- Katılım
- 7 Mart 2011
- Mesajlar
- 125
- Tepkime puanı
- 8
Hastalıklar kimine rahmet kimine zahmettir, Hastalık ve Musibetlerin Hikmetleri, Allah kullarına zulmetmez, hastalıklar ve musibetler, sıkıntılar ve acı çekmek
Hastalık ve musibet insanı Allah’a yaklaştırır. Ölüm gerçeğini, dünyanın geçici olduğunu hatırlatıp asıl vatanını düşünmeye sevk eder. Gönlünü Rabbine bağlar. Yaptığı işte daha samimi daha içten olmasını sağlar. Büyük bir ibadet olan dua kapısını açar. “Biz insana nimet verdiğimizde o yüz çevirir, başını alır uzaklaşır. Fakat kendisine sıkıntı dokununca bir de bakarsın uzun uzun yalvarır durur.”( Fussilet Sûresi, 41:51) ayeti bu gerçeğe işaret eder.
“Yüksek dağların başı dumanlı olur.” ve “Allah, dağına göre kar verir” atasözlerimiz büyük bir gerçeğe işaret ederler. Sıkıntı, musibet ve hastalık Allah nezdinde büyüklük ve iyi kul olmanın işareti olabilir. “Allah birinin hayrını dilediğinde ona musibet verir” hadisi de aynı gerçeği dile getirir.
Hastalık ve musibetler bizim için birer sabır sınavıdır. Kişinin değer ve iyiliği böylesi durumlarda göstereceği sabır ölçüsündedir. Sabırdan yoksun olan, her türlü iyilikten yoksundur. Sabır, bir çok şeyin göstergesidir. Altın ile bakır, elmas ile cam, sıkıntı ateşiyle sınama sonucu belli olur. Peygamberimiz (a.s.m.), “Şüphesiz, büyük mükafat büyük belalardadır. Allah bir topluluğu severse onları sıkıntılarla imtihan eder. Rıza gösteren rıza bulur. Hoşnutsuzluk gösteren de hoşnutsuzluk bulur.” buyurmuşlardır. Bu gibi durumlarda sabır ve sebat gösteren, “sabırlılar defteri”ne kaydedilir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Mü’minin durumu hayret vericidir. Her hali hayırdır. Bu ondan başkası için söz konusu değildir. Kendisine bir nimet gelse şükreder, mükâfat alır. Bir hastalık gelse sabreder, yine mükafat alır. Kısacası, Allah’ın mü’min için her hükmü hayırdır.”
Ömür boyu, sıkıntı, hastalık ve musibet görmeyen, burnu bile kanamayan bir insan çoğu zaman olgunlaşmamış, tecrübesiz ve ham insandır. Bu hamlığı onun hem dini hem de dünyevi davranışlarına yansır. Peygamberimiz fiziki güç ve kuvvetiyle kendini beğenmiş böyle birisi için, “Cehennem ehlinden birini görmek isteyen buna baksın” buyurmuştur.
İnsan genişlikte Allah’ı hatırlamalı ki, Allah da darlık ve sıkıntıda onu gözetsin. Hastalık ve musibet, günahları silip temizleme fonksiyonuna sahiptir. Bununla birlikte hastalık ve musibet nedeniyle yapamadığımız ibadetlerimiz, yapılıyormuş gibi yazılmaya devam eder. Bir insan, daha önce devam ettiği bir ibadet ve hayırlı işi hastalık ve musibet yüzünden sürdüremiyorsa bile, sevap ve mükafatı aynen yazılmaya devam eder.
Hatta bunama, aklını yitirme gibi yıllarca, hatta ömür boyu süren engeller de böyledir. Bir hadis-i şerif, bu gerçeği belirtmiş ve böyle bir durumda Allah’ın, yazıcı meleklere, Kendisinin engellediği bu süre içinde daha önce gece veya gündüz yaptığı bütün iyilikleri yazmalarını emrettiğini bildirmiştir.
Hastalık ve musibetlerin bir hikmeti de, birer İlahi ikaz olması, insanı korkuyla uyandırması ve Allah’ın yoluna yöneltmesidir. Mü’min, hastalığın hikmetini bildiği için ondan gerekli dersi çıkarır. İnançsız kimse ise, niçin hastalandığını ve nasıl iyileştiğini ibretle düşünmez.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadis-i şerifte, böylelerini sahibi tarafından niçin bağlandığını ve bağının niçin çözüldüğünü bilmeyen deveye benzetmiştir. Şu halde hastalık bizim için emin bir nasihatçi, merhametli bir mürşittir. Bu açıdan ona minnettar olmalıyız. Ancak çekilmesi zor bir hal aldığında sabır için Allah’a dua etmeliyiz.
