- Katılım
- 22 Şubat 2011
- Mesajlar
- 9,107
- Tepkime puanı
- 81
cinler iyimidir kötümüdür, cinler nasıldırlar, cinler nasildir, cinler nasıldır, cinler nasıl varlıklardır, cin nasıl iyimi göster, cinler nasil varliklardir, cinler, insanlar nasıl varlıklardır, cinlere cennet ve cehennem varmıdır, cin nasildir, cin nasıl bir varlıktır, cınler nasıldırlar, cinler nasildirr, cinler nasildir nedir, cinler nasıl, cinler nası belirtılır, cinler nasıl kovalanır, cinlernasil, cinler nasil, cinler nasildirlar, cennette cinler olacakmı, cinler nasillar,
CİNLER NASIL VARLIKLARDIR?
Melekler nurdan, cinler ateşten ve insanlarsa topraktan yaratılmıştır. Nur ilk ve en basit yapı taşıdır. Fakat ondan melekler gibi mükemmel varlıklar yaratılmıştır. Demek ki nurdan o kadar kompleks yapılar olabiliyor. Yani nur basitliğinden melekler gibi kompleks varlıklar olabiliyor.
Cinler de dumansız ateşten yaratılmışlardır. Dumansız olması ateşin özelliğini belirtmektedir. Yanma oksijenle olmaktadır. Oksijense bir element atomdur. Bildiğimiz bakır, demir gibi elementler de oksijenle yanarak oksitlenebilmektedirler. Bu oksitlenme halleri yanmanın en basitleridir. Yani demirin paslanması gibi haller en basit yanma halleridir. Duman yanmanın ürünüdür. O halde yanmanın olmadığı bir ateşten bahsedilmektedir. En basit yanma atom seviyesinde olduğuna göre, cinlerin yapı taşı olan ateş atom altı bir yapıda demektir. Cinlerde erkeklik dişilik, evlenme, kibir vb sıfatlar vardır. Bunlar da, akıl sahibi olmayı gerektirecek kadar kompleks bir yapıya sahip olmayı gerekli kılar.
Melek ve cinlerin yapı maddelerini tanımlayan bir ayet vardır. Orada mealen şöyle denmektedir: Şemsin ( güneşin) ziyası (ışığı), Kamerin (ayın) nuru.
Güneşin ışığı aydan yansımaktadır. Kur’an-ı Kerim, güneşten aya gelen ışığa ziya demektedir. Aydan yansıyana ise nur demektedir. İkisi de ayni şey değil ki, farklı isimler kullanılmaktadır. Şemsin ziyası Kamerden yansırken değişime uğramaktadır. Bu sebeple de, farklı kelimeyle ifade edilmektedir. Farklı şeylere Kur’an’da farklı isimler verilir. Zaten doğal olan da budur. Böylece Kur’an Evrenin yapısı hakkında bize genel bir bilgi vermektedir. En azından Aya Güneşten gelenle yansıyanın ayni şey olmadığı bilgisini bize vermektedir.
Bu bilgi bile Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunun yeterli delilidir.
Güneşin ışığı aydan yansıyınca başka bir isim aldığına göre, Güneşin ışığı yapı taşlarına dönüşüyor demektir. Yani nur ışığın yapı taşıdır. Buradan bunu anlayabiliriz. Şemsin ziyası ise dumansız ateş diye isimlendirilen cinlerin yapı maddesi olmalıdır. Şemsin ziyası atom altı yapıdadır. Nur ise ziya altı bir yapıdır. Muhtemelen de nurun hızı ışığın hızından çok daha fazladır. Nasıl ışıktan hızlı hiçbir madde yoksa, ışığın yapı taşı olan nur da ışıktan hızlı olmalıdır. Bunlara bağlı olarak da nurdan yaratılan melekler, ışıktan yaratılan cinlerden çok daha hızlı olmalıdır. Cinlerse potansiyel olarak meleklerden daha üstün olabilme kabiliyetlerine sahiptirler. İnsanın fıtraten meleklerden ve cinlerden daha üstün olduğu gibi. Şunu da bilmelidir ki hız yalnızca bir özelliktir. Hızı fazla olan daha üstündür denemez. Üstünlük özelliklerin toplamıyla değerlendirilir. Böyle olunca yukarıdaki değerlendirmede bir sıkıntı yoktur.
