Yaratılış ve Su

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,107
Tepkime puanı
81
Yaratılış ve Su

Geçmişten geleceğe doğru uzanan ilim çağında âlimler şu ana kadar yaratılışın başlangıcına dair kesin ve nihai bir görüşe ulaşabilmiş değillerdir. Ortaya atılan görüşler, daha öncekilerden nakledilen bir takım faraziyeler ve zanna dayanan ifadelerden başka bir şey değildir.;;

Ne var ki bilinmeyen hakkında zanna pirim vermeyen ve tahmin yürütmeyen islâm araştırmacısı, Kur'ân'dan "Her canlı şeyi sudan yarattık"(Enbiya,21/30) ayetini okudukca bütün varlık ve canlılar için suyun hayatın ilk temel unsuru olduğu gerçeğini büyük bir gönül rahatlığıyla çıkarmaktadır.
Dahası; bu âyet üzerinde inceden inceye düşündüğü takdirde içindeki ifadelerden yola çıkarak -su, yerin dibine batıp akmadığı ve yağmur cimrilik edip gökten boşalmadığı takdirde- insanoğlunun dünyaya gelmeyeceğini; bütün varlıkların var olmayacağını, hayatın sürmeyeceğini, medeniyetin gelişmeyeceğini kesin olarak ifade edebilir.

Kur'ân üzerinde derinden derine düşünüp, onu dikkatle okuduğumuz takdirde sağlığa elverişli olan tatlı suyu, çekici ve mucizevi bir şekilde tasvir ederek kalbimizi ve gönüllerimizi büyüler. Kur'ân'ın tasvir ettiği su damlaları yumuşak bir şekilde dalgalanır ve akar. Bu su damlacıklarından tatlı nağmeleri ile bir su şırıltısı ve yağmur yüklü bir bulut doğar.
İnsan, Kur'ân'ı okuduğunda kendisini aniden ince bir ifadeye eşlik eden tasvir güzelliği ile karşı karşıya bulur. Birden suyun yerle gök arasında aktığı, otları, ağaçları suladığını, tane ve meyve çıkardığını, yerden gül ve çiçekler bitirdiğini, hayvanlara ve insanlara hayat verdiğini -bedevi ve şehirli- herkese yarar sağladığını görür. Fışkıran suyun bütün varlıkların hayat iksiri ve her gerçeğin kaynağı olduğu gerçeğiyle karşı karşıya gelir.

Yüce Allah yaratılışın başından sona ereceği ana kadar hayat ruhunu bu su damlalarına vermiştir.

Kur'ân, araştırma ve düşünme, ilk yaratılışın sırlarını keşfetme ve incelemeye teşvik etmektedir: "De ki: Yer yüzünde gezip dolaşında Allah (c.c) ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın"(Ankebût,29/20)
Bu yaratılış tablosunda suyun her tarafı kapladığı gerçeğiyle karşı karşıya kalmaktayız. Sahabiler "O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için Arş'ı su üzerindeyken gökleri ve yeri altı günde yaratandır."(Hûd,11/7) ayetinin manası Peygamber Efendimize sorunca Peygamber Efendimiz (s.a.v) " Allah vardı. O'nunla birlikte kendisinden başka hiç bir şey yoktu. Arş'ı da suyun üzerindeydi." diye cevap vermiştir.

Kur'ân'ın suya önem vermesi ve onu övgüye boğması, yaratma ve tekvinin başlangıcı esnasında Rahman'ın arşının su üzerinde olmasına bağlanabilir.
Ezelde Allah vardı ve O'nunla birlikte başka hiçbir şey yoktu. Bu varlığı ve kâinatı daha sonra yarattı; o ışıksız gök cisimlerinden güneşler, aylar, göktaşları ve bulutlar meydana getirdi. Daha sonra şu yaşadığımız Arz'ı var etti. Arz tarihinin ilk dönemlerinde bu işlerin nasıl gerçekleştiği hususunda pek çok hipotez ve ekol varsa da bunu "yakinen" bilen hiç kimse yok...

İLK YARATILAN ŞEY SUDUR
Gezegenimize su gezegeni dense yeridir. Güneş sistemindeki herhangi bir gezegen bu açıdan ona benzememektedir. Dört bir yandan karaların kendilerini kuşatmış olduğunu gören atalarımız gezegenimizi Arz (yer) diye adlandırmışlar, çünkü üzerinde yaşadıkları gezegene dair bilgileri ancak bu kadarmış?... Asırlarca yerkürenin sathının Akdeniz gibi küçük su kaynakları dışında tamamen kayalardan ve topraktan oluştuğuna inanmışlar.
"Arş'ı su üzerinde bulunurken, bakalım hanginiz daha güzel tutum ve davranışlar sergileyecek diye , gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Şayet: Öldükten sonra kesinlikle tekrar dirileceksiniz. 'desen, inkarcılar kesin' Bu basbayağı sihir" derler. (Hûd 11/7). ayetinin delâlet ettiği üzere, ilk yaratık sudur. Su, Allah gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri yaratmadan evvel yaratılmıştır.
Nesefî: " Arş'ı su üzerinde bulunurken "ifadesini şöyle tefsir eder:
Ale'l-mâi, "su üzerinde" demektir, yani gökler ve yer yaratılmazdan evvel O'nun altında sudan başka bir şey yoktu. Burada, Arş'ın ve suyun göklerin ve yerin yaratılmasından evvel yaratılmış olduğuna dairde bir delil vardır... Sonra bir rüzgar yaratıp suyu onun sırtına bindirmiş sonrada Arş'ı suyun üzerine koymuştur. Arş'ın su üzerinde durması akıl-fikir sahipleri için en büyük ibret vesilesidir”.