Hastalık ve musibetler insanda sağlık ve afiyete yönelik bir özlem ve buna kavuşunca da ciddi bir sevinç ve şükür duygusunu uyandırırlar. Lezzetin gitmesi elem olduğu gibi, elemin gitmesi de lezzettir. Kısa süreli bir musibet ve hastalık, her hatırlandığında “Oh!” dedirtip geçmiş lezzetini tazeler. Öte yandan, sıkıntılar feraha yönelik bir gerilim meydana getirir, olumlu yönde doğru daha ciddi ilerlemeyi sağlar.
Hasta ve musibete uğrayan kişi, sağlığına kavuştuktan sonra sağlığının kıymetini böyle bir tecrübeyi yaşamayandan daha iyi bilir. Hastalık, yoksulluk ve korku sıkıntısından kurtulup sağlık, varlık ve güven nimetini yakalayan kimse, söz konusu nimetler içinde gözünü açıp sıkıntıları tatmamış birine oranla daha çok sevinç hisseder, haline şükreder ve Rabbine muhabbet duyar.
Bazen gönülden arzuladığımız ve dua edip Allah’tan istediğimiz manevî bir derece ve cennette bir mertebe olur. Fakat bu öylesine yüksektir ki ibadet ve iyiliklerimizle ona ulaşmamız mümkün olmaz. Allah da kulunu bir musibet ve sıkıntı ile imtihan eder ve sabırla ona ulaşmasını mümkün kılar.
Her şey zıddı ile bilinir. Gece olmazsa gündüz, soğuk olmazsa sıcak, kötü olmazsa iyi, açlık olmazsa tokluk, susuzluk olmazsa suyun değeri bilinmez. Hastalık da olmazsa sağlığın ne büyük nimet olduğu anlaşılmaz. “Sağlık sağlam insanların başında öyle bir taçtır ki, onu sadece bundan mahrum olanlar görür” sözü ünlüdür.
Ayrıca hastalık ve musibetler de derece derecedir. Herkes kendinden daha kötü durumda olanı görünce haline şükreder. Bize düşen, bilgimizin sınırlı olduğunu bilip hakkımızda hayırlısının ne olduğunu bilemediğimizin bilincinde olmak; sağlık ve huzurumuz için elimizden gelen gayreti gösterdikten sonra ha*limize şükretmek ve her şeyin hayırlısını Rahmeti sonsuz Rabbimizden dilemektir.
Her hastalık ve musibet bizim için acı bir ilaç gibidir. Bilelim veya bilmeyelim, dünyamıza ya da ahiretimize yönelik mutlaka bir veya birkaç hikmeti vardır.
Yüce Allah, “Ne bilirsiniz belki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayır; hoşunuza giden bir şey de sizin için serdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”( 5 Bakara Sûresi, 2:216) buyurarak bu gerçeğe işaret eder.
Bize düşen, kendimiz için en iyi bildiğimiz yolda var gücümüzle çaba göstermekle beraber, tersiyle karşılaştığımızda “bir hikmeti vardır” diyerek Allah’a teslim olmak ve fırtına geçinceye kadar sabretmektir.
Hastalığın bir de hastaya bakanlara yönelik hikmetleri var. Anne ve babalar hiçbir karşılık beklemeden büyük bir fedakarlık ve özenle baktıkları hasta yavrularından dolayı çok büyük sevap alırlar. Hasta anne, baba ve akrabalara bakmak da aynı şekilde çok sevaplıdır. Bunun yanında onların dualarını alma, kırık gönüllerine merhem olma, onlara hizmet etme fırsatı verir.
Bu da kişiye hem dünyada hem de ahirette saadet kazandırır. Bu şekilde başta anne baba olmak üzere, büyüklerine hizmet eden bir evlat, yaşlılığında evlat ve yakınlarından hizmet ve şefkat görür. Yaşlı, hasta ve kimsesizlere hizmet etmek sadece yakınlarla sınırlı tutulmamalı, din kardeşliği yönüyle bütün bu durumdaki insanlara fedakarca, şefkat ve merhametle hizmet etmek Müslümanlığın gereğidir.
Hastalık ve musibetlerin bu ve benzeri hikmetlerine bakarak, dünyada sağlık ve afiyet yerine hastalık ve musibet istemek gerektiğini düşünenler olabilir. Böyle bir düşünce doğru değildir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.m.) dine davet için gittiği, kovulup taşlanarak kanlar içinde bırakıldığı Taif yolculuğunda “Sen bana kırgın olmadıktan sonra hiçbir şeyin önemi yok. Ancak afiyetin benim için daha ferahlatıcıdır.” diye dua etmiştir.