İnsanlar topraktan yaratılmıştır. Fakat toprak değildir. Ayni şekilde melekler nur değildir, cinler de ışık değildir. Onlar yalnızca yapı maddeleridir. İnsanın yapı maddesinin toprak olduğu gibi. Buradan, yalnızca ilk insanın toprak olarak yaratıldığı düşünülmemelidir. Bütün insanlar ve şu an da insanlar, topraktan yaratılmaktadır. İnsanın bütün yapı taşları topraktandır. Toprakta olan bütün element ve moleküller her insanda vardır. Fakat toprakla insan arasında müthiş bir mükemmellik farkı vardır. Tamamen topraktan yaratıldığı ve başka bir madde katkısı olmadığı halde ondan çok farklıdır. Ayrıca, onda göremeyeceğimiz özelliklere sahiptir.
Birde, insanla toprak arasında çok farklı yapılanmalar vardır. Mikro canlılar, bitkiler, hayvanlar vs. şeklinde. Bunların en mükemmeli de insandır. Zaten yaratıkların en mükemmeli insandır. O şerefli bir yaratıktır. İnsanla toprak arasında çok farklı varlıklar olduğu gibi, cinlerle dumansız ateş ve nur ile melekler arasında da çok farklı varlıklar olabilir. Öyle de olmalıdır. Yani insanların aleminde çok farklı varlıklar olduğu gibi, cinlerin ve meleklerin aleminde de çok farklı varlıklar olmalıdır.
İnsanlar fıtraten, meleklerden de cinlerden de üstündür. Cinlere iş yaptırabilecek kabiliyettedir. Bu potansiyel herkeste vardır. O potansiyelini kullanan, cini kendisinin emrinde çalıştırabilir. Ama o potansiyelimizin açığa çıkarılması gereklidir. Ancak o potansiyelini kullanabilecek duruma gelen bu işi yapabilir. O kabiliyetimiz ortaya çıkarılmadan bunun olması mümkün değildir. Çünkü yukarıda açıklandığı gibi çok farklı yapılardayız. Zaten Süleyman aleyhisselamın hikayesini (masal değil; yaşanmış) Kur’an’da okuduğumuzdan anladığımıza göre, herkes bunu yapabilecek durumda değildir. Herkes bunu yapabilecek durumda olsa idi, kim Belkıs’ın tahtını getirebilir değil, kim getirir diye sorardı. Herkesin getiremeyip, ancak ehil olanlar getirebileceği için böyle denmiştir. Cinlerden biri, tahtından kalkıp tekrar oturana kadar, insanlardan birisi ise, gözünü açıp kapayana kadar getirebilirim demiş ve tahtı hemen getirmiştir.
Her cin uzak mekandan bir tahtı, oturup kalkma zamanında getirebilme kabiliyetine sahip değildir. Bir cinin bunu yapabildiğini öğrenince sanki bütün cinler yapabiliyormuş gibi düşünülüyor.
Cinler, doğar büyür ve ölürler. Cinsiyetleri vardır. Evlenirler, çocukları olur. Yerler içerler. Kendilerine göre düşünebilecek beyinleri vardır. Müslüman’ı, kafiri, cahili, akıllısı, alimi, zalimi, tembeli, çalışkanı vb vardır. Analarından doğunca hepsi ayni beceride ve hazır bilgilerle donanmış olarak doğmuyorlar. Ayni insanlar gibi, potansiyel kabiliyetlerini, kendilerini yetiştirerek açığa çıkarıyorlar. Birinin bildiğini hepsi bilmiyor. Hepsinin bilgileri becerileri ayrı ayrıdır. Yani insanlarda olduğu gibi. Dolayısıyla bir cinin bildiğini bütün cinler biliyor, şeklinde düşünmemek lazımdır.
