Işaretül icaz bölümleri (iman-i bilahiret)

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
Kur'an-ı Kerim, bu âyet gibi çok âyetlerde terkiblerin, kelâmların muhtemel bulundukları ihtimallerden, vecihlerden bir ihtimalini veya bir vechini bir emare ile tayin etmemekle, nazm-ı kelâmı mürsel ve mutlak bırakmıştır. Bu da i'cazı intac eden îcaza menşe' olarak lâtif bir sırdır. Şöyle ki:
Belâgat, mukteza-yı hale mutabakattan ibarettir. Kur'anın muhatabları, muhtelif asırlarda mütefavit tabakalardır. Bu tabakalara mürâaten, muhavere ve mükâlemeyi o asırlara teşmil etmek üzere, çok yerlerde tamim için hazf yapıyor, çok yerlerde nazm-ı kelâmı mutlak bırakıyor ki; ehl-i belâgat ve ulûm-u Arabiyece güzel görünen vecihler, ihtimaller çoğalsın ki, her asırda her tabaka, fehimlerine göre hissesini alsın.

Bu âyeti mâkabliyle nazm ve rabteden münasebet: Kur'an-ı Kerim, evvelki âyetle tamim yaptıktan sonra, bu âyetle tahsis yapmıştır. Evet bu âyet, ehl-i kitabdan îman edenleri tahsisle şereflerini ilân ve îmana gelmeyenleri îmana teşvik ediyor. Abdullah İbn-i Selâm ele alınarak diğerlerinin Abdullah İbn-i Selâm gibi olmaları için yapılan teşvik gibi.

Ve keza Kur'an-ı Kerim'in bütün ümmetlere ve risalet-i Muhammediye'nin bütün milletlere şâmil olduklarını tasrih etmek üzere, her iki اَلَّذِينَ ile مُتَّقِينَ nin her iki kısmına tansis edilmiştir.
Ve keza يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ sadefinde bulunan îmanın rükünlerini beyan etmek için, icmalden sonra tafsile geçmiştir. Çünkü bu âyet; kitablara, kıyamete sarahaten; rusül ve melâikeye zımnen delâlet eder.

Kur'an-ı Azîmüşşan burada وَالْمُؤْمِنُونَ بِالْقُرْآنِ gibi îcazlı ifadeleri terkedip, وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْكَ ile itnabı ihtiyar etmiştir. Şu itnab, bu makamı yüksek nükte ve letâifle tezyin etmek için ihtiyar edilmiştir.

1- Esma-i mevsule ve mübhemeden bulunan اَلَّذِينَ, burada hükmün medarı ve maksadın esası îman sıfatı olduğuna ve mevsufu ile sair sıfatları îman sıfatına tâbi ve altında görünmez bir durumda olduklarına işarettir.

2- Yalnız zamanların birinde sübutu ifade eden مُؤْمِنُونَ kelimesine bedel fiil sîgasıyla يُؤْمِنُونَ tabiri, nüzul ve zuhur tekerrür ettikçe îmanın teceddüd ettiğine işarettir.

3- İbhamı ifade eden مَا , îman-ı icmalînin kâfi geldiğine ve îmanın, Hadîs gibi bâtınî ve Kur'an gibi zâhirî vahiylere şamil olduğuna işarettir.

4- اُنْزِلَ maddesi itibariyle; Kur'ana îman, Kur'anın Allah'tan nüzulüne îman demek olduğunu gösteriyor. Kezalik Allah'a îman; Allah'ın vücuduna îman, âhirete îman, âhiretin gelmesine îman demektir.

5- اُنْزِلَ , mâziye delâlet eden heyet itibariyle, henüz nâzil olmayanın nüzulü, nâzil olanın nüzulü kadar muhakkak olduğuna işarettir. Maahaza يُؤْمِنُونَ deki istikbal, اُنْزِلَ nin mâziliğinden neş'et eden noksanı telafi eder. Yani henüz nâzil olmayan kısım اُنْزِلَ nin şumulü dâhilinde değilse de, يُؤْمِنُونَ nin şümulü altındadır. Bu tenzil mes'elesi, Kur'anın çok yerlerinde vuku bulmuştur. Bazan mâzi, istikbale misafir gider. Bazan da muzari, mazinin memleketine gelir. Bunda, çok latif bir belâgat vardır. Şöyle ki:
Bir adam, kendisine göre henüz geçmemiş bir şeyi mâziye delâlet eden bir sîga ile işittiği zaman, zihni heyecana gelir, ayılır; anlar ki, muhatab yalnız o değildir. Belki arkasında muhtelif mesafelerde pek çok ayrı ayrı taifeler, saflar bulunmakla, kendisine tevcih edilen hitapları, nidaları, İlahî hitabeleri, arkasında bulunan bütün o taifeler işitir gibi zihnine gelir.