Bu durumda Yüce Allah'ın bu mübarek varlığa kendisini diğer yaratıklardan ayıran bir takım gizemler koymasına şaşmamak gerekir. Çünkü her tür hayatın ana maddesi sudan yapılmıştır. Su hayata dair bütün hareket ve etkinliklerin tek aracıdır.-ağırlığın %70'inden fazlasını suyun oluşturduğu- insanında aralarında bulunduğu bütün canlı varlıkların cisimlerinin var edilmesinde, suyun rolü vardır.

Canlılar arasında havasız yaşayabilen varlıklar mevcuttur, ancak gerek hayvanî gerek bitkisel gerekse mikroskobik bütün canlı varlıklar arasında susuz yaşayabileni yoktur. Şu bilimsel olarak ispatlanmıştır ki canlı hücrelerin terkibinde en önemli bileşik sudur. Su hayata dair bütün etki-tepkilerin oluşmasında ve dönüşüm ameliyelerinde son derece zaruridir, diğer hayatî madde ve unsurların en büyük eriticisidir, suyun kendsini ana madde yapan daha pek çok özellikleri vardır.

Müfessirler kâinatta ilk var olan şeyin Arş ve su olduğunu belirtmişlerdir. Ayette geçen Ve kâne 'arşuhû 'ale'l-maî ifadesindeki kâne fiili-ki normal şartlarda "idi" demektir; bir şeyin geçmişte olup bittiğini gösterir- bu muazzam olayın hâla sürüp gitmesini engelleyecek bir ifade değildir. Nitekim "âlâ" "üzerinde" edâtı, da bu ikisinden ilk var olanın su olduğunu göstermektedir.

Su -Allah'ın izniyle- yer küre üzerinde işleme başladığından beri gerçekleştirdiği değişiklikler bizlere üzerinde yaşayabileceğimiz bir arz hazırlamıştır ki bir milyon yıl sonra ki neslimizin mirasçı olacağı Arzın türünü bile bu değişiklikler belirlemiştir.

Yerkürenin köken ve menşeini az da olsa bilmemiz son derece gerekli; zira bu bilgi; Arz'ın çeşitli derinliklerindeki hususiyetlerinden pek çoğunu anlamamızı sağlayacağı gibi, yeraltı suları ve deprem gerçeğinin müphem yönlerinden çoğuna da ışık tutacak.

Bilim adamlarının Arz'ın köken ve menşeine dair söyledikleri eskisiyle yenisiyle hep birbirine benzer. Örneği, Fransız bilgin Laplace (1749-1827) , Alman bilgin İmmanuel Kante (1724-1804) Lacker nazariyeri ve Robert Boyle (1627-1691), nazariyesi, iki Fransız bilgin Flammarian, Poin Cave ve diğerleri...
Hepsinin bu konuyla ilgili bilimsel bir teorileri ve tutturdukları bir yol mevcuttur. Ama hepside bir adım ileri attılarsa iki adım geri atmışlar, sadece zanna dayalı bilgiler ortaya koyabilmişlerdir.

Fakat konumuzun esasını teşkil eden bu çalışmada araştırmak ve ortaya koymak istediğimiz husus, şu yerkürenin üzerinde / içinde suların nasıl oluştuğudur? Gezegenimize- gerçekten ve doğru bir adlandırmayla- 'su gezegeni' denmesini sağlayan, Güneş sistemindeki hiçbir gezegene nasip olmayan iş bu özellik nasıl ortaya çıkmıştır?

İbn Haldun Mukaddime'sinde Arzın kürevî/ elipsoit bir şekle sahip olduğuna ve -tıpkı suda batmadan duran bir üzüm gibi- tamamen su unsuruyla kaplı bulunduğuna, Allah Teala bazı kısımlarında canlıların yaşamasını ve bu kısımları, halifelik özelliğiyle diğer varlıklardan ayrılan insan nev'iyle şenlendirmeyi murâd ettiği için suların oralardan çekildiğine işaret eder.
Kazvinî "Arzın Allah'ın canlılara tahsil ettiği bir miktar dışında sularla kaplı olduğuna" işaret eder.

İbn Teymiyye de (Hûd 11/7) âyetinden bahsederken; Arzın kürevi/elipsolit olduğu, çoğu kısımlarının su kaplı olduğu, ayrıca dört bir yandan kubbeli (çünkü dünyanın neresine gidilirse gidilsin sema kubbe şeklinde gözükür.) olduğu hususunda ittifak etmişlerdir." Bunu, Allah'ın sıfatlarından bahsederken ve söz konusu âyeti yorumlarken söylüyor. İngiliz yazar Velz der ki: Müslümanlar daha X asırda bu konuları bilmekteydi.