Ayrıca cinlerin ve insanların yapı maddeleri çok farklı olduklarından, birbirlerini fark etmeleri, görebilmeleri mümkün değildir. Normali böyledir. Çünkü cinlerin yapı maddeleri atom altı parçacıklardır. İnsanlar ise atom ve moleküllerden yapılanmıştır. Dolayısıyla çok farklı alemlerde yaşamaktadırlar.
Cinlerin ne olduğunu bilmemiz için bunların bilinmesi gerekir. Bunlar da faydasız bilgiler değildir. İman, amelden üstün olduğu gibi, doğru bilgiler, hazine bulmaktan daha değerlidir. Zaten hazine bulmak da ön bilgilere sahip olmayı gerekli kılar. Bunlar da varlığı; evreni anlamaya yönelik bilgilerdir.
Cinleri emrimizde kullanmaktan amacımızın, onlara kölelik yaptırmak olduğunu fark etmeliyiz. En azından bir hazine bulana kadar. Bir defa köle kullanınca, efendilikten vazgeçemeyiz. Rahatlığa alışırız. İnsan fıtratı böyledir. Bir cine bir defa hazine bulduran, daha sonra başka hazineler bulmak için onu köle olarak kullanmaya devam etmeyecek mi? Hatta başka işlerinde de kullanmaya başlamayacak mı?
Cinler köleleştirilebilir. Çünkü insanlar onlardan daha mükemmel olduğu halde köleleştirilebiliyor. Biliyorsunuz kölelik kaldırılmamıştır, şekil değiştirmiştir. Bugün çalışanlar bile işverenin kölesi değil mi? Hatta kölelik hukukuna bile sahip olmadan çalışmıyorlar mı? Birçok işçi kölelik haklarına bile razı değil mi? Razı. Çünkü kölelerin en azından barınma, yeme içme gibi temel ihtiyaçlarını giderememe sıkıntıları yok. Bu haklara sahip olmayan; çalışma şartlarına göre de hiçbir zaman sahip olamayacak, ne kadar kişi var. Hatta onların o yetersiz şartlarında çalışmaya hazır işsizler var. Kölelik sorgulanmadan öyle benimsenmiş ki, bir işçi işverenine anlamak için dahi:
-Sen kiracılarından kira bedellerini oturacakları ayın başında istediğin halde, biz personellerine niye çalıştığımız ayın sonunda maaş veriyorsun?
Diye soramaz. Hatta böyle bir şey ne personelin, ne de işverenin aklına bile gelmez. Çünkü, işveren için personel de, kiracısı da onun kölesidir, şartları efendi belirler, kölelerin şart belirlemeye hakları yoktur.
Kölelik insan için de, cin için de aynıdır. İkisi de nefis taşırlar. Ayrıca cinler ateşten yaratıldıkları için genel olarak kibirli varlıklardır. Cinlerden olan şeytan, kibrinden dolayı hala tövbe etmemiştir. Kendini beğenenleri köleleştirmekse zordur. Nitekim insanların da hepsi personel statüsünde değildir. Bunun gibi, cinlerin de önemli bir kısmı emir altına girmekten hoşlanmazlar. Yani her cin emir altına alınamayabilir. Sonra niye senin emrine girsin ki? Bunu gerekli kılacak bir sebep olmalıdır.
Şu da bilinmelidir: Maaşla bir kişinin yanında çalışılmamalı demiyorum. Çalışma şartları en azından kölelik hukukunun şartlarını sağlamalıdır. İnsan, yediğinden yediriyor, giydiğinden de giydiriyor olabilmesi için, personeli de bireysel ihtiyaçları için aynı satın alma şartlarına sahip olmalıdır. Yani 25/05/10 tarihi itibariyle bir işveren aile ihtiyaçları için 3.000-tl civarında harcama yapmaktadır. Bu durumda, yanında çalışanların da eline geçen net maaş bu civarda veya işverenin aylık aile giderleri kadar olmalıdır. Ayrıca, kiraların peşin alındığı gibi maaş da alın teri kurumadan alınmış olması için, çalışılacak ayın maaşı peşin verilmelidir.
Bu çalışmamla cinler nasıl emrimizde çalıştırılabilir konusuna da açıklık getireceğim. Azmeden herkes bunu yapabilir.
