilgiler ortaya koyabilmişlerdir.
Fakat konumuzun esasını teşkil eden bu çalışmada araştırmak ve ortaya koymak istediğimiz husus, şu yerkürenin üzerinde / içinde suların nasıl oluştuğudur? Gezegenimize- gerçekten ve doğru bir adlandırmayla- 'su gezegeni' denmesini sağlayan, Güneş sistemindeki hiçbir gezegene nasip olmayan iş bu özellik nasıl ortaya çıkmıştır?
İbn Haldun Mukaddime'sinde Arzın kürevî/ elipsoit bir şekle sahip olduğuna ve -tıpkı suda batmadan duran bir üzüm gibi- tamamen su unsuruyla kaplı bulunduğuna, Allah Teala bazı kısımlarında canlıların yaşamasını ve bu kısımları, halifelik özelliğiyle diğer varlıklardan ayrılan insan nev'iyle şenlendirmeyi murâd ettiği için suların oralardan çekildiğine işaret eder.
Kazvinî "Arzın Allah'ın canlılara tahsil ettiği bir miktar dışında sularla kaplı olduğuna" işaret eder.
İbn Teymiyye de (Hûd 11/7) âyetinden bahsederken; Arzın kürevi/elipsolit olduğu, çoğu kısımlarının su kaplı olduğu, ayrıca dört bir yandan kubbeli (çünkü dünyanın neresine gidilirse gidilsin sema kubbe şeklinde gözükür.) olduğu hususunda ittifak etmişlerdir." Bunu, Allah'ın sıfatlarından bahsederken ve söz konusu âyeti yorumlarken söylüyor. İngiliz yazar Velz der ki: Müslümanlar daha X asırda bu konuları bilmekteydi.
Fahrettin Razi'nin şu söyledikleri de bunu destekler mahiyetledir: “Öyle görünüyor ki bu mâmure-i dünya, ilk zamanlar denizlerle kaplı yerdi; zamanla çoğu bölgede balçık oluştu ve (balçık) üstü açıldıktan sonra taşlaştı. Sellerin ve rüzgârların toprağı kazmasıyla tepeler meydana geldi.
Buralarda dağların fazla olmasının sebebi budur: Birçok taşı kırdığımızda istiridye ve balık gibi su canlılarına ait parçalar çıktığını görmemizde bu kanaati pekiştiren bir husustur”.
İbn Abbas, Hasen, Âta, Dahhâk ve Katâde, şöyle demiş: Yani, bu ikisi birbirine yapışık tek bir şey iken Allah hava ile aralarını ayırdı. Aralarında rüzgâr yaratarak onunla bu arayı açtı. Gökleri de yerleri de yedi âdet kıldı.
Mûcâhid, Sûddi ve Ebu Salih'in benimsediği ikinci bir görüşte şudur: Gökler tek bir tabaka halinde birbirine uygun (mu'telife) durumda iken Allah aralarını ayırıp yedi gök haline getirdi.
Mehdevi'nin zikrettiğine göre ikrime, Atiyye, İbn Zeyd ve yine İbn Abbas demişlerki: gökler 'bitişikti' yani yağmur yağdırmazdı, Arz'da 'bitişikti' yani bitki bitirmezdi, gök yağmur yağdıracak şekilde, Arz'da bitki bitirecek şekilde ayrıldı. "(suyu yeryüzüne) geri getiren göğe, çatlayıp yarılan toprağa yemin ederim ki..."(Tarık 86/11-12) ifadesi de aynı anlamdadır.
Taberi'de hemen peşinden gelen" ve canlı olan herşeyi sudan yarattık; hala iman etmeyecekler mi?" ifadesine bakarak, bu görüşü tercih etmiştir.
Tantavî " İnkâr edenler bilmiyorlar mı ki gökler ve yer birbirine bitişikken onları ayırdık ve canlı olan herşeyi sudan yarattık; Hâla iman etmeyecekler mi? (Enbiya 21/30) ayetini tefsir ederken der ki:Günümüz bilimini ortaya koyan Avrupalıların şöyle dediği sabittir:
Güneş milyonlarca yıl tamamen ateşe benzer bir şekilde dönüp durmuştur.