عَلَيْكَ ye bedel اِلَيْكَ nin zikri: Resul-i Ekrem (A.S.M.) in teklif edilen risalet vazifesini cüz'-i ihtiyarîsiyle haml ve kabul etmiş olduğuna ve bu hizmet Cibril tarafından görüldüğünden, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) daha yüksek olduğuna işarettir. Çünki عَلَى da ihtiyar olmadığı gibi, vasıta-i nüzulün daha yüksek olduğuna delâlet eder. اِلَيْكَ deki zamirin ism-i zâhire tercih sebebi, Kur'an ve Kur'ana ait hususat hususunda Hazret-i Muhammed (A.S.M.) yalnız muhatab olup; kelâm, Allah'ın kelâmı olduğuna işarettir.

Bu kelâmın îcaz derecesi, şu zikredilen letaiften anlaşıldı.
وَمَا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ : Bu gibi sıfatlarda bir teşvik vardır. Ve o teşvikten sami'leri imtisale sevk eden emirler ve nehiyler doğuyor. Bu cümlenin mâkabliyle nazmına dair "dört letaif" vardır.

1- Bu cümlenin mâkabline atfı, medlûlün delile olan bir atfıdır. Şöyle ki:
Ey insanlar! Kur'ana iman ettiğiniz gibi, kütüb-ü sâbıkaya da iman ediniz. Çünkü Kur'an, onların sıdkına delil ve şâhiddir.

2- Yahut o atf, delilin medlûle olan atfıdır. Şöyle ki:
Ey ehl-i kitab! Geçmiş olan enbiya ve kitablara îman ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed (A.S.M.) ile Kur'ana da îman ediniz! Zira onlar, Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve kitablarının sıdkına olan deliller, hakikatiyla, ruhiyle Kur'anda ve Hazret-i Muhammed'de (A.S.M.) bulunmuştur. Öyle ise, Kur'an Allah'ın kelâmı ve Hazret-i Muhammed (A.S.M.) de resulü olduğunu tarîk-i ûlâ ile kabul ediniz ve etmelisiniz.

3- Zaman-ı Saadet'te, Kur'andan neş'et eden İslâmiyet sanki bir şeceredir. Kökü zaman-ı saadette sabit olmakla, damarları o zamanın âb-ı hayat menba'larından kuvvet ve hayat alarak, her tarafa intişar ettikleri gibi, dal ve budakları da istikbal semasına kadar uzanarak âlem-i beşere maddî ve manevî semereleri yetiştiriyor. Evet İslâmiyet mazi ile istikbali kanatları altına almış, gölgelendirerek istirahat-ı umumiyeyi temin ediyor.

4- Kur'an-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühûlet gösteriyor. Şöyle ki:
Ey ehl-i kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'an, bütün kütüb-ü sâlifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem' etmiş olduğundan, usûlde muaddil ve mükemmildir. Yani ta'dil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın tegayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur. Evet mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer'iyede tebeddül vardır. Çünkü, fer'î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir şahsa deva iken, şahs-ı âhere dâ' olur. Bu sırdandır ki, Kur'an fer'î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir.

مِنْ قَبْلِكَ : Kur'anda hiçbir kelime bulunmuyor ki, mevkiiyle münasebettar olmasın. Veyahut mevkiinin başka bir kelimeye münasebeti daha çok olsun. Evet Kur'anın herhangi bir yerinde bulunan bir kelime, o mevkiin başında bir tâc-ı zerrın gibi görünür. Ve aralarındaki münasebetlerden dolayı, aralarında geçimsizlik yeri yoktur. Ezcümle: مِنْ قَبْلِكَ kelimesine bak! Bu âyetin her tarafından uçup bu kelimenin başına konan letâifi gör. Zira bu âyet, nübüvvet hakkındadır. Nübüvvet mes'elesinde "Beş Maksad" vardır. Bu maksadlar, beş nükte ve letaiften in'ikas etmiştir. Bu beş letaif, مِنْ قَبْلِكَ nin sadefindedir. Maksadlar ise:
1- Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, resuldür.
2- Ekmel-ür Rusüldür.
3- Hâtem-ül Enbiyadır.
4- Risaleti, âmmedir.
5- Şeriatı, sair şeriatların mehasinini cem' ile onların nâsihidir.