Cinler ve insanlar, iki şekilde emir altına alınabilir. Bunlardan birisi sihirdir.
Sihir
Haktan uzaklaşmak. Bâtıl şeyi hak diye göstermek. Şeklinde tanımlanan sihr, orijinal Kur’an kelimesidir. Yani Kur’an’da geçen bir konudur. Bu sebeple bunun olduğuna, olabileceğine inanmak gerekir. Yapılmasının yasak olması, ona inanmamayı gerektirmez. Öyle bir şey olmasa bunu yapmayın denmez. Ancak yapılabilecek şeyler yasaklanır. O halde bu da yapılabilir demektir.
Müminle kafir arasındaki en bariz fark, birisi ihya edici, diğeri ise yıkıcıdır. Ne yaparsak, yaptığımız şey, ya ihya edicidir veya yıkıcıdır. Her yaptığımız şey böyledir. O halde her yaptığımızın bu niteliğine dikkat edip, o işin ihya edicisi olmalıyız.
Buhari’nin hadis kitabında peygamber efendimiz:
-Helake sürükleyen yedi şeyden biri sihirdir.
Demektedir. Helak oluşsa yıkılıştır, bozuluştur, haktan uzaklaşmaktır. Sihir de bozmadır, zarar vermedir, düzensizliğe sebep olmadır. Günümüzde sihirin anlaşılır tam karşılığı bilgisayarlardaki virüs programlarıdır. Bunlara sihir programları deseniz de yanlış olmaz. Virüs programlarının özellikleri neyse, sihrin de özellikleri aynıdır. Anti virüs programları da sihir bozmaktır. Ayni işlevi görmektedir.
Virüs programı ile ofis programları asıl işlevini yapamaz hale gelirler. Anti virüs programı ile de ona engel olursunuz. Ekseriya virüs programlarının yapıcılarıyla, anti virüs programlarının satıcıları aynidir. Çünkü onları satabilmek için, virüs programlarının varlığı gereklidir. Bu sebeple de ikisi de tavsiye edilmez. Virüs programı niteliğindeki sihirle de, insanın veya cinin vücut yapısını bozarsınız. Öyle ki sağlıklı düşünemez hale gelirler. Yani bir nevi onları aptallaştırırsınız. Aklı gideren her şey haramdır. Bu sebeple sihir de haramdır.
Virüs programı yapanlar kendilerini nasıl gizleme ihtiyacı hissediyorlarsa, sihir yapanlar da sihircilikleriyle ulu orta övünemezler. Kendilerini gizlerler. Gizli gizli faaliyetlerini icra ederler.
Sürekli davranışlar, insanın karakterini şekillendirici özelliğe sahiptir. Sihirle, başkalarının psikolojik sağlığını sürekli bozmakla uğraşanların, bir müddet sonra kendi akıl, muhakeme sağlıkları da bozulur. Başkalarına yaptıklarının durumuna kendisi de düşer. Hatta çok ısrarcı olursa, kalbi mühürlenip, iman etme kabiliyetini bile kaybedebilir.
Virüs programı yapmak, yazılımcı olmayı gerektirir. Bu, bilgisayarcılıkta bir ilimdir. Sihir yapmak için de aynı şekilde bilgilenmek gerekir. Virüs programında olduğu gibi, bozmanın kurallarını da öğrenmek gerekir. İşte bu nispette, sihir yapabilmek için de, bu konuda ilim sahibi olmak gerekir. Yani bozmanın ilmini de bilmek gerekir. Hani bir mimar aylarca uğraşarak 7 katlı bir bina yapar, sonra bir bozguncu gelir, temeline bir bomba koyarak bir anda onu yıkar. O konuda da bomba ve nitelikleri, bina için yeterli miktarı gibi bilgilere sahip olmak gereklidir.
Yani, sihirle cinleri emriniz altına almanız için o konuda bilgi sahibi olmalısınız. O bilgilerinizin içinde, bir nefsin normal işleyişini bozacağınızı da bilmek olmalıdır. Yani en az bir kişiye zarar vermeyi göze alacaksınız. Siz de bir kişisiniz. Kendinize bir cin veya insan tarafından sihir yapılarak sağlıklı düşünmenizin engellenmesini ister misiniz?