Arz, gezegenler ve bunların uyduları da o sırada onunla beraberdi. Sonra diğer gezegenler gibi bizim Arzımız da güneşten ayrılmıştır. Güneşin kendi ekseni etrafında gerçekleştirdiği dönüş ve hareket esnasında Güneş çizgisinden hep birden ayrılmıştır.
Bu arada Arzımız ve diğer gezegenler birbirlerinden de uzaklaşmıştır. Çünkü gerek bizim Güneşimiz gerekse diğer gezegenler hepsi gezegen olup tamamı birer arzdır. Bu durumda sabit yıldızlar olarak gördüğümüz bütün güneşlerinde kendilerinden kopup ayrılan gezegenleri mevcuttur. Bilim adamları bütün alemdeki arzların üç yüz milyon meskun arzdan az olmadığını var sayarlar. Güneş sistemindeki hiçbir gezegende hayat yoktur. Arzımız hariç; bir de belki Mars ve bir başka gezegen daha...
Demek ki Arzımız Güneşten kopmuş: Güneş, kendisinden daha büyük bir güneşten; o da kendisinden daha büyük bir güneşten.... Bunlardan her bir güneş kendisinden koptuğu güneşin etrafında dönmekte. İnsan aklı hafsalası burada duruyor.
İşte yaşadığımız âlemin hikâyesi şuanda, Peygamberimizi tanımadıkları için onu inkar etmekte olan Avrupa bilim çevrelerinde genel olarak paylaşılan kanaat bu, Yüce Allah'ın istifhâm-i takriri şeklinde sorduğu "İnkar edenler bilmiyorlar mı ki gökler ve yer birbirine bitişikken onları ayırdık! " ifadesi bir mucizedir. Zira Kur'an'ın indiği çağda ne Araplar ne de diğer çağdaşları Astronomi ve Kozmoloji biliyordu. Bunlar bizim asrımızda ortaya konulan bilgiler...
Bu durumda şunu ilan etmek isteriz ki bu, Kur'ân'da geçen aşikâr, bir mucizedir. Burada Yüce Allah hiç kimsenin ortak olmadığı mutlak güç ve hikmetine, bu eşsiz ve sağlam sanatını delil getiriyor.
Başlangıçta alev alev yanan bir ateş olan bu alemlerin haraketinin aslî sebebinin sıcaklık olduğunu ve uzunca bir dönem devam eden dönüşler sebebiyle Güneşin dış kısmının soğuduğunu ve bizim Arzımızında aralarında bulunduğu gezegenlerin ondan ayrıldığını, Güneşin müthiş bir hesapla seyrûsefer ettiğini ve dış kısmında eşsiz bir yaratış gerçekleştiğini ve üzerindeki herşeyin sapasağlam meydana getirildiğini belirtmiş oluyor.
Daha yeni ortaya konmuş, insanı dehşete düşüren işbu nazariye gerek müslümanların gerekse Fars, Rum vb. gayri müslimlerin bilmediği bir sırada Kur'ânî Kerimde zikredilmiş... Bu görüşü Hz. Muhammedi (s.a.v.) inkâr eden Avrupalılar bulup öğrenmiş...
Yüce Allah Peygamberlerimizin çağdaşı olan milletler gibi bizleri de bu bilgisizliğimizden dolayı kınayarak " Bu kafirler kendi akıllarıyla Arz âleminin sema aleminden " kopup ayrılmış olduğunu öğrenemediler mi? demiş oluyor.
Yani beşerî akıl, kitap okumak, kainatın ilginçliklerini araştırmak gibi vesileler yardımıyla bunu öğrenme kapasitesine sahiptir. Bu durumda insanlar nasıl hâla tek bir ilâha inanmazlar hayret
XX Asrın başında Amerikalı bir bilim adamı, E.Hubble, Asrımızın dahisi ingiliz Fizikçi Dr. Stephan Hawking "Kainâtın on milyar yıl evvel gerçekleşen muazzam bir patlama/ big-bang" nın peşinden ortaya çıktığıydı”.