Fahrettin Razi'nin şu söyledikleri de bunu destekler mahiyetledir: “Öyle görünüyor ki bu mâmure-i dünya, ilk zamanlar denizlerle kaplı yerdi; zamanla çoğu bölgede balçık oluştu ve (balçık) üstü açıldıktan sonra taşlaştı. Sellerin ve rüzgârların toprağı kazmasıyla tepeler meydana geldi.
Buralarda dağların fazla olmasının sebebi budur: Birçok taşı kırdığımızda istiridye ve balık gibi su canlılarına ait parçalar çıktığını görmemizde bu kanaati pekiştiren bir husustur”.
İbn Abbas, Hasen, Âta, Dahhâk ve Katâde, şöyle demiş: Yani, bu ikisi birbirine yapışık tek bir şey iken Allah hava ile aralarını ayırdı. Aralarında rüzgâr yaratarak onunla bu arayı açtı. Gökleri de yerleri de yedi âdet kıldı.
Mûcâhid, Sûddi ve Ebu Salih'in benimsediği ikinci bir görüşte şudur: Gökler tek bir tabaka halinde birbirine uygun (mu'telife) durumda iken Allah aralarını ayırıp yedi gök haline getirdi.
Mehdevi'nin zikrettiğine göre ikrime, Atiyye, İbn Zeyd ve yine İbn Abbas demişlerki: gökler 'bitişikti' yani yağmur yağdırmazdı, Arz'da 'bitişikti' yani bitki bitirmezdi, gök yağmur yağdıracak şekilde, Arz'da bitki bitirecek şekilde ayrıldı. "(suyu yeryüzüne) geri getiren göğe, çatlayıp yarılan toprağa yemin ederim ki..."(Tarık 86/11-12) ifadesi de aynı anlamdadır.
Taberi'de hemen peşinden gelen" ve canlı olan herşeyi sudan yarattık; hala iman etmeyecekler mi?" ifadesine bakarak, bu görüşü tercih etmiştir.
Tantavî " İnkâr edenler bilmiyorlar mı ki gökler ve yer birbirine bitişikken onları ayırdık ve canlı olan herşeyi sudan yarattık; Hâla iman etmeyecekler mi? (Enbiya 21/30) ayetini tefsir ederken der ki:Günümüz bilimini ortaya koyan Avrupalıların şöyle dediği sabittir:
Güneş milyonlarca yıl tamamen ateşe benzer bir şekilde dönüp durmuştur.
Arz, gezegenler ve bunların uyduları da o sırada onunla beraberdi. Sonra diğer gezegenler gibi bizim Arzımız da güneşten ayrılmıştır. Güneşin kendi ekseni etrafında gerçekleştirdiği dönüş ve hareket esnasında Güneş çizgisinden hep birden ayrılmıştır.
Bu arada Arzımız ve diğer gezegenler birbirlerinden de uzaklaşmıştır. Çünkü gerek bizim Güneşimiz gerekse diğer gezegenler hepsi gezegen olup tamamı birer arzdır. Bu durumda sabit yıldızlar olarak gördüğümüz bütün güneşlerinde kendilerinden kopup ayrılan gezegenleri mevcuttur. Bilim adamları bütün alemdeki arzların üç yüz milyon meskun arzdan az olmadığını var sayarlar. Güneş sistemindeki hiçbir gezegende hayat yoktur. Arzımız hariç; bir de belki Mars ve bir başka gezegen daha...

Demek ki Arzımız Güneşten kopmuş: Güneş, kendisinden daha büyük bir güneşten; o da kendisinden daha büyük bir güneşten.... Bunlardan her bir güneş kendisinden koptuğu güneşin etrafında dönmekte. İnsan aklı hafsalası burada duruyor.
İşte yaşadığımız âlemin hikâyesi şuanda, Peygamberimizi tanımadıkları için onu inkar etmekte olan Avrupa bilim çevrelerinde genel olarak paylaşılan kanaat bu, Yüce Allah'ın istifhâm-i takriri şeklinde sorduğu "İnkar edenler bilmiyorlar mı ki gökler ve yer birbirine bitişikken onları ayırdık! " ifadesi bir mucizedir. Zira Kur'an'ın indiği çağda ne Araplar ne de diğer çağdaşları Astronomi ve Kozmoloji biliyordu. Bunlar bizim asrımızda ortaya konulan bilgiler...
Bu durumda şunu ilan etmek isteriz ki bu, Kur'ân'da geçen aşikâr, bir mucizedir. Burada Yüce Allah hiç kimsenin ortak olmadığı mutlak güç ve hikmetine, bu eşsiz ve sağlam sanatını delil getiriyor.
Başlangıçta alev alev yanan bir ateş olan bu alemlerin haraketinin aslî sebebinin sıcaklık olduğunu ve uzunca bir dönem devam eden dönüşler sebebiyle Güneşin dış kısmının soğuduğunu ve bizim Arzımızında aralarında bulunduğu gezegenlerin ondan ayrıldığını, Güneşin müthiş bir hesapla seyrûsefer ettiğini ve dış kısmında eşsiz bir yaratış gerçekleştiğini ve üzerindeki herşeyin sapasağlam meydana getirildiğini belirtmiş oluyor.
Daha yeni ortaya konmuş, insanı dehşete düşüren işbu nazariye gerek müslümanların gerekse Fars, Rum vb. gayri müslimlerin bilmediği bir sırada Kur'ânî Kerimde zikredilmiş... Bu görüşü Hz. Muhammedi (s.a.v.) inkâr eden Avrupalılar bulup öğrenmiş...
Yüce Allah Peygamberlerimizin çağdaşı olan milletler gibi bizleri de bu bilgisizliğimizden dolayı kınayarak " Bu kafirler kendi akıllarıyla Arz âleminin sema aleminden " kopup ayrılmış olduğunu öğrenemediler mi? demiş oluyor.
Yani beşerî akıl, kitap okumak, kainatın ilginçliklerini araştırmak gibi vesileler yardımıyla bunu öğrenme kapasitesine sahiptir. Bu durumda insanlar nasıl hâla tek bir ilâha inanmazlar hayret