Cinleri ve insanları emrimiz altına almanın bir de helal; faydalı, ihya edici yolu vardır. Süleyman aleyhisselamın yaptığı gibi.
CİNLER NASIL VARLIKLARDIR?
Melekler nurdan, cinler ateşten ve insanlarsa topraktan yaratılmıştır. Nur ilk ve en basit yapı taşıdır. Fakat ondan melekler gibi mükemmel varlıklar yaratılmıştır. Demek ki nurdan o kadar kompleks yapılar olabiliyor. Yani nur basitliğinden melekler gibi kompleks varlıklar olabiliyor.
Cinler de dumansız ateşten yaratılmışlardır. Dumansız olması ateşin özelliğini belirtmektedir. Yanma oksijenle olmaktadır. Oksijense bir element atomdur. Bildiğimiz bakır, demir gibi elementler de oksijenle yanarak oksitlenebilmektedirler. Bu oksitlenme halleri yanmanın en basitleridir. Yani demirin paslanması gibi haller en basit yanma halleridir. Duman yanmanın ürünüdür. O halde yanmanın olmadığı bir ateşten bahsedilmektedir. En basit yanma atom seviyesinde olduğuna göre, cinlerin yapı taşı olan ateş atom altı bir yapıda demektir. Cinlerde erkeklik dişilik, evlenme, kibir vb sıfatlar vardır. Bunlar da, akıl sahibi olmayı gerektirecek kadar kompleks bir yapıya sahip olmayı gerekli kılar.
Melek ve cinlerin yapı maddelerini tanımlayan bir ayet vardır. Orada mealen şöyle denmektedir: Şemsin ( güneşin) ziyası (ışığı), Kamerin (ayın) nuru.
Güneşin ışığı aydan yansımaktadır. Kur’an-ı Kerim, güneşten aya gelen ışığa ziya demektedir. Aydan yansıyana ise nur demektedir. İkisi de ayni şey değil ki, farklı isimler kullanılmaktadır. Şemsin ziyası Kamerden yansırken değişime uğramaktadır. Bu sebeple de, farklı kelimeyle ifade edilmektedir. Farklı şeylere Kur’an’da farklı isimler verilir. Zaten doğal olan da budur. Böylece Kur’an Evrenin yapısı hakkında bize genel bir bilgi vermektedir. En azından Aya Güneşten gelenle yansıyanın ayni şey olmadığı bilgisini bize vermektedir.
Bu bilgi bile Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunun yeterli delilidir.
Güneşin ışığı aydan yansıyınca başka bir isim aldığına göre, Güneşin ışığı yapı taşlarına dönüşüyor demektir. Yani nur ışığın yapı taşıdır. Buradan bunu anlayabiliriz. Şemsin ziyası ise dumansız ateş diye isimlendirilen cinlerin yapı maddesi olmalıdır. Şemsin ziyası atom altı yapıdadır. Nur ise ziya altı bir yapıdır. Muhtemelen de nurun hızı ışığın hızından çok daha fazladır. Nasıl ışıktan hızlı hiçbir madde yoksa, ışığın yapı taşı olan nur da ışıktan hızlı olmalıdır. Bunlara bağlı olarak da nurdan yaratılan melekler, ışıktan yaratılan cinlerden çok daha hızlı olmalıdır. Cinlerse potansiyel olarak meleklerden daha üstün olabilme kabiliyetlerine sahiptirler. İnsanın fıtraten meleklerden ve cinlerden daha üstün olduğu gibi. Şunu da bilmelidir ki hız yalnızca bir özelliktir. Hızı fazla olan daha üstündür denemez. Üstünlük özelliklerin toplamıyla değerlendirilir. Böyle olunca yukarıdaki değerlendirmede bir sıkıntı yoktur.