Birinci maksadın مِنْ قَبْلِكَ den vech-i in'ikası: Meslekleri ve yolları bir olan bir cemaat, مِنْ قَبْلِكَ kelimesinden imaen fehmolunur. Binaenaleyh Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) مِنْ قَبْلِكَ deki zamire merci olması, o cemaatten ma'dud olmasını iktiza eder. Ve onların meslekleri olan nübüvvetlerine ve kitaplarının sıdkına olan bütün deliller, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın risaletine ve Kur'anın Allah'tan nâzil olduğuna bir hüccet-i katıa olduğu gibi, onların mu'cizeleri de Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) davasına bir mu'cize hükmüne geçer.

İkinci maksadın vech-i in'ikası: Üç kaideden tezahür eder.
1- Sultanlar daima halkın, cemaatin, ordunun sonunda çıkarlar.
2- Nev-i beşerde tekemmül vardır. Bu tekemmül kanunu, ikinci mürebbinin ve ikinci mükemmilin evvelki mürebbilerden daha ekmel olmasını iktiza eder.
3- Alelekser, halefin mehareti, selefinden daha ziyadedir.
İşte bu üç kaideden, Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) ekmel-i enbiya olduğu tezahür eder.
Üçüncü maksadın vech-i in'ikası: Meşhur bir kaidedir ki; bir vâhid çoğalsa teselsül eder, gittikçe gider, bir yerde durmaz. Fakat çoklar ve kesîr olanlar ittihad etse, kuvvetlenir, istikrar peyda eder, yerinde kalır, daha değişmez. Demek Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, hâtem-ül enbiyadır. Mefhum-u muhalifiyle işmam eder ki, ondan sonra peygamber gelmez. Hâtemiyetine hâtem ve imza basar.

Dördüncü maksadın vech-i in'ikası: مِنْ قَبْلِكَ kelimesinin ifade ettiği gibi, Hazret-i Muhammed (A.S.M.), onların halefidir. Ve onlar, tamamen o hazretin selefleridir. Binaenaleyh halefin selefe ait vazifeyi tamamıyla üzerine alarak onların yerine kaim olması, o hazretin bütün seleflerine nâib ve bütün ümmetlerine resul olduğunu iktiza eder. Evet bu kaide, hükmüne uygun fıtrî bir kaidedir. Zira zaman-ı saadetten evvel insan âleminin ihtiva ettiği ümmetler, milletler arasında maddeten ve manen, istidaden ve terbiyeten pek muhtelif ve geniş mesafeler vardı. Bunun içindi ki, terbiye-i vâhide ve davet-i münferide kâfi gelmiyordu. Vakta ki, âlem-i insaniyet zaman-ı saadetin şems-i saadetiyle uyandı ve müdavele-i efkâr ile, an'anelerinin terkiyle, tebdiliyle ve kavimlerin birbirine ihtilatlarıyla ittihada meyil gösterdi ve aralarında münakale ve muhabere başladı; hatta küre-i Arz bir memleket, belki bir vilayet, belki bir köy gibi oldu; bir davet ve bir nübüvvet umum insanlara kâfi görüldü.

Beşinci maksadın vech-i in'ikası: مِنْ قَبْلِكَ deki مِنْ , ibtida manasını ifade eder. İbtida ise, bir intihaya bakar. İntiha, adem-i ihtiyaca delâlet eder. Öyle ise o hazret, Hâtem-ül Enbiya'dır ve âlem-i insaniyetin başka bir resule ihtiyacı yoktur.

مِنْ قَبْلِكَ kelimesinin bu beş letaife ma'kes ve mazhar olmasına nazar-ı belâgatça delâlet eden emare şudur ki: Bu beş maksad, bir nehir gibi şu âyetlerin altında cereyan etmekle, âyetten âyete intikal neticesinde, مِنْ قَبْلِكَ havuzunda içtima etmiştir. Evet kelimenin sathında görünen bir tereşşuh, bir yaşlık, kelimenin altında havuzun bulunduğuna delâlet ve îma eder. Maahâza bu maksadların beyanına ayrı ayrı âyetler tahsis edilmiştir.
 
Üst Alt