İslam Dini 'nde bilmemiz gerekenler..!

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
76
Tepkime puanı
3
Hz. Allah, fiili ve subuti sıfatları ile bilinir.

-Vücudu ile mevcut, (vücut, düşündüğümüz anlamda değil, ilim ve iradesi olarak her zerredeki, sıfatlarının bi'zatihi değil, izafi, mecazi manadaki tecellisidir)

-Sıfatı ile muhit, (her bir zerreyi, her bir yönü kapsamış, kaplamış olan)

-Esması ile zahir, (yaratan, yaşatan, rızık veren, öldürecek ve tekrar diriltecek olan)

-Ef'ali ile malum olan, (yaşadığımız alemdeki fiilleri, yapılan işleri, eylemleri tertip ve tanzim eden)

Hz. Allah, zaman ve mekandan münezzehtir. Arazı ve cevheri olmadan meydana getiren, Hz. Allah 'tır. Yani, suyu ve toprağı yoktan var eden, ol deyip olduran O 'dur. Kullarına bahşetmiş olduğu subuti sıfatları ile insana, toprak ile suyu karıştırıp, kerpiç yapma içgüdüsünü vermiştir.

Bakara suresi 31. ayette Hz. Allah ;

“Biz Adem’e eşyanın ismini öğrettik, ona hikmet verdik. Melâikeye sorduk, bilemedi. Adem bildi…” buyurmakta.

Hz. Allah insanlığa, ''alemleri ben yarattım, sen tanzim edeceksin'' buyurmakta. Tanzimi, tanzim eden de O ..! Başkaca bir güç, başkaca bir kuvvet ve kudret, ilim ve irade sahibi yok. Her şeyin taktir edeni, tanzim edeni, tertip edeni, O ..!

Kamer surei 49. ayette;
''Biz her şeyi bir kadere (bir düzene, ölçüye, plana) göre yarattık. buyrulmakta..

Hz. Allah 'a inanmış, varlığını ve birliğini kabul etmiş ancak, sıfatlarından habersiz yaşayan bir çok kişi, konuşmalarında, Hz. Allah 'ı yüksek, yüce göstermek maksatlı olsa gerek, Allah yukarıda şahit, yukarıda Allah görüyor gibi ifadeler kullanmakta. Bu kelime ''şirktir''..!

Hz. Allah zaman ve mekandan münezzehtir. Hz. Allah 'a, yer ve mekan isnat etmek, Allah 'a şirk koşmaktır, en büyük yanlıştır, hatadır, kusur ve günahtır. Her namazda okuduğumuz, bazılarımızın dilinden düşürmediği bir dua olan;

''Sübhanallahi velhamdülillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim''..

Anlamı : Allah, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Bütün hamdler ona mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur, Allah en büyüktür. Azamet sahibi Yüce Allah'tan başkasında güç, kuvvet ve kudret yoktur.

Manasından haberimiz olmayan, ancak, dilimizden düşürmediğimiz bazı kelimeler ile, manasını bildiğimiz halde, düşünmeden, ansızın lisanımızdan dökülen kelimeler, hiç de hesap edemeyeceğimiz sonuca bizleri ulaştırır. Bu yönlü hata ve kusurdan Allah cümlemizi korusun, amin..

Hz. Allah, yer ve mekandan münezzeh, her yerde, hazır ve nazırdır..!
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
76
Tepkime puanı
3
Sayın forum yöneticisi kardeşlerim..

Acaba bir sorun mu var.? Yaklaşık altı gün olmasına rağmen paylaşımıma müsaade edilmedi. Herhangi bir yanlışa bilerek veya kasten meyletmedim. Bilmeyerek bir yanlışımız oldu ise de özür dilerim. Bir problem olup olmadığını merak ediyorum.

Bu mesajımı paylaşım amacı ile yazmıyorum. Okuduktan sonra silerseniz sevinirim.
 

Turab

Teknik Ekip
Yönetici
Admin
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
7,018
Tepkime puanı
424
Sayın forum yöneticisi kardeşlerim..

Acaba bir sorun mu var.? Yaklaşık altı gün olmasına rağmen paylaşımıma müsaade edilmedi. Herhangi bir yanlışa bilerek veya kasten meyletmedim. Bilmeyerek bir yanlışımız oldu ise de özür dilerim. Bir problem olup olmadığını merak ediyorum.