XX Asrın başında Amerikalı bir bilim adamı, E.Hubble, Asrımızın dahisi ingiliz Fizikçi Dr. Stephan Hawking "Kainâtın on milyar yıl evvel gerçekleşen muazzam bir patlama/ big-bang" nın peşinden ortaya çıktığıydı”.
"Rahmânın yaratışında hiçbir eksik-gedik göremezsin, haydi bir göz at bakalım, küçücük bir yarık bile görebilecekmisin?" Buyuran Yüce Allah ne doğru söylemiş!
Hayatın iksiri aşktan ibaret
kâinat da olmazdı, onsuz, elbet.
Demek ki oluş ve varlık hep sevgi/aşk kaynaşma ve ülfet üzerine kurulu yıldızlar ve galaksiler dönüp giderlerken hiç birbirlerine çarpmaz ve karışmazlar. Kaynaşma, sevgi insicâm ve birbirlerine duyduyları aşk sayesinde akıp giderler;

Başa dönecek olursak; şu "su gezegeni"ndeki bütün bu nehirleri, gökleri, denizleri ve okyanusları dolduran suyun köken ve menşei hakkında bilim adamları birbirinden farklı ve çok sayıda görüş ileri sürmüş. O okyanuslar ki, aralarında on bir sıcak su akıntısınında bulunduğu akıntılarla dolu. Atlas okyanusunda Rabat kenti yakınlarında geçen sıcak Gulfsstream de bunlardan biridir.
Okyanuslarda, hâla yananlarıyla soğumuş olanlarıyla on beş bin volkan ve en derini 11516 metreye ulaşan yirmi çukur mevcuttur. Okyanuslar dağlarla doludur; söylediklerine göre en büyüğü Atlas, Hind ve Pasifik okyanuslarında yetmiş bin kilometrelik bir mesafe boyunca uzanan sıradağlar bulunmaktadır.

Hayatını denizlerde geçirerek hayatı boyunca bunları inceleyen ansiklopedik denizbilimci ve Okyanuslar alemi adlı eserin yazarı Kaptan Cousteau özetle şöyle demektedir:
“İçinde yaşayan canlı yaratıkları bir yana, denizlerin kendisi bile gerçekte kendisiyle ilişkiye girebilmemiz için kendilerine saygı duymamız gereken canlı maddelerdir”.

okisareti.gif
 

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,107
Tepkime puanı
81
İNSAN VE DİĞER CANLILARIN YARATILIŞI
"Ve canlı olan her şeyi sudan yarattık."(Enbiya,21/30) ayetinin de gösterdiği üzere hayat suda gelişip bereket kazandı. Bu kısacık cümle suyun hayatla bağlantısı çerçevesinde iki aşikâr noktanın altını çizmektir: İlki: suyun gezegenimizdeki hayatın kökenini oluşturduğu, ikincisi ise hayatın ana maddesi olan protoplazmada cereyan eden canlılık faaliyetlerinin suyla alâkasıdır.

Hayat suya dayalı bir olgudur. Hayat sudan gelmiştir ve onunla irtibatlı olmaya devam edecektir.
Profesör Holdgate pek çok bitki ve hayvanın -akıcı halde gen taşıyıcısı olmadıkça- çoğalamayacağını vurgulamakta, dünyadaki hayvan familyalarının pek çoğunun gelişme ve çoğalma aşamalarının sonuçta suya dayandığını belirtmektedir. Yeryüzündeki hayatın ilk evreleri için de durum aynıdır.

Demek ki; su bildiğimiz hayatın ikizidir; susuz bir hayat düşünülemez. hatta bazı bilim adamları hayatı "suya dayalı bir olgu” olarak tanımlamaktadır.
Şüphesiz kâinattaki su ve hayat birbirinin ayrılmaz parçasıdır. Su en büyük eriyiktir: Hayatın ana maddesi olan protoplazma suda asılı ya da çözülmüş bir eriyikten başka bir şey değildir. Bedenimizin 3/4'ten fazlası sudan oluşur; dünyamız da suyun meydana getirdiği bir şeydir. Gerçek şu ki insan hayatı ve refahı, su ile kopmaz, sağlam bir bağa sahiptir.
Su, içinde barındırdığı büyüleyici çelişkiyle de ayrı bir yere sahiptir: o en iyi bildiğimiz madde olduğu gibi aynı zamanda en tanımadığımız maddedir.

En iyi bildiğimiz maddedir, çünkü her yerde mebzul miktarda bulunur; en tanımadığımız maddedir, çünkü bazı durumlarda sıfatları hususiyetleri ve ayırıcı vasıfları tek/eşsiz, garip ve nadirdir.

Müslim b. Kuteybe, sofrasında oturduğu sırada içecek isteyerek elini uzatan Şa'bî'ye:
-"Ne istiyorsun?" demiş. Şa'bî:
-"Yokken ondan değerlisi olmayan, ama varken önemseyeni...(e'azzü mefküd ve ehvenü mevcûd)" deyince, hizmetkârına:
-"Evlâdım ona su ver", demiş.

Dört elementin en faal olanı sudur. Bilindiği gibi hidrojen, nitrojen, oksijen ve karbon Güneşten ayrıldıktan sonra soğuyan Yerkürenin üst tabakalarında kalan hafif elementlerdir.

Hidrojen elementlerin faaliyet bakımından en önde olanıdır. Bunun sonucu, sözkonusu elementin, su buharı (H2O), amonyak gazı (NH3) ve metan gazını (CH4) oluşturan kalıcı elementlerle birleşmesidir. Arz sıcak olduğu sürece, su buharı hava boşluğunun üst kısımlarında kalmış; ancak Arzın yüzeyi soğuyunca su buharı yoğunlaşıp akıcılık kazanmaya başlamıştır. İşbu akıcı su vadileri ve alçak noktaları doldurarak deniz ve okyanusları oluşturmuştur.