"Rahmânın yaratışında hiçbir eksik-gedik göremezsin, haydi bir göz at bakalım, küçücük bir yarık bile görebilecekmisin?" Buyuran Yüce Allah ne doğru söylemiş!
Hayatın iksiri aşktan ibaret
kâinat da olmazdı, onsuz, elbet.
Demek ki oluş ve varlık hep sevgi/aşk kaynaşma ve ülfet üzerine kurulu yıldızlar ve galaksiler dönüp giderlerken hiç birbirlerine çarpmaz ve karışmazlar. Kaynaşma, sevgi insicâm ve birbirlerine duyduyları aşk sayesinde akıp giderler;
Başa dönecek olursak; şu "su gezegeni"ndeki bütün bu nehirleri, gökleri, denizleri ve okyanusları dolduran suyun köken ve menşei hakkında bilim adamları birbirinden farklı ve çok sayıda görüş ileri sürmüş. O okyanuslar ki, aralarında on bir sıcak su akıntısınında bulunduğu akıntılarla dolu. Atlas okyanusunda Rabat kenti yakınlarında geçen sıcak Gulfsstream de bunlardan biridir.
Okyanuslarda, hâla yananlarıyla soğumuş olanlarıyla on beş bin volkan ve en derini 11516 metreye ulaşan yirmi çukur mevcuttur. Okyanuslar dağlarla doludur; söylediklerine göre en büyüğü Atlas, Hind ve Pasifik okyanuslarında yetmiş bin kilometrelik bir mesafe boyunca uzanan sıradağlar bulunmaktadır.
Hayatını denizlerde geçirerek hayatı boyunca bunları inceleyen ansiklopedik denizbilimci ve Okyanuslar alemi adlı eserin yazarı Kaptan Cousteau özetle şöyle demektedir:
“İçinde yaşayan canlı yaratıkları bir yana, denizlerin kendisi bile gerçekte kendisiyle ilişkiye girebilmemiz için kendilerine saygı duymamız gereken canlı maddelerdir”.
Geçmişten geleceğe doğru uzanan ilim çağında âlimler şu ana kadar yaratılışın başlangıcına dair kesin ve nihai bir görüşe ulaşabilmiş değillerdir. Ortaya atılan görüşler, daha öncekilerden nakledilen bir takım faraziyeler ve zanna dayanan ifadelerden başka bir şey değildir.;;
Ne var ki bilinmeyen hakkında zanna pirim vermeyen ve tahmin yürütmeyen islâm araştırmacısı, Kur'ân'dan "Her canlı şeyi sudan yarattık"(Enbiya,21/30) ayetini okudukca bütün varlık ve canlılar için suyun hayatın ilk temel unsuru olduğu gerçeğini büyük bir gönül rahatlığıyla çıkarmaktadır.
Dahası; bu âyet üzerinde inceden inceye düşündüğü takdirde içindeki ifadelerden yola çıkarak -su, yerin dibine batıp akmadığı ve yağmur cimrilik edip gökten boşalmadığı takdirde- insanoğlunun dünyaya gelmeyeceğini; bütün varlıkların var olmayacağını, hayatın sürmeyeceğini, medeniyetin gelişmeyeceğini kesin olarak ifade edebilir.
Kur'ân üzerinde derinden derine düşünüp, onu dikkatle okuduğumuz takdirde sağlığa elverişli olan tatlı suyu, çekici ve mucizevi bir şekilde tasvir ederek kalbimizi ve gönüllerimizi büyüler. Kur'ân'ın tasvir ettiği su damlaları yumuşak bir şekilde dalgalanır ve akar. Bu su damlacıklarından tatlı nağmeleri ile bir su şırıltısı ve yağmur yüklü bir bulut doğar.
İnsan, Kur'ân'ı okuduğunda kendisini aniden ince bir ifadeye eşlik eden tasvir güzelliği ile karşı karşıya bulur. Birden suyun yerle gök arasında aktığı, otları, ağaçları suladığını, tane ve meyve çıkardığını, yerden gül ve çiçekler bitirdiğini, hayvanlara ve insanlara hayat verdiğini -bedevi ve şehirli- herkese yarar sağladığını görür. Fışkıran suyun bütün varlıkların hayat iksiri ve her gerçeğin kaynağı olduğu gerçeğiyle karşı karşıya gelir.