Bu mesajımı paylaşım amacı ile yazmıyorum. Okuduktan sonra silerseniz sevinirim.
Sizin onaylanmamış, bekleyen hiçbir mesajınız yok. Hatta forumda bekleyen, açılmamış mesaj dahi yok. Bilginize.
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
76
Tepkime puanı
3
Din olarak bahsedilebilir yegane din, ''İslam'' dır. Dışındaki, inanış olarak bahsi geçenler, batıl, sapkın inanıştır, din değil.

Dolayısı ile İslam Dini, Peygamberimiz Efendimiz ile başlayan bir din değildir. Peygamberimiz Efendimiz ile başlayan, onun şeriatıdır, Muhammedilik 'tir.

İslam, Adem a.s ile başlayan tek Din 'dir. Hz. Allah 'ın Kuran 'daki buyruğu da bu yöndedir.

Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki, ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden olacaktır.
(Ali İmran suresi 85)

Gayet açık ve net bir ifade ile bildirilmiş.. Başka din arayan hüsranda..

Günümüzde, Diyanet kurumu vazifelileri dahil, ilahiyat fakültesinde yetişen, bu okuldan mezun olan bir çok kişinin anlatımında, ''İslam Dini geldikten sonra'' gibi ifadeler kullanılmakta. Hatta. yazar, araştırmacı yazar olarak kendisini lanse etmiş şahıslar bu ifadeyi gayet rahat bir şekilde kullanabilmekteler..

Bakınız bu manada çok açık bir ayeti sizlerle paylaşmak isterim;

Dîni doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye, din olarak Nuh’a tavsiye ettiğimizi, sana vahiy ettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi, sizin için şeriat yaptı. Fakat kendilerini çağırdığın bu nizam Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.”
(Şura suresi13)

Allah’ın, öteden beri devam eden kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
(Fetih suresi 23)

Evvelki satırlarda ifade ettiğimiz gibi, ''Allah 'ın mescitlerinde, Allah 'ın zikrinden men eden zalimden daha zalim kimdir''.? ayetini görmemezlikten gelenler, '' İslamiyet Peygamber Efendimiz ile başladı'' cümlesini sıkça kullanmaktalar.

İçtihat kapısını kapatanlar, içeride mahsur kalmış, her öğün aynı yemeği yemekten, başkaca lezzetleri unutmuşlar. Hatta başka lezzetleri neredeyse yok sayıyor, inkar ediyorlar.. Hal böyle olunca da kısır döngü devam edip duruyor.

Yenilenmemiş olan, içtihat görmemiş bu tedrisat ile yetiştirilenlerin de, tornadan çıkmış malzeme misali aynı oldukları gayet açık. Yazdıkları eserlerin bir çoğu, satır ilmidir. Sadır ilminden, Hz. Allah 'ın ilmi, ilm-i ledün 'den bihaberdirler.

Yazmış oldukları eserlere baktığımızda, birbirine çok yakın ifadeler yer almakta. Birisinin, yukarıdan dediğine, bir diğeri gökten, bir diğeri arştan, bir diğeri yüksekten gibi, güya farklılık oluşturduklarını zannediyorlar. Örnek olarak tefsir ve mealler bu gibi örneklerle dolu, dolu..

Dünyada, insanların dikkatini çeken yerlerin başında, tarihi yerler, eski, salaş yerler gelmekte. Bir çok insan gökdelenleri, yüksek, modern yapıları değil, kıyı, köşe, eski mahalle ve tarihi yerleri dolaşmaktan keyif almakta. Buralardaki manevi huzur oldukça yüksektir. Çünkü aslı korunmuş, dünden bu güne aktarılmış bir hal, bir yaşam görünür.

Günümüzde yazılmış tefsir ve mealler, aslından, Allah kelamı olmaktan uzaklaşmış, yazarın kendi anladığı ve kendi ifadeleri ile dolu, dolu. Hal böyle olunca da, okunan satırlar, Hz. Allah Kelamı yerine, yazarın kelamı halini almakta.

Özellikle meallerdeki, parantez ve tırnak içi satırlar, Allah Kelamı, Kuranın buyruğu değil, yazarın kendi anladığı, kendi ifadesidir.
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
76
Tepkime puanı
3
Kuran 'da, Evliya 'ya, bir Mürşide tabii olma anlamı taşıyan, Hz. Allah 'ın biat buyruğu vardır.

Biat: Söz vermek, anlaşma yapmak manasındadır.