İnsanlar topraktan yaratılmıştır. Fakat toprak değildir. Ayni şekilde melekler nur değildir, cinler de ışık değildir. Onlar yalnızca yapı maddeleridir. İnsanın yapı maddesinin toprak olduğu gibi. Buradan, yalnızca ilk insanın toprak olarak yaratıldığı düşünülmemelidir. Bütün insanlar ve şu an da insanlar, topraktan yaratılmaktadır. İnsanın bütün yapı taşları topraktandır. Toprakta olan bütün element ve moleküller her insanda vardır. Fakat toprakla insan arasında müthiş bir mükemmellik farkı vardır. Tamamen topraktan yaratıldığı ve başka bir madde katkısı olmadığı halde ondan çok farklıdır. Ayrıca, onda göremeyeceğimiz özelliklere sahiptir.
Birde, insanla toprak arasında çok farklı yapılanmalar vardır. Mikro canlılar, bitkiler, hayvanlar vs. şeklinde. Bunların en mükemmeli de insandır. Zaten yaratıkların en mükemmeli insandır. O şerefli bir yaratıktır. İnsanla toprak arasında çok farklı varlıklar olduğu gibi, cinlerle dumansız ateş ve nur ile melekler arasında da çok farklı varlıklar olabilir. Öyle de olmalıdır. Yani insanların aleminde çok farklı varlıklar olduğu gibi, cinlerin ve meleklerin aleminde de çok farklı varlıklar olmalıdır.
İnsanlar fıtraten, meleklerden de cinlerden de üstündür. Cinlere iş yaptırabilecek kabiliyettedir. Bu potansiyel herkeste vardır. O potansiyelini kullanan, cini kendisinin emrinde çalıştırabilir. Ama o potansiyelimizin açığa çıkarılması gereklidir. Ancak o potansiyelini kullanabilecek duruma gelen bu işi yapabilir. O kabiliyetimiz ortaya çıkarılmadan bunun olması mümkün değildir. Çünkü yukarıda açıklandığı gibi çok farklı yapılardayız. Zaten Süleyman aleyhisselamın hikayesini (masal değil; yaşanmış) Kur’an’da okuduğumuzdan anladığımıza göre, herkes bunu yapabilecek durumda değildir. Herkes bunu yapabilecek durumda olsa idi, kim Belkıs’ın tahtını getirebilir değil, kim getirir diye sorardı. Herkesin getiremeyip, ancak ehil olanlar getirebileceği için böyle denmiştir. Cinlerden biri, tahtından kalkıp tekrar oturana kadar, insanlardan birisi ise, gözünü açıp kapayana kadar getirebilirim demiş ve tahtı hemen getirmiştir.
Her cin uzak mekandan bir tahtı, oturup kalkma zamanında getirebilme kabiliyetine sahip değildir. Bir cinin bunu yapabildiğini öğrenince sanki bütün cinler yapabiliyormuş gibi düşünülüyor.
Cinler, doğar büyür ve ölürler. Cinsiyetleri vardır. Evlenirler, çocukları olur. Yerler içerler. Kendilerine göre düşünebilecek beyinleri vardır. Müslüman’ı, kafiri, cahili, akıllısı, alimi, zalimi, tembeli, çalışkanı vb vardır. Analarından doğunca hepsi ayni beceride ve hazır bilgilerle donanmış olarak doğmuyorlar. Ayni insanlar gibi, potansiyel kabiliyetlerini, kendilerini yetiştirerek açığa çıkarıyorlar. Birinin bildiğini hepsi bilmiyor. Hepsinin bilgileri becerileri ayrı ayrıdır. Yani insanlarda olduğu gibi. Dolayısıyla bir cinin bildiğini bütün cinler biliyor, şeklinde düşünmemek lazımdır.
Ayrıca cinlerin ve insanların yapı maddeleri çok farklı olduklarından, birbirlerini fark etmeleri, görebilmeleri mümkün değildir. Normali böyledir. Çünkü cinlerin yapı maddeleri atom altı parçacıklardır. İnsanlar ise atom ve moleküllerden yapılanmıştır. Dolayısıyla çok farklı alemlerde yaşamaktadırlar.