Hastalık ve musibet insanı Allah’a yaklaştırır. Ölüm gerçeğini, dünyanın geçici olduğunu hatırlatıp asıl vatanını düşünmeye sevk eder. Gönlünü Rabbine bağlar. Yaptığı işte daha samimi daha içten olmasını sağlar. Büyük bir ibadet olan dua kapısını açar. “Biz insana nimet verdiğimizde o yüz çevirir, başını alır uzaklaşır. Fakat kendisine sıkıntı dokununca bir de bakarsın uzun uzun yalvarır durur.”( Fussilet Sûresi, 41:51) ayeti bu gerçeğe işaret eder.
“Yüksek dağların başı dumanlı olur.” ve “Allah, dağına göre kar verir” atasözlerimiz büyük bir gerçeğe işaret ederler. Sıkıntı, musibet ve hastalık Allah nezdinde büyüklük ve iyi kul olmanın işareti olabilir. “Allah birinin hayrını dilediğinde ona musibet verir” hadisi de aynı gerçeği dile getirir.
Hastalık ve musibetler bizim için birer sabır sınavıdır. Kişinin değer ve iyiliği böylesi durumlarda göstereceği sabır ölçüsündedir. Sabırdan yoksun olan, her türlü iyilikten yoksundur. Sabır, bir çok şeyin göstergesidir. Altın ile bakır, elmas ile cam, sıkıntı ateşiyle sınama sonucu belli olur. Peygamberimiz (a.s.m.), “Şüphesiz, büyük mükafat büyük belalardadır. Allah bir topluluğu severse onları sıkıntılarla imtihan eder. Rıza gösteren rıza bulur. Hoşnutsuzluk gösteren de hoşnutsuzluk bulur.” buyurmuşlardır. Bu gibi durumlarda sabır ve sebat gösteren, “sabırlılar defteri”ne kaydedilir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Mü’minin durumu hayret vericidir. Her hali hayırdır. Bu ondan başkası için söz konusu değildir. Kendisine bir nimet gelse şükreder, mükâfat alır. Bir hastalık gelse sabreder, yine mükafat alır. Kısacası, Allah’ın mü’min için her hükmü hayırdır.”
Ömür boyu, sıkıntı, hastalık ve musibet görmeyen, burnu bile kanamayan bir insan çoğu zaman olgunlaşmamış, tecrübesiz ve ham insandır. Bu hamlığı onun hem dini hem de dünyevi davranışlarına yansır. Peygamberimiz fiziki güç ve kuvvetiyle kendini beğenmiş böyle birisi için, “Cehennem ehlinden birini görmek isteyen buna baksın” buyurmuştur.
İnsan genişlikte Allah’ı hatırlamalı ki, Allah da darlık ve sıkıntıda onu gözetsin. Hastalık ve musibet, günahları silip temizleme fonksiyonuna sahiptir. Bununla birlikte hastalık ve musibet nedeniyle yapamadığımız ibadetlerimiz, yapılıyormuş gibi yazılmaya devam eder. Bir insan, daha önce devam ettiği bir ibadet ve hayırlı işi hastalık ve musibet yüzünden sürdüremiyorsa bile, sevap ve mükafatı aynen yazılmaya devam eder.
Hatta bunama, aklını yitirme gibi yıllarca, hatta ömür boyu süren engeller de böyledir. Bir hadis-i şerif, bu gerçeği belirtmiş ve böyle bir durumda Allah’ın, yazıcı meleklere, Kendisinin engellediği bu süre içinde daha önce gece veya gündüz yaptığı bütün iyilikleri yazmalarını emrettiğini bildirmiştir.
Hastalık ve musibetlerin bir hikmeti de, birer İlahi ikaz olması, insanı korkuyla uyandırması ve Allah’ın yoluna yöneltmesidir. Mü’min, hastalığın hikmetini bildiği için ondan gerekli dersi çıkarır. İnançsız kimse ise, niçin hastalandığını ve nasıl iyileştiğini ibretle düşünmez.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadis-i şerifte, böylelerini sahibi tarafından niçin bağlandığını ve bağının niçin çözüldüğünü bilmeyen deveye benzetmiştir. Şu halde hastalık bizim için emin bir nasihatçi, merhametli bir mürşittir. Bu açıdan ona minnettar olmalıyız. Ancak çekilmesi zor bir hal aldığında sabır için Allah’a dua etmeliyiz.