Muhakkak ki, Sana biat edenler, gerçekte Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Ve kim Allah’a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.
(Fetih suresi 10 )

Allah şu mü’minlerden razı olmuştur ki onlar, ağacın altında sana biat ediyorlardı, Allah onların gönüllerinden geçeni bildiği için onların üzerine huzur ve güven indirdi ve onlara yakın bir fetih verdi.
(Fetih suresi 18)

Ey Peygamber.! İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
(Mümtehine suresi 12)

Bir Kamil mürşide tabii olmak gerekir. İslam 'da Tasavvuf vardır ve Tasavvuf, hal üniversitesidir. Dergahlar, İslam 'ın yaşanılabilirliği, Peygamber efendimizin yaşantısını tatbik ve uygulama mektebidir. Evliyaulah ise, bu mektebin terbiyecisi, Peygamber varisleridir.

Hz. Allah kainatı bir an olsun boş bırakmamıştır. Adem a.s 'dan günümüze, Peygamberler yeryüzünde bulunmadığı, zamanlarda, biat makamını muhafaza etmiş, Evliyasını, Mürşidini, Elçisini göndermiştir.

Kuran 'ı tefsir edenler, Meali yazanlar, Evliyaullah 'a dost dedikleri için, günümüz insanlığı, Tarikat ve Tasavvuf karşıtı haline gelmiştir. Bunun en büyük müsebbibi, sorumluluk altına girip, vazifeye talip olup, yapılması gerekeni yapmamalarından kaynaklanmaktadır.

O’dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın ayetlerini okuyan, onları yücelten, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi. Oysa onlar, önceden, açık bir sapıklık içinde idiler.
(Cuma suresi 2)

Kuran evrenseldir ve kıyamete kadar geçerlidir hükmüne göre, Evliya 'ya biat, biat-ı Resulullah 'tır..! Hz. Allah 'ın koymuş olduğu bu kural, tertip, taktir ve tanzim kıyamete kadar devam edecektir. Bu kapının bir diğer adı da tövbe kapısıdır.
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
76
Tepkime puanı
3
Mülk Allah 'ın ...

Mülk Allah 'ın diyoruz, diyoruz ama, mülk olarak neyi düşündüğümüz belli değil. Gayrimenkuller mi, arsa ve araziler mi, kullandığımız araç ve makinalar mı.? Yağmur, kar, dolu, hava, güneş, ay, yıldızlar mı.? Mevsimler yahut, bütün dünya ve içerisinde bulunanlar mı.?

Elbette ki hepsi ve daha fazlası..

Aldığımız her bir nefes, verdiğimiz de dahil, gören göz, işiten kulak, kendimizde var olduğunu düşündüğümüz akıl ve irade, yiyip içmek dahil, bütünüyle eylem ve yaşantımız, tüm bedenimiz, aklımıza ne geliyorsa, bildiğimiz veya bilmediğimiz her bir zerrenin tek sahibi Hz. Allah 'tır..! Buna, bilmediğimiz ''on sekiz bin alemi'' de ilave etmemiz gerek..

Cansız zannettiğimiz, cansız gördüğümüz her bir zerre, kendi lisanı ile Allah 'ı zikrediyorsa, ölü olan bir zerre olabilir mi.?

Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O'nu tesbih ederler. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır.
(İsrâ suresi 44)

Taş bile, kendisinde göremediğimiz canlılık olmasa, bütünlüğünü, mevcudiyetini sağlayamadığı gibi, varlığından bahsedilemez. Su ve topraktaki canlılık olmasa, bir araya getirildiğindeki o mukavemet sağlanamaz. Bu gibi örneklerden sonsuzca bahsedilebilir.

Bütünü ile, tüm hasletleri var eden O 'dur. Yoktan var eden, ol deyip olduran, yaratan, yaşatan, sayısız, sonsuz rızık veren, öldürecek ve tekrar diriltecek olan O 'dur. Din gününün, sahibi, O 'dur. O 'ndan başka güç, O 'ndan başka kuvvet, O 'ndan başka kudret sahibi yoktur. Bize göre, canlı veya cansız, her bir zerre üzerindeki tek tasarrufat sahibi Hz. Allah 'tır.

Hz. Allah 'ın ilmi, her bir zerreyi kuşatmıştır. İşte bu yüzden her yerde hazır ve nazırdır. Bi'zatihi değil, izafi, mecazi olarak..

Her bir zerreyi toplayıp bir araya getirdiğimiz zaman, artık ''Mülk Allah 'ın'' olmuştur..
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
76
Tepkime puanı
3
Toz zerresinin yaratılışında dahi hikmetler vardır..