Kimyasal etkileşimlerde aslolan su olduğu gibi, hayatın başlayıp geliştiği daha sonraki karmaşık etkileşimlerin meydana gelebilmesi için gerekli olan ortamı da su sağlamıştır.
Seyyid Kutub fî Zılâli'l-Kur'ân'da hayatın ilk beşiğinin su olduğunu belirtir ve "Hayatın ilk beşiğinin su olduğu"na dair teorilerin Kur'ân'ın bu konudaki nassı ile çatışmadığını ifade eder.
Su olmasaydı hayat olmazdı. Su olmasaydı, protoplazma (hayat maddesi) denen madde olmazdı; metobolizmadaki canlı terkip çalkalanır durur ve içindeki su miktarının kaybolmasıyla metabolizma da ölür giderdi.

Protoplazmanın terkibindeki bu büyük önemi suya veren ve metabolizmanın faaliyetlerinde büyük bir rol icra etmesini sağlayan, şüphesiz suyun doğal ve kimyasal özellikleridir.

İlk insanın yaratılışı
İnsan cinsinin topraktan yaratılışı
İnsanın yaratılışı ile ilgili yüce kitabımız Kur'ân'ın verdiği bilgileri aşağıda belirtildiği gibi 3 ana başlık altında inceleyebiliriz:
-Tüm canlıların sudan yaratılışı,
-İnsanın topraktan yaratılışı,
-İnsan/Adem neslinin nutfeden yaratılışı.

İnsanın sudan yaratılışı ile ilgili ayet mealleri:
"Allah, bütün canlıları sudan yaratmıştır. Bunlardan, iki ayağı üzerinde ve dört ayağı üzerinde yürüyenler olduğu gibi, sürünerek gidenler de vardır. Allah dilediğini yaratır. Çünkü Allah, her şeye kâdirdir"(Nur,24/45)
"Sudan, narin derili bir varlık yaratan ve onu soy-sop ve sıhriyet bağlarına sahip olacak hale getiren de O'dur. Senin Rabbin hep kadir olmuştur. (Furkan,25/54)
İnsanın topraktan yaratılışının merhaleleriyle ilgili ayetler
"Sizi ilkin topraktan yaratması ve daha sonra, narin derili bir varlık olarak dört bir yana dağılmanız O'nun belgelerindendir."(Rum,30/20)
"Yarattığı her bir şeyi olabilecek en güzel şekilde yaratmış; insanı yaratmaya da balçıktan başlamıştır."(Secde,32/7;Enam,6/2)
"Andolsun ki Biz insanı çamurdan süzülmüş bir hülâsadan yaratmaya başladık"(Mü’minun,23/12)
"O halde, şunlara sor bakalım: kendi yaratılışları mı daha zor yoksa yarattıklarımız mı? Şüphesiz onları sağlamca yapışan bir çamurdan yaratmıştık"(Saffat,37/11)
"İnsanı, (çın çın ses çıkaran) pişmiş kuru balçıktan yaratmıştık"(Rahman,55/14)
"Andolsun Biz insanı çamurdan, şekil verilebilir bir balçıktan yarattık. Cİnleri ise daha evvel zehirli ateşten yaratmıştık. Hani Rabbin meleklere şöyle demişti: Ben kuru çamurdan, şekil verilebilir bir balçıktan bir beşer yaratmaktayım”.(Hicr,15/26-28)

Meallerini verdiğimiz ayetler Adem Aleyhisselam'ın yaratılıncaya kadarki ilk maddesinin geçirmiş olduğu safhaları anlatmaktadır. Bu ayetlere göre insanın başlangıcı kendisinde hiçbir hayat eseri bulunmayan anorganik bir toprak idi. Yüce Allah semadan su indirmek suretiyle o toprağa canlılık eseri vermiş; su ile bileşimi sonucu çamur hâline geçerek insanı meydana getiren organik hücre veya hücreleri meydana getirmiş; bu değişmelerle meydana gelen tekâmül sonunda Hz. Adem'in cismi içerisinde de organları teşekkül ettirilmiş; bilâhare "onu düzenleyip insan şekline soktuğumuz zaman ona ruhumdan üfledim" ayetiyle belirtildiği veçhile Adem'e ruhu verilmiştir.

Bütün bu anlatılanların özeti şudur: "Allah bütün canlıları sudan yarattı" ayetinde de belirtildiği gibi bütün canlılar sudan yaratılmıştır. Kur'ân-ı Kerim " Ve canlı olan her şeyi sudan yarattık ayetinde, yaşayan ne varsa hepsinin sudan yaratılmış olduğunu belirterek dairenin kapsamını daha da genişletmiştir... ki insan, bu yaratışın insanoğlunu da kapsadığını kesin olarak anlasın. Nitekim Kur'ân bunu da aşağıdakine benzer nasslarla açıkça vurgular: "Sudan, narin derili bir varlık yaratan ve onu soy-sop ve sıhriyet bağlarına sahip olacak hale getiren de O'dur. Senin Rabbin hep kadir olmuştur."(Furkan,25/54)
Bütün sebepler sonuçta ilk sebebe dayanır. Hareketsiz toprağın, üzerine su inmesiyle canlanması... Su kendisi olarak hayatiyete sahip bir unsur olmayıp- "ve canlı olan her şeyi sudan yarattık" ifadesinde de görüldüğü gibi- hayatın sebebidir; bizzat hayata sahip olmadığı halde, üzerine indiği toprak da hayata sahip olmadığı halde, ikisi bir araya gelince harekete geçer ve bakmaya doyamayacağınız güzelim bitkiler yetiştirir.