Yüce Allah yaratılışın başından sona ereceği ana kadar hayat ruhunu bu su damlalarına vermiştir.
Kur'ân, araştırma ve düşünme, ilk yaratılışın sırlarını keşfetme ve incelemeye teşvik etmektedir: "De ki: Yer yüzünde gezip dolaşında Allah (c.c) ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın"(Ankebût,29/20)
Bu yaratılış tablosunda suyun her tarafı kapladığı gerçeğiyle karşı karşıya kalmaktayız. Sahabiler "O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için Arş'ı su üzerindeyken gökleri ve yeri altı günde yaratandır."(Hûd,11/7) ayetinin manası Peygamber Efendimize sorunca Peygamber Efendimiz (s.a.v) " Allah vardı. O'nunla birlikte kendisinden başka hiç bir şey yoktu. Arş'ı da suyun üzerindeydi." diye cevap vermiştir.
Kur'ân'ın suya önem vermesi ve onu övgüye boğması, yaratma ve tekvinin başlangıcı esnasında Rahman'ın arşının su üzerinde olmasına bağlanabilir.
Ezelde Allah vardı ve O'nunla birlikte başka hiçbir şey yoktu. Bu varlığı ve kâinatı daha sonra yarattı; o ışıksız gök cisimlerinden güneşler, aylar, göktaşları ve bulutlar meydana getirdi. Daha sonra şu yaşadığımız Arz'ı var etti. Arz tarihinin ilk dönemlerinde bu işlerin nasıl gerçekleştiği hususunda pek çok hipotez ve ekol varsa da bunu "yakinen" bilen hiç kimse yok...
İLK YARATILAN ŞEY SUDUR
Gezegenimize su gezegeni dense yeridir. Güneş sistemindeki herhangi bir gezegen bu açıdan ona benzememektedir. Dört bir yandan karaların kendilerini kuşatmış olduğunu gören atalarımız gezegenimizi Arz (yer) diye adlandırmışlar, çünkü üzerinde yaşadıkları gezegene dair bilgileri ancak bu kadarmış?... Asırlarca yerkürenin sathının Akdeniz gibi küçük su kaynakları dışında tamamen kayalardan ve topraktan oluştuğuna inanmışlar."Arş'ı su üzerinde bulunurken, bakalım hanginiz daha güzel tutum ve davranışlar sergileyecek diye , gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Şayet: Öldükten sonra kesinlikle tekrar dirileceksiniz. 'desen, inkarcılar kesin' Bu basbayağı sihir" derler. (Hûd 11/7). ayetinin delâlet ettiği üzere, ilk yaratık sudur. Su, Allah gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri yaratmadan evvel yaratılmıştır.
Nesefî: " Arş'ı su üzerinde bulunurken "ifadesini şöyle tefsir eder:
Ale'l-mâi, "su üzerinde" demektir, yani gökler ve yer yaratılmazdan evvel O'nun altında sudan başka bir şey yoktu. Burada, Arş'ın ve suyun göklerin ve yerin yaratılmasından evvel yaratılmış olduğuna dairde bir delil vardır... Sonra bir rüzgar yaratıp suyu onun sırtına bindirmiş sonrada Arş'ı suyun üzerine koymuştur. Arş'ın su üzerinde durması akıl-fikir sahipleri için en büyük ibret vesilesidir”.
Bu durumda Yüce Allah'ın bu mübarek varlığa kendisini diğer yaratıklardan ayıran bir takım gizemler koymasına şaşmamak gerekir. Çünkü her tür hayatın ana maddesi sudan yapılmıştır. Su hayata dair bütün hareket ve etkinliklerin tek aracıdır.-ağırlığın %70'inden fazlasını suyun oluşturduğu- insanında aralarında bulunduğu bütün canlı varlıkların cisimlerinin var edilmesinde, suyun rolü vardır.