İşte bu yüzdendir ki, tesadüf diye bir şey yok, isabet vardır. Ortaya çıkan, zahir olan her bir hadise, Hz. Allah 'ın taktir ettiği gibi, taktir ettiği zamanda, taktir ettiği kadar, yine taktir ettiği şekilde zuhur eder. O 'nun taktiri ve dilemesi dışında hiç bir hadise vuku bulmaz.

İmanın şartlarındandır, hayır ve şerrin ancak Allah 'tan olduğuna inanmak, yine imanın şartlarındandır, kaderin ve kazanın ancak Allah 'tan olduğuna inanmak..

Hz. Allah şerri yaratandır ancak, şer ile hükmetmez. Kulun kendi tercihleridir, kendisine şer olan. Şöyle ki, ısrarla Hz. Allah 'tan bir şeyler dilemek, karşılığında bir şeylerimizin elimizden kaybolması anlamına gelir. Allah, verdiğinin karşılığını alandır..

Gönlümüzden geçeni bilen olduğuna göre, Ya Rabbi bana şundan, bu kadar ver diye, açıklama gereği yoktur. Gönlümüzde olanı hakkımızda, hakkımızdakini gönlümüze hayır eyle demek yeterlidir.

Yani, Ya Rabbi, hakkımızda her şeyin hayırlısını ver diye dua edip, verilmesi aşamasına sabredemediğimiz, yine Hak 'tan hayırlısını dileyip ama, kendimizce şekil ve suretlerde istediklerimiz bizim hakkımızda şer oluyor.

Her bir zerre gibi, insanlığın tercihleri de var edilmiş, ortaya konulmuş, herkes kendi ihtiyacı olanı, nefsinin isteklerini, gönlünün arzularını, neye talip, neyi talep ediyorsa, ortaya konulmuş olan ve daha önce var edilmiş hasletlerden, istek ve arzuları doğrultusunda kendisi seçiyor. İşte tevekkül olup, yalnızca hayrı dilemek bu sebepten dolayı elzemdir.

Belki ifade uzun ve karışık gibi gelebilir. Bunu çarşı, pazar alış verişindeki tercihlerimiz gibi düşünebiliriz.

Mutlak var olan, Hz. Allah 'tır. Varlık, Zatına mahsustur, gayrısı yok mesabesindedir. Her bir zerrenin varlığı, Hz. Allah 'ın fiili ve subuti sıfatlarının tenezzülen zuhuru olup, bi'zatihi değil, izafidir, mecazidir. Bir ışığın aynaya aksetmesi gibi..

Bütün bunları idrak edebilmenin mektebi, Tasavvuf 'tur.

Tasavvuf 'suz Din yaşansa da, tadı ve tuzu olmaz. Kişi, zanda kalan bir Allah inancını, Allah 'ı bilmek olarak addeder. Böyle bir zan ile, Hz. Allah ve O 'nun yüceliği, nasıl tefekkür edilebilir.? Denilir ki, ''sen çık aradan, kalsın Yaradan''..

Ancak böyle olduğunda işler değişir. Kul kendisindeki, acziyeti ve hiçliği fark edebilirse, Hz. Allah 'ın yüceliği o zaman ortaya çıkmış olur. Aksi halde zanda kalır. Böyle olunca da, şahidi olduğumuz değil, varlığını kabul ettiğimiz bir Yaratıcı inancından öteye gitmez..

Mevlana Hazretleri buyuruyor ki; ''Evlat bütün putları kırmışsın amma, kendin put olmuşsun''..! Allah cümlemizi bu gibi yanlıştan korusun, amin..

Bütünü ile bunlar ancak ve ancak terbiyesinde yetişilen Evliyaullah sayesinde, Tasavvuf kanalı ile elde edilebilir. Bunlara fıkhi kitaplarda rastlamak mümkün değildir. Çünkü zan üzere inanıp, şahidi olmadıkları bir Allah inancını anlatıyorlar.

Hz. Allah 'ın şahidi olabilmek için, Tasavvuf ve Tarikat olmazsa olmazdır. İlla ki bir Evliya 'ya tabii olmak, biat etmek gerekir.
 
Son düzenleme:

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
76
Tepkime puanı
3
Konu yeri burası değil ama, ''Rüya'' tabiri, yalnızca Peygamberler efendilerimiz ve Evliyaullah 'a verilmiş bir haslettir.