Hastalık ve musibetler insanda sağlık ve afiyete yönelik bir özlem ve buna kavuşunca da ciddi bir sevinç ve şükür duygusunu uyandırırlar. Lezzetin gitmesi elem olduğu gibi, elemin gitmesi de lezzettir. Kısa süreli bir musibet ve hastalık, her hatırlandığında “Oh!” dedirtip geçmiş lezzetini tazeler. Öte yandan, sıkıntılar feraha yönelik bir gerilim meydana getirir, olumlu yönde doğru daha ciddi ilerlemeyi sağlar.
Hasta ve musibete uğrayan kişi, sağlığına kavuştuktan sonra sağlığının kıymetini böyle bir tecrübeyi yaşamayandan daha iyi bilir. Hastalık, yoksulluk ve korku sıkıntısından kurtulup sağlık, varlık ve güven nimetini yakalayan kimse, söz konusu nimetler içinde gözünü açıp sıkıntıları tatmamış birine oranla daha çok sevinç hisseder, haline şükreder ve Rabbine muhabbet duyar.
Bazen gönülden arzuladığımız ve dua edip Allah’tan istediğimiz manevî bir derece ve cennette bir mertebe olur. Fakat bu öylesine yüksektir ki ibadet ve iyiliklerimizle ona ulaşmamız mümkün olmaz. Allah da kulunu bir musibet ve sıkıntı ile imtihan eder ve sabırla ona ulaşmasını mümkün kılar.
Her şey zıddı ile bilinir. Gece olmazsa gündüz, soğuk olmazsa sıcak, kötü olmazsa iyi, açlık olmazsa tokluk, susuzluk olmazsa suyun değeri bilinmez. Hastalık da olmazsa sağlığın ne büyük nimet olduğu anlaşılmaz. “Sağlık sağlam insanların başında öyle bir taçtır ki, onu sadece bundan mahrum olanlar görür” sözü ünlüdür.
Ayrıca hastalık ve musibetler de derece derecedir. Herkes kendinden daha kötü durumda olanı görünce haline şükreder. Bize düşen, bilgimizin sınırlı olduğunu bilip hakkımızda hayırlısının ne olduğunu bilemediğimizin bilincinde olmak; sağlık ve huzurumuz için elimizden gelen gayreti gösterdikten sonra ha*limize şükretmek ve her şeyin hayırlısını Rahmeti sonsuz Rabbimizden dilemektir.
Her hastalık ve musibet bizim için acı bir ilaç gibidir. Bilelim veya bilmeyelim, dünyamıza ya da ahiretimize yönelik mutlaka bir veya birkaç hikmeti vardır.
Yüce Allah, “Ne bilirsiniz belki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayır; hoşunuza giden bir şey de sizin için serdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”( 5 Bakara Sûresi, 2:216) buyurarak bu gerçeğe işaret eder.
Bize düşen, kendimiz için en iyi bildiğimiz yolda var gücümüzle çaba göstermekle beraber, tersiyle karşılaştığımızda “bir hikmeti vardır” diyerek Allah’a teslim olmak ve fırtına geçinceye kadar sabretmektir.
Hastalığın bir de hastaya bakanlara yönelik hikmetleri var. Anne ve babalar hiçbir karşılık beklemeden büyük bir fedakarlık ve özenle baktıkları hasta yavrularından dolayı çok büyük sevap alırlar. Hasta anne, baba ve akrabalara bakmak da aynı şekilde çok sevaplıdır. Bunun yanında onların dualarını alma, kırık gönüllerine merhem olma, onlara hizmet etme fırsatı verir.
Bu da kişiye hem dünyada hem de ahirette saadet kazandırır. Bu şekilde başta anne baba olmak üzere, büyüklerine hizmet eden bir evlat, yaşlılığında evlat ve yakınlarından hizmet ve şefkat görür. Yaşlı, hasta ve kimsesizlere hizmet etmek sadece yakınlarla sınırlı tutulmamalı, din kardeşliği yönüyle bütün bu durumdaki insanlara fedakarca, şefkat ve merhametle hizmet etmek Müslümanlığın gereğidir.
Hastalık ve musibetlerin bu ve benzeri hikmetlerine bakarak, dünyada sağlık ve afiyet yerine hastalık ve musibet istemek gerektiğini düşünenler olabilir. Böyle bir düşünce doğru değildir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.m.) dine davet için gittiği, kovulup taşlanarak kanlar içinde bırakıldığı Taif yolculuğunda “Sen bana kırgın olmadıktan sonra hiçbir şeyin önemi yok. Ancak afiyetin benim için daha ferahlatıcıdır.” diye dua etmiştir.