Cinlerin ne olduğunu bilmemiz için bunların bilinmesi gerekir. Bunlar da faydasız bilgiler değildir. İman, amelden üstün olduğu gibi, doğru bilgiler, hazine bulmaktan daha değerlidir. Zaten hazine bulmak da ön bilgilere sahip olmayı gerekli kılar. Bunlar da varlığı; evreni anlamaya yönelik bilgilerdir.
Cinleri emrimizde kullanmaktan amacımızın, onlara kölelik yaptırmak olduğunu fark etmeliyiz. En azından bir hazine bulana kadar. Bir defa köle kullanınca, efendilikten vazgeçemeyiz. Rahatlığa alışırız. İnsan fıtratı böyledir. Bir cine bir defa hazine bulduran, daha sonra başka hazineler bulmak için onu köle olarak kullanmaya devam etmeyecek mi? Hatta başka işlerinde de kullanmaya başlamayacak mı?
Cinler köleleştirilebilir. Çünkü insanlar onlardan daha mükemmel olduğu halde köleleştirilebiliyor. Biliyorsunuz kölelik kaldırılmamıştır, şekil değiştirmiştir. Bugün çalışanlar bile işverenin kölesi değil mi? Hatta kölelik hukukuna bile sahip olmadan çalışmıyorlar mı? Birçok işçi kölelik haklarına bile razı değil mi? Razı. Çünkü kölelerin en azından barınma, yeme içme gibi temel ihtiyaçlarını giderememe sıkıntıları yok. Bu haklara sahip olmayan; çalışma şartlarına göre de hiçbir zaman sahip olamayacak, ne kadar kişi var. Hatta onların o yetersiz şartlarında çalışmaya hazır işsizler var. Kölelik sorgulanmadan öyle benimsenmiş ki, bir işçi işverenine anlamak için dahi:
-Sen kiracılarından kira bedellerini oturacakları ayın başında istediğin halde, biz personellerine niye çalıştığımız ayın sonunda maaş veriyorsun?
Diye soramaz. Hatta böyle bir şey ne personelin, ne de işverenin aklına bile gelmez. Çünkü, işveren için personel de, kiracısı da onun kölesidir, şartları efendi belirler, kölelerin şart belirlemeye hakları yoktur.
Kölelik insan için de, cin için de aynıdır. İkisi de nefis taşırlar. Ayrıca cinler ateşten yaratıldıkları için genel olarak kibirli varlıklardır. Cinlerden olan şeytan, kibrinden dolayı hala tövbe etmemiştir. Kendini beğenenleri köleleştirmekse zordur. Nitekim insanların da hepsi personel statüsünde değildir. Bunun gibi, cinlerin de önemli bir kısmı emir altına girmekten hoşlanmazlar. Yani her cin emir altına alınamayabilir. Sonra niye senin emrine girsin ki? Bunu gerekli kılacak bir sebep olmalıdır.
Şu da bilinmelidir: Maaşla bir kişinin yanında çalışılmamalı demiyorum. Çalışma şartları en azından kölelik hukukunun şartlarını sağlamalıdır. İnsan, yediğinden yediriyor, giydiğinden de giydiriyor olabilmesi için, personeli de bireysel ihtiyaçları için aynı satın alma şartlarına sahip olmalıdır. Yani 25/05/10 tarihi itibariyle bir işveren aile ihtiyaçları için 3.000-tl civarında harcama yapmaktadır. Bu durumda, yanında çalışanların da eline geçen net maaş bu civarda veya işverenin aylık aile giderleri kadar olmalıdır. Ayrıca, kiraların peşin alındığı gibi maaş da alın teri kurumadan alınmış olması için, çalışılacak ayın maaşı peşin verilmelidir.
Bu çalışmamla cinler nasıl emrimizde çalıştırılabilir konusuna da açıklık getireceğim. Azmeden herkes bunu yapabilir.
Cinler ve insanlar, iki şekilde emir altına alınabilir. Bunlardan birisi sihirdir.