Hz. Allah Kuran 'da Yusuf suresi 21. ayette şöyle buyuruyor:

Yusuf’a biz rüya tabirini öğrettik. Ona hikmet verdik. Hikmet verdiklerimize çok çok rahmetimizi ihsan ederiz.

Bu ayet şunu gösteriyor ki, her önüne gelen rüya yorumlayamaz.

Rüya yorumlatan kişi, rüyayı yorumlayanın lisanından ne dökülürse, hayır yahut şer, başına gelmesine razı olmuş demektir. Çünkü, (her rüyanın değil) rüyaların da mahremiyeti vardır. Bu sebeple rüyanın herkese, her yerde anlatılması hoş değildir.
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
76
Tepkime puanı
3
Bazı kimseler şöyle düşünür; Keşke Peygamber efendimiz zamanında yaşasaydım, şöyle olurdum, böyle yapardım.. Hayır, olamaz ve yapamaz..

Çünkü gerçek ortada duruyor amma, farkında değil, değiliz. Bu gün, hangi durum ve şartlarda yaşıyorsa, hal ve hareketleri ne durumda ise, dün yaşasaydı, bu günden hiç de farklı olmayacaktı. Çünkü kendisi için yazılmış, önceden belirlenmiş olan bir kaderi var.

Akıl insanı sürekli peşinden sürükler. Bu sürüklenmeden kurtulabilmenin tek yolu, biattır. Kişi, biatı ile, farkında olmadan korunmaya alınmıştır, yine farkında olmadan maneviyata sığınmıştır, muhafaza altına girmiştir.

''Tasavvuf, Tarikat yoldur varana, hakikat, marifet andan içeru''..

Aslında her insanın bir tariki vardır. Tarik, yol demektir ve bu tarik, kişilerin kendi tercihlerini oluşturur. Tariki olmayan bir zerre düşünülemez. Ama yıllardır karşıt zümrenin vermiş olduğu zarar neticesi ortaya çıkan hal, maalesef, Tarikat ve Tasavvuf karşıtı bir toplum..!

Hem insanlardaki, geçmişi yaşama arzusu, hem de bu gün, içerisinde bulunduğumuz hal ve durumdan vaz geçememe durumu. Hal böyle olunca, ne geçmiş tam manası ile yaşanılabiliyor, ne de bu güne, bu zamana intibak edilebiliyor. Arası bir durumda kalıyor insan. Ne orada, ne burada, muallakta..!

Hz. Ali r.a "Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacağı zamana göre yetiştirin".! Buyuruyor.

Bunu, Hz. Mevlana k.s ifadesi ile şöyle anlamamız gerekir;

''Dün geçti can cağızım, dem bu demdir, dem bu dem, gün bu gündür, gün bu gün''.. Başka bir ifade ile, ''an'ı yaşamak'' olarak belirtilir.

Dünü yaşamak mümkün olmadığı gibi, geleceği de önceden tahmin edebilmek, mümkün değildir. Dün, mazi olmuş, geri getirmek ve geçmişi telafi edebilmek mümkün değildir. Gelecek ise, istikbal, yani gayb 'dır, bilinemez, tahmin edilemez. Belki bir ön görü, hissiyat olarak ifade edilse de, hakikati yansıtmaz.

Evvelki yaşantılar, biz insanlığa ibrettir, örnektir. Fakat dünkü gibi yaşayabilmek, günümüz şartlarında mümkün değildir.

Hiç kimse, anne ve babası gibi olmayı düşünmez ama, gidişat ona doğrudur. Yaşlandıkça, onlardan alınan terbiye, hal ve davranış, bizlerin geleceğini inşa etmemizde öncüdür. Bizler bunu fark etmesek de bu gerçek değişmez.

İşte, Tasavvuf ve Tarikat da, kişiyi, arzu ettiği dünkü gibi yaşayabilme imkanını sunar. Bu gün, kişinin Peygamber efendimize biat etme ihtimali yok. Çünkü biat, hayatta olan kişiye yapılır. Günümüzde Peygamber efendilerimizin varisleri olan Evliyaullah 'a biat, dolayısı ile Peygamberimiz efendimize biattır ve aksi düşünülemez.

Çünkü Hz. Allah bu manada Al'i İmran suresi 31. ayette;

De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." Buyurmakta..

Yine bu manada Hz. Allah Fetih suresi 10. ayette;

''Sana bi'at edenler, gerçekte Allah'a bi'at etmektedirler. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Ve kim Allah'a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükafat verecektir''. Buyurmakta..