Canlılar arasında havasız yaşayabilen varlıklar mevcuttur, ancak gerek hayvanî gerek bitkisel gerekse mikroskobik bütün canlı varlıklar arasında susuz yaşayabileni yoktur. Şu bilimsel olarak ispatlanmıştır ki canlı hücrelerin terkibinde en önemli bileşik sudur. Su hayata dair bütün etki-tepkilerin oluşmasında ve dönüşüm ameliyelerinde son derece zaruridir, diğer hayatî madde ve unsurların en büyük eriticisidir, suyun kendsini ana madde yapan daha pek çok özellikleri vardır.
Müfessirler kâinatta ilk var olan şeyin Arş ve su olduğunu belirtmişlerdir. Ayette geçen Ve kâne 'arşuhû 'ale'l-maî ifadesindeki kâne fiili-ki normal şartlarda "idi" demektir; bir şeyin geçmişte olup bittiğini gösterir- bu muazzam olayın hâla sürüp gitmesini engelleyecek bir ifade değildir. Nitekim "âlâ" "üzerinde" edâtı, da bu ikisinden ilk var olanın su olduğunu göstermektedir.
Su -Allah'ın izniyle- yer küre üzerinde işleme başladığından beri gerçekleştirdiği değişiklikler bizlere üzerinde yaşayabileceğimiz bir arz hazırlamıştır ki bir milyon yıl sonra ki neslimizin mirasçı olacağı Arzın türünü bile bu değişiklikler belirlemiştir.
Yerkürenin köken ve menşeini az da olsa bilmemiz son derece gerekli; zira bu bilgi; Arz'ın çeşitli derinliklerindeki hususiyetlerinden pek çoğunu anlamamızı sağlayacağı gibi, yeraltı suları ve deprem gerçeğinin müphem yönlerinden çoğuna da ışık tutacak.
Bilim adamlarının Arz'ın köken ve menşeine dair söyledikleri eskisiyle yenisiyle hep birbirine benzer. Örneği, Fransız bilgin Laplace (1749-1827) , Alman bilgin İmmanuel Kante (1724-1804) Lacker nazariyeri ve Robert Boyle (1627-1691), nazariyesi, iki Fransız bilgin Flammarian, Poin Cave ve diğerleri...
Hepsinin bu konuyla ilgili bilimsel bir teorileri ve tutturdukları bir yol mevcuttur. Ama hepside bir adım ileri attılarsa iki adım geri atmışlar, sadece zanna dayalı bilgiler ortaya koyabilmişlerdir.
Fakat konumuzun esasını teşkil eden bu çalışmada araştırmak ve ortaya koymak istediğimiz husus, şu yerkürenin üzerinde / içinde suların nasıl oluştuğudur? Gezegenimize- gerçekten ve doğru bir adlandırmayla- 'su gezegeni' denmesini sağlayan, Güneş sistemindeki hiçbir gezegene nasip olmayan iş bu özellik nasıl ortaya çıkmıştır?
İbn Haldun Mukaddime'sinde Arzın kürevî/ elipsoit bir şekle sahip olduğuna ve -tıpkı suda batmadan duran bir üzüm gibi- tamamen su unsuruyla kaplı bulunduğuna, Allah Teala bazı kısımlarında canlıların yaşamasını ve bu kısımları, halifelik özelliğiyle diğer varlıklardan ayrılan insan nev'iyle şenlendirmeyi murâd ettiği için suların oralardan çekildiğine işaret eder.
Kazvinî "Arzın Allah'ın canlılara tahsil ettiği bir miktar dışında sularla kaplı olduğuna" işaret eder.
İbn Teymiyye de (Hûd 11/7) âyetinden bahsederken; Arzın kürevi/elipsolit olduğu, çoğu kısımlarının su kaplı olduğu, ayrıca dört bir yandan kubbeli (çünkü dünyanın neresine gidilirse gidilsin sema kubbe şeklinde gözükür.) olduğu hususunda ittifak etmişlerdir." Bunu, Allah'ın sıfatlarından bahsederken ve söz konusu âyeti yorumlarken söylüyor. İngiliz yazar Velz der ki: Müslümanlar daha X asırda bu konuları bilmekteydi.