Demek ki bitkinin çıkmasının sebebi -her ne kadar nihaî sebep değilse de- sudur. Çünkü bütün sebepler sonuçta tek bir sebebe dayanır. Yüce Allah’a
Hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar açıkça kesinleşmiştir ki şu Yerkürenin gerek kabuğunda gerek yüzeyinde gerekse atmosferinde suyun bulunmadığı bir karınca kadar bile bir yer yoktur.
Yerkürenin yüzeyinde olsun kabuğunda olsun -hatta insanın, 'suyun bununla ne alâkası var' dye düşünebileceği ateşîn kayalar dahil bütün kaya kristallerinin terkîbinde su vardır.

Suyla yakın alakası olan tabiat bilimlerinden birkaçını zikretmek gerekirse: yeri geldikçe geniş geniş ele alacağımız Buzulbilim, deniz ve okyanus bilimi (oşinografi) , tatlı su ve göller bilimi, kar örtüleri bilimi, yeraltı suları bilimi, atmosfer gözlemleri bilimi, toprak katmanlar bilimi(jeoloji), hidroloji, su mühendisliği Tıp bilimleri, Biyoloji bu bilimlerdendir.

Gerçek şu ki suyun önemli suyun önemli bir rol oynamadığı hiçbir modern bilim yoktur. Matematik bile su ve diğer akıcı/sıvı maddelerin girişine dair matematiksel araştırmaları için özel branşlar geliştirmiştir. Bu da bir yana buhar üretiminde, barajlarda, göletlerde elektrik üretirken ve sıcak aletlerin soğutulması vb. işlemlerde sudaki gizli enerjiden yararlanılmaktadır.
Hayatla su arasındaki sağlam ve derin bağa dair daha başka kevnî sırlar da söz konusudur ki bunların tamamı " ve canlı olan herşeyi sudan yarattık." ayeti tarafından tek başına ifade edilmektedir.


okisareti.gif
 

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,107
Tepkime puanı
81
Ademoğullarının yaratılışı

ilgili kavramlar
Şüphe yok ki insanda eşeysel üremenin ilk maddesi nutfedir. Erkeğin vücudunda üreyen bu hücre cinsel temas yoluyla annenin yumurtasıyla birleşir. Döllenmeden sonra da ana rahminde gelişmeye, tavırdan tavıra geçerek büyümeye başlar.

Bu konuda en şümullü ayetlerden birkaçı: Hacc 22/5-6; Mü'minûn 23/12; Secde 32/7-9'un meallerine bakıldığında görülecektir ki insan neslinin ana rahminde yaratılmasından geçirdiği nutfe-alekamuzğa-kemik-kemiklere et giydirilmesi - suret verilmesi - nihayet ruhun üflenmesi safhalardan bahsetmektedirler.
İnsanın anatomik yapısından bahsederken ayetlerle geçen bazı kavramların tanımını yapmakta fayda görüyorum.

Sülâle
Sülâle kelimesi lügatte; öz, hülâsa, değeri taşıyan, aslın kendisi, bir başka şeyden çıkarılmış ve aynı zamanda bir şeyin en iyi parçası gibi anlamlara gelmektedir.(Mü’minun,23/12)

Nutfe
Nutfe Arap lisânında nutfe:azar azar akmak,sızmak ve damlamak anlamlarına gelen nutfe; netafe kökünden türetilmiş bir isimdir, Az ya da çok suya- çoğunlukla az suya- nutfe adı verilmektedir. Kovanın içindeki su boşaltıldıktan sonra dibinde kalan yaşlık derecesindeki az suya da nutfe denir. Berrak su, damla, menî, nutfeyi ifade etmek için kullanılan tabirlerdir.(Mü’minun,23/12)

Menî/Mâ-i mehîn
Nutfe menînin içerisinde bulunan sperm hücreciğinin ismi; menÎ de hem spermayı meydana getiren hem de onun canlılığını muhafaza eden ve onun içerisinde taşıyan sıvının adıdır.

Sulb
Sulub, salib şeklinde de telâffuz edilen bu kelime, kuyruk sokumuna kadar olan sırt ve omurga kemiğine verilen isimdir. Genellikle bel tâbir edilir.

Terâib
Terîbe kelimesinin çoğuludur. Göğüs kemiğine, iki meme ve boyun halkası arasındaki kemiğe bu ad verilir. Ayrıca göğsün sağ tarafından dört sol tarafından da dört kaburga kemiğine gerdanlık mevziine de terâib adı verilmektedir.

Emşâc (karışık) nutfe
Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de sperme ile ovumun birleşmesi sonucu meydana gelen karışıma da işaretle buyurmuştur: "biz insanı; imtihan edelim diye, katışık bir nutfeden yarattık ve bunu işitip gören bir varlık haline getirdik."(İnsan,76/2)
Emşâc kelimesi,Arap lügatınde " bir şeyi başkasına karıştırmak" manasına gelen meşc/meşic kökünden alınmıştır. Özel olarak da emşac; karışık kanla karışık nutfe, Allah'ın çeşitli kuvvetlerden meydana getirdiği nutfe şeklinde de tanımlanmaktadır.
Bu ayette geçen nutfetün emşâc tâbirini Tâbiûn döneminin meşhur müfessirlerinden olan Mücâhid (ö.103/721), İkrime (ö.104/722), Hasen el-Basrî (ö.11,/728), erkeğin suyu ile kadının suyunun birbirine karışması sonucu meydana gelen karışım olarak açıklamışlardır.