Şayet Allah 'ı bilmiyor isen, bilenlerle beraber ol denilir. İşte kurtuluşa vesile kılınan Evliyaullah 'a biat bu denli önem arzeder.
 

omer_ömer

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
22 Mart 2024
Mesajlar
76
Tepkime puanı
3
Yıllardır hep uyutulmuşuz..

İslam 'ın içerisinde olmayan, fakat İslam 'ın emriymiş gibi, beş duyu içerisine hapsedilmişiz. Hz. Allah 'ın, akletmez misiniz, düşünmez misiniz gibi ayetlerini, akıl ile bağdaştırmaya zorlanmışız. Aklımızın erdiğini zannettiğimiz hadiseleri bildiğimizi, bildiğimizi zannettiğimiz hadiseleri de hakikat zannetmişiz.

Halbuki aklı, önde görmek, nefs atında yolculuktur. Şöyle bir kıssa anlatılır;

İblis, kendisi ile alış verişi olan birisi ile yolculuk ederken, pazardan, peşine takmaya çalıştığı kişilere boyunduruk vurmak için halka ve zincirler alıyormuş. İblisin yanındaki adam sormuş;

- Bunları ne için alıyorsun.? İblis;
- Peşimden gelmeyenlerin boyunlarına takıp, zincirle ve zorla götürmek için.! demiş. Adam yine sormuş;
- Peki bana da aldın mı.? İblis;
- Sana almama gerek yok ki. Sen zaten benim peşimdesin ve kendiliğinden geliyorsun.!

Nefs denilen olgu, iblisten daha şerli, daha tehlikelidir. Nefsine gem vuramayan kişi, batılın oyuncağı olmaya müsaittir. Çünkü kendisine göre, akıllıdır, zekidir, bilendir, gören ve işitendir. Hal böyle iken, insanın neye ihtiyacı olur ki.?

''Nefsini bilen, Rabbını bilir''.! Nefsini bilip, tanımaya başlayan kişi, gönle doğru yolculuğa çıkmış demektir.

''Nefs Allah 'tan kaçar. Siz onu bir yere bağlayınız'' diye Evliyaullah işaret edilmiştir.

Beş duyu İslam 'ı anlamaya, idrak etmeye müsait yaratılmamıştır. Duyu olarak, tat alma, koku alma, dokunma, görme ve işitmedir. Akıl denilen olgu, sadece bunlarla ilgilenir. Akıl, nefsin ortağıdır, iblisin arkadaşıdır.

Görmediği, işitmediği, hissetmediği, farkını fark edemediği olgularla uğraşmaz, ihmal eder, boş addeder.

Halbuki İslam, meta 'dır. Yani fizik üstü, metafiziktir. Metafizik hadiseler, imanın şartlarındaki gibi gayb olandır. Bilinmeyen, görülmeyen, hissedilemeyen, ancak varlığına iman edilendir. Çünkü İslam 'ın emri olan temel ibadet ve taatların hiç birisi de, ifade ve izah edilebilir, tarif edilebilir değildir. Hele ki Hac ibadetinin açıklanabilmesi mümkün değildir.

Hz. Mevlana buyuruyor ki; ''Aşkın şehrinde akıl, mantık, çamura saplanmış merkebe benzer, çabaladıkça batar''.! Yani aklın hiç bir şeyi anlamaya ve idrak etmeye muktedir olmadığını, maneviyatta ölçü ve terzi olamayacağını ifade etmekte..

Bakıldığı zaman, Kâbe 'nin etrafında tavaf etmek, dönmek, say yapmak, Arafat 'a çıkmak, kurban kesmek, vakfeye, durmak..! Bunların hiç birisi de izah edilebilir değildir. Ancak Allah 'ın emri, Peygamberinin tebliği olduğuna inanmak, iman etmek, insanları bu ibadetlere borçlu kılmakta.

İnsan, bu ibadetlerden hiç bir şey anlamasa da, Rabbim böyle emretmiş, Peygamberim de böyle tebliğ etmiş diye, zevkini alarak emre itaat etmeli, emredildiği ve tarif edildiği gibi, vazifesini acziyeti içerisinde yerine getirmeye çalışmalıdır.

Bütün bunları yaparken emredilenin ne maksatla emredildiğine değil, Hz. Allah 'ın ''gayb 'a iman'' edin buyruğuna bakmaktadır. İşte iman, dünya ve ahiret yurdu için bu kadar önemlidir. İman, maneviyatın en değerli, en kıymetli anahtarıdır. Asla ve asla ihmale gelmez..!
 
Üst Alt