Fahrettin Razi'nin şu söyledikleri de bunu destekler mahiyetledir: “Öyle görünüyor ki bu mâmure-i dünya, ilk zamanlar denizlerle kaplı yerdi; zamanla çoğu bölgede balçık oluştu ve (balçık) üstü açıldıktan sonra taşlaştı. Sellerin ve rüzgârların toprağı kazmasıyla tepeler meydana geldi.
Buralarda dağların fazla olmasının sebebi budur: Birçok taşı kırdığımızda istiridye ve balık gibi su canlılarına ait parçalar çıktığını görmemizde bu kanaati pekiştiren bir husustur”.
İbn Abbas, Hasen, Âta, Dahhâk ve Katâde, şöyle demiş: Yani, bu ikisi birbirine yapışık tek bir şey iken Allah hava ile aralarını ayırdı. Aralarında rüzgâr yaratarak onunla bu arayı açtı. Gökleri de yerleri de yedi âdet kıldı.
Mûcâhid, Sûddi ve Ebu Salih'in benimsediği ikinci bir görüşte şudur: Gökler tek bir tabaka halinde birbirine uygun (mu'telife) durumda iken Allah aralarını ayırıp yedi gök haline getirdi.
Mehdevi'nin zikrettiğine göre ikrime, Atiyye, İbn Zeyd ve yine İbn Abbas demişlerki: gökler 'bitişikti' yani yağmur yağdırmazdı, Arz'da 'bitişikti' yani bitki bitirmezdi, gök yağmur yağdıracak şekilde, Arz'da bitki bitirecek şekilde ayrıldı. "(suyu yeryüzüne) geri getiren göğe, çatlayıp yarılan toprağa yemin ederim ki..."(Tarık 86/11-12) ifadesi de aynı anlamdadır.
Taberi'de hemen peşinden gelen" ve canlı olan herşeyi sudan yarattık; hala iman etmeyecekler mi?" ifadesine bakarak, bu görüşü tercih etmiştir.
Tantavî " İnkâr edenler bilmiyorlar mı ki gökler ve yer birbirine bitişikken onları ayırdık ve canlı olan herşeyi sudan yarattık; Hâla iman etmeyecekler mi? (Enbiya 21/30) ayetini tefsir ederken der ki:Günümüz bilimini ortaya koyan Avrupalıların şöyle dediği sabittir:
Güneş milyonlarca yıl tamamen ateşe benzer bir şekilde dönüp durmuştur.
Arz, gezegenler ve bunların uyduları da o sırada onunla beraberdi. Sonra diğer gezegenler gibi bizim Arzımız da güneşten ayrılmıştır. Güneşin kendi ekseni etrafında gerçekleştirdiği dönüş ve hareket esnasında Güneş çizgisinden hep birden ayrılmıştır.
Bu arada Arzımız ve diğer gezegenler birbirlerinden de uzaklaşmıştır. Çünkü gerek bizim Güneşimiz gerekse diğer gezegenler hepsi gezegen olup tamamı birer arzdır. Bu durumda sabit yıldızlar olarak gördüğümüz bütün güneşlerinde kendilerinden kopup ayrılan gezegenleri mevcuttur. Bilim adamları bütün alemdeki arzların üç yüz milyon meskun arzdan az olmadığını var sayarlar. Güneş sistemindeki hiçbir gezegende hayat yoktur. Arzımız hariç; bir de belki Mars ve bir başka gezegen daha...
Demek ki Arzımız Güneşten kopmuş: Güneş, kendisinden daha büyük bir güneşten; o da kendisinden daha büyük bir güneşten.... Bunlardan her bir güneş kendisinden koptuğu güneşin etrafında dönmekte. İnsan aklı hafsalası burada duruyor.
İşte yaşadığımız âlemin hikâyesi şuanda, Peygamberimizi tanımadıkları için onu inkar etmekte olan Avrupa bilim çevrelerinde genel olarak paylaşılan kanaat bu, Yüce Allah'ın istifhâm-i takriri şeklinde sorduğu "İnkar edenler bilmiyorlar mı ki gökler ve yer birbirine bitişikken onları ayırdık! " ifadesi bir mucizedir. Zira Kur'an'ın indiği çağda ne Araplar ne de diğer çağdaşları Astronomi ve Kozmoloji biliyordu. Bunlar bizim asrımızda ortaya konulan bilgiler...