Karâr-ı mekîn
"Sonra Biz onu (zigot) nutfe(-i emşâc) olarak karâr-ı mekîne yerleştirdik." ayetinde geçen karâr-ı mekînden maksadın rahim olduğunda genelde bütün müfessirler görüşbirliği hâlindedirler.

'Aleka
Asıl itibarıyla 'uluk, ta'alluk gibi ilişmek,yapışıp tutunmak, bağlı olmak manalarına gelen bir kökten türetilmiş isimdir.
Birşeye yapışan, tutunan şeye Araplar 'aleka tabir ettikleri gibi, suda yaşayan ve tutunduğu canlının kanını emen sülük dediğimiz canlıyada dûdetü'l-'alâk adını vermektedirler. Donmuş, pıhtılaşmış kan parçasınada 'aleka denmektedir.

Muzğa
'Aleka safhasının sona ermesiyle veya tedricî olarak değişime uğraması sonucu meydana gelen yeni merhaleye cenînin muzğa safhası adı verilmiştir. Muzğa ağızda çiğnemek anlamına gelen z-ğ-m- kökünden türetilmiş bir isimdir. Çiğdem büyüklüğündeki et parçasına Araplar muzğa demektedirler.

Bütün bunlar gösteriyor ki insanın yaratılış safhalarının tamamında su vardır."Andolsun ki biz insanı çamur sülâlesinden yarattık; sonra Biz onu (zigot) (nutfe(-i emşâc) olarak karâr-ı mekîne yerleştirdik;sonra nutfeyi 'aleka hâline soktuk; sonra muzğa yaptık; sonra muzğayı kemiklere çevirdik; kemiklere et giydirdik; sonra da başka yaratılışa başladık. Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir! Sİzler bütün bunlardan sonra öleceksiniz; hiç süphe yok ki kıyâmet gününde yeniden diriltileceksiniz"(Mü’minun,23/12-16

Nasslar yaratılışın yol ve aracını 'su^olarak ifade etmektedir....
Bütün canlı varlıklar ister erkek ve dişinin çiftleşmesiyle ister yumurtadan, ama sonuçta sudan yaratılmışlardır; kökenleri sudur...

"O halde, 'ne'den yaratıldığına baksın insan."
Bu suyun nasıl ve nereden çıktığını gösteren nasslarda, Kur'ân lâfızlarının dikkat ve hassâsiyeti zirvesine ulaşmaktadır; nass-ı şerif der ki:
"O halde, 'ne'den yaratıldığına baksın insan.
Yaratıldı, fışkıran bir sudan;
belkemiği ile kamurga kemikleri arasından cıkan."(Tarık,86/5-7)

Şöyle ki: bu mâ-i dâfık:" fışkıran su", öyle bir sıvıdır ki hayatî eylemlerin ortaya çıktığı organ vb. âletler henüz takdir edilmemiş henüz hiçbir şekil ve surete sahip değil... Bu sıvı daha sonra Allah'ın Yeryüzündeki halifesi olacak, hayat, akıl ve idrâk dolu mükemmel bir varlık hâlinde: insan olarak doğuyor. İşbu bedenî organ ve âletlerin tasvir ve takdir edilmesi, her uzvun bedendeki görevini yerine getirebileceği kuvvette eşsiz bir şekilde yaratılması, sonra idrak ve akıl kuvvetiyle donatılması... bütün bunlar insanı gözetimi altında tutan, onu tâ başından beri plânlayan bir varlık yani Allah Teala olmaksızın gerçekleşmeyecek bir şeydir.

Bütün bu açıklamalardan sonra testislerle yumurtalığın beslenmesinin, kendilerini besleyen kan ve sinirlerin sırtla, göğüs kafesi arasından olduğunda herhangi bir kuşku kalır mı? Böylece bir kez daha ayet-i kerimenin ilmî bir mucize ifade eden nası ortaya cıkmış oluyor.