Sihir
Haktan uzaklaşmak. Bâtıl şeyi hak diye göstermek. Şeklinde tanımlanan sihr, orijinal Kur’an kelimesidir. Yani Kur’an’da geçen bir konudur. Bu sebeple bunun olduğuna, olabileceğine inanmak gerekir. Yapılmasının yasak olması, ona inanmamayı gerektirmez. Öyle bir şey olmasa bunu yapmayın denmez. Ancak yapılabilecek şeyler yasaklanır. O halde bu da yapılabilir demektir.
Müminle kafir arasındaki en bariz fark, birisi ihya edici, diğeri ise yıkıcıdır. Ne yaparsak, yaptığımız şey, ya ihya edicidir veya yıkıcıdır. Her yaptığımız şey böyledir. O halde her yaptığımızın bu niteliğine dikkat edip, o işin ihya edicisi olmalıyız.
Buhari’nin hadis kitabında peygamber efendimiz:
-Helake sürükleyen yedi şeyden biri sihirdir.
Demektedir. Helak oluşsa yıkılıştır, bozuluştur, haktan uzaklaşmaktır. Sihir de bozmadır, zarar vermedir, düzensizliğe sebep olmadır. Günümüzde sihirin anlaşılır tam karşılığı bilgisayarlardaki virüs programlarıdır. Bunlara sihir programları deseniz de yanlış olmaz. Virüs programlarının özellikleri neyse, sihrin de özellikleri aynıdır. Anti virüs programları da sihir bozmaktır. Ayni işlevi görmektedir.
Virüs programı ile ofis programları asıl işlevini yapamaz hale gelirler. Anti virüs programı ile de ona engel olursunuz. Ekseriya virüs programlarının yapıcılarıyla, anti virüs programlarının satıcıları aynidir. Çünkü onları satabilmek için, virüs programlarının varlığı gereklidir. Bu sebeple de ikisi de tavsiye edilmez. Virüs programı niteliğindeki sihirle de, insanın veya cinin vücut yapısını bozarsınız. Öyle ki sağlıklı düşünemez hale gelirler. Yani bir nevi onları aptallaştırırsınız. Aklı gideren her şey haramdır. Bu sebeple sihir de haramdır.
Virüs programı yapanlar kendilerini nasıl gizleme ihtiyacı hissediyorlarsa, sihir yapanlar da sihircilikleriyle ulu orta övünemezler. Kendilerini gizlerler. Gizli gizli faaliyetlerini icra ederler.
Sürekli davranışlar, insanın karakterini şekillendirici özelliğe sahiptir. Sihirle, başkalarının psikolojik sağlığını sürekli bozmakla uğraşanların, bir müddet sonra kendi akıl, muhakeme sağlıkları da bozulur. Başkalarına yaptıklarının durumuna kendisi de düşer. Hatta çok ısrarcı olursa, kalbi mühürlenip, iman etme kabiliyetini bile kaybedebilir.
Virüs programı yapmak, yazılımcı olmayı gerektirir. Bu, bilgisayarcılıkta bir ilimdir. Sihir yapmak için de aynı şekilde bilgilenmek gerekir. Virüs programında olduğu gibi, bozmanın kurallarını da öğrenmek gerekir. İşte bu nispette, sihir yapabilmek için de, bu konuda ilim sahibi olmak gerekir. Yani bozmanın ilmini de bilmek gerekir. Hani bir mimar aylarca uğraşarak 7 katlı bir bina yapar, sonra bir bozguncu gelir, temeline bir bomba koyarak bir anda onu yıkar. O konuda da bomba ve nitelikleri, bina için yeterli miktarı gibi bilgilere sahip olmak gereklidir.
Yani, sihirle cinleri emriniz altına almanız için o konuda bilgi sahibi olmalısınız. O bilgilerinizin içinde, bir nefsin normal işleyişini bozacağınızı da bilmek olmalıdır. Yani en az bir kişiye zarar vermeyi göze alacaksınız. Siz de bir kişisiniz. Kendinize bir cin veya insan tarafından sihir yapılarak sağlıklı düşünmenizin engellenmesini ister misiniz?
Cinleri ve insanları emrimiz altına almanın bir de helal; faydalı, ihya edici yolu vardır. Süleyman aleyhisselamın yaptığı gibi.
**
**