Bu durumda şunu ilan etmek isteriz ki bu, Kur'ân'da geçen aşikâr, bir mucizedir. Burada Yüce Allah hiç kimsenin ortak olmadığı mutlak güç ve hikmetine, bu eşsiz ve sağlam sanatını delil getiriyor.
Başlangıçta alev alev yanan bir ateş olan bu alemlerin haraketinin aslî sebebinin sıcaklık olduğunu ve uzunca bir dönem devam eden dönüşler sebebiyle Güneşin dış kısmının soğuduğunu ve bizim Arzımızında aralarında bulunduğu gezegenlerin ondan ayrıldığını, Güneşin müthiş bir hesapla seyrûsefer ettiğini ve dış kısmında eşsiz bir yaratış gerçekleştiğini ve üzerindeki herşeyin sapasağlam meydana getirildiğini belirtmiş oluyor.
Daha yeni ortaya konmuş, insanı dehşete düşüren işbu nazariye gerek müslümanların gerekse Fars, Rum vb. gayri müslimlerin bilmediği bir sırada Kur'ânî Kerimde zikredilmiş... Bu görüşü Hz. Muhammedi (s.a.v.) inkâr eden Avrupalılar bulup öğrenmiş...
Yüce Allah Peygamberlerimizin çağdaşı olan milletler gibi bizleri de bu bilgisizliğimizden dolayı kınayarak " Bu kafirler kendi akıllarıyla Arz âleminin sema aleminden " kopup ayrılmış olduğunu öğrenemediler mi? demiş oluyor.
Yani beşerî akıl, kitap okumak, kainatın ilginçliklerini araştırmak gibi vesileler yardımıyla bunu öğrenme kapasitesine sahiptir. Bu durumda insanlar nasıl hâla tek bir ilâha inanmazlar hayret
XX Asrın başında Amerikalı bir bilim adamı, E.Hubble, Asrımızın dahisi ingiliz Fizikçi Dr. Stephan Hawking "Kainâtın on milyar yıl evvel gerçekleşen muazzam bir patlama/ big-bang" nın peşinden ortaya çıktığıydı”.
"Rahmânın yaratışında hiçbir eksik-gedik göremezsin, haydi bir göz at bakalım, küçücük bir yarık bile görebilecekmisin?" Buyuran Yüce Allah ne doğru söylemiş!
Hayatın iksiri aşktan ibaret
kâinat da olmazdı, onsuz, elbet.
Demek ki oluş ve varlık hep sevgi/aşk kaynaşma ve ülfet üzerine kurulu yıldızlar ve galaksiler dönüp giderlerken hiç birbirlerine çarpmaz ve karışmazlar. Kaynaşma, sevgi insicâm ve birbirlerine duyduyları aşk sayesinde akıp giderler;
Başa dönecek olursak; şu "su gezegeni"ndeki bütün bu nehirleri, gökleri, denizleri ve okyanusları dolduran suyun köken ve menşei hakkında bilim adamları birbirinden farklı ve çok sayıda görüş ileri sürmüş. O okyanuslar ki, aralarında on bir sıcak su akıntısınında bulunduğu akıntılarla dolu. Atlas okyanusunda Rabat kenti yakınlarında geçen sıcak Gulfsstream de bunlardan biridir.
Okyanuslarda, hâla yananlarıyla soğumuş olanlarıyla on beş bin volkan ve en derini 11516 metreye ulaşan yirmi çukur mevcuttur. Okyanuslar dağlarla doludur; söylediklerine göre en büyüğü Atlas, Hind ve Pasifik okyanuslarında yetmiş bin kilometrelik bir mesafe boyunca uzanan sıradağlar bulunmaktadır.
Hayatını denizlerde geçirerek hayatı boyunca bunları inceleyen ansiklopedik denizbilimci ve Okyanuslar alemi adlı eserin yazarı Kaptan Cousteau özetle şöyle demektedir:
“İçinde yaşayan canlı yaratıkları bir yana, denizlerin kendisi bile gerçekte kendisiyle ilişkiye girebilmemiz için kendilerine saygı duymamız gereken canlı maddelerdir”.