Erkeğin testislerinden sperm canlılarını taşıyan fışkıran bir su, kadının yumurtalığındaki protoplazma hücresinden yumurtacığı taşıyan ve fışkıran bir su.
Yüce Allah ne kadar doğru söylemiş:
"O halde, 'ne'den yaratıldığına baksın, insan,
Yaratıldı, fışkıran bir sudan:
belkemiği ile kamurga kemikleri arasından cıkan.(Tarık,86/5-8)
Yüce Rabbimiz ne doğru söylemiş!:putperestler Müminlerle dalga geçip onları hafife alıyorlardı; bunun üzerine Allah Teala kendilerine: "Biz bunları mâlum şeyden yarattık." buyurarak değersiz bir atıktan yaratıldıkları için hiç de böbürlenmeye hakları olmadığını beyan ediyor. Ey Adem'in oğulları! Hepiniz bir atıktan yaratılmaktasınız, Allah'a karşı ayağınızı denk alsa nı za!...
Anlatıldığına göre Mutarrif b. Abdullah, Mühelleb b. Ebu Sufra'nın ipek cübbe ve ipek şal içinde kasım kasım kasıldığını görünce:
-"Ey Allah düşmanı!" demiş; " Allah'ın gazap ettiği bu yürüyüş de ne böyle?" Mühelleb'in:
-"Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" demesi üzerine,
-"Biliyorum tabiî" demiş; "senin ilk hâlin kokuşmuş vıcık vıcık bir menî, sonun, iğrenç kokulu bir leş, bu ikisi arasında iken de yine pislik dolu birisin işte!...
Bunun üzerine Mühelleb o kibirli yürüyüşünü terkederek uzaklaşıp gitmiş...
Mahmud el-Verrâk onun bu sözlerini söyle şiirleştirmiştir:
Ne hayretâmizdir şu kendini beğenen:
Kökeni kokuşmuş âdi bir menî iken!...
yarın,-şu anki bütün güzelliğine rağmen-
iğrenç kokulu bir leşe dönüşecek o çukurda.
Bütün bu gurur ve şaşkınlığıyla
bedeninin içinde necâset taşımakta!...
Tebliği özetleyecek olursak;
-Kâinatın yaratılışında SU
-İlk yaratılışta SU
-İnsan ve diğer canlıların yaratılışında SU
-Allah’ın bir nimeti, dünyevi ve uhrevi bir nimet olarak SU
-Allah’ın bir azabı, dünyevi ve uhrevi bir nimet olarak SU
-Seyle’l-Arim ve Me’sib Seddinde SU
-Hz.Musa ve kavmi için denizin yarılmasında,
-Talût ve kavminin bir nehirle denenmesinde,
-Hz. Salihin kıssasında ve Nuh tufanında SU
- İki deniz arasında bir engel olarak SU
-Hz. Muhammed (s.a.v)in mucizelerinde SU
-Nil’in Mısıra tanıdığı hayatta SU
-400 yıldır durmandan akan dünya’nın en tatlı mukaddes suyu Zemzem’de SU
-Çeşme ve sebillerden yansıyan Kur’ân mesajlarında SU
-Peygamber aşkını anlatan Fuzuli’de Kutadgu Bilig de, Erzurumlu İbrahim Hakkı’da SU
-Yunus’da, Ferhat ile Şirin’de, Yahya Kemal, Necip Fazıl’da SU
-Renklerle dans eden Ebru’da SU
-Göz’de SU.
Gözün optik kırma gücünün %74 ü kornea ile sağlanır. Damarsız bir tabakadır. Kornea’nın %78 i sudur şeffaf bir tabakadır.
Gözün merceği (lens)
Gözün kırma gücünün %20-22 si göz merceği tarafından sağlanır. Ağırlığı ortalama 255 mg. damarsız, sinirsiz bir dokudur. Göz merceğinin %70 i sudur.
Su temizliktir, iyiliktir, medeniyettir, hayatın kaynağıdır. Sevgilinin omuza dökülen saçlarıdır, gözüdür, dudağıdır. Su insan ömrüdür, sevgidir, peygamber sevgisidir.
Su gibi aziz olunuz.
M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Kur’an Okuma ve Kıraât İlmi Anabilim Dalı Başkanı


Kaynaklar:
Asım Efendi, Kumus Tecemesi.
Ateş, İbrahim,Kanuni Sultan Süleyman’ın su vakfiyesi, Ank. 1987
Barutçugil, Hikmet. ÂB-RÛ Su yüzü, Suyun renklerle dansı, İSKi İst.2000.
Beyrut Dâru’n-Nefâis 2002.
Bin’abdullah, Muhammed, el-Mâu fı’l fikril-islâmî ve’l-edebi’l-‘Arabî,Fas 1996.
Câhız, Kitâb el-Hayevîn, nşr. Abdüsselam Muhammed Harun, Beyrut 1969.
Canan, İbrahim,Ayet ve hadislerin ışığında çevre ahlâkı, İst.1995
---------,İslâm ve çevre sağlığı, Cihan yayınları, İst. 1983.
Demir,Ömer-Acar,Mustafa, Sosyal bilimler sözlüğü, Konya 1967.
Deylemî,Ahmed Âmir, el-Miyâh fı’l Kur’ân –minhâc li-tefsîri’l-işârâti’l-‘ilmiyye fı’l-âyâtı’l-Kur’ânniyye,
DİA.”Talut” md.
Dursun, Hakkı,”İstanbul” maddesi, Yeni Türkiye ansiklopedisi.
Es-Suyûti,el-İtkan fî ulûmi’l-Kur’ân.
Eyüp Sabri Paşa, Mir’ât-ı Mekke.
İbn Âşûr, Muhammed et- Tahir.Et-Tahrîr ve’t-tenûr,Tunus 1984.
İbn Manzûr, Lisânü’l’Arab,Beyrut 1956.
İbnü’l-Kayyim, et-Tıbbu’n-Nebevi.
Kırca, Celâl, Kur’ân-ı ve bilim,Marifet yayınları,İst. 1996.
Köşk, Y. Hamza. Zemzem suyu ve kuyusu, çev. İbrahim Ural – M. A. Sarı, Fey vakfı.
Kurtubi,el-Cami’li-ahkâmi’l-Kur’an.
Nesefi,Medarikût-Tenzil ve hakkaikû’t-Te’vil.
Pakalın, Mehmet Zeki,Osmanlı tarih deyimleri ve terimleri sözlüğü, İst. 1993.
Ragıb el-İsfahani,el-Müfredât.
Razi,Mefatihü’l-Gayb.
Tabersî, Mecma’u’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân, Tahran 1996 VII.
Zehir, Cemal, Osmanlı su medeniyeti semp. bildirileri.
Zemahşerî,el-Keşşâf’an hakaikı ğavâmizı’t-tenzîl ve ‘uyûni’l-ekavîl fî vücûhi’t-te’vîl.

Prof. Dr. Nihat TEMEL​
 
Üst Alt