Kaza ve Kadere İman

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,107
Tepkime puanı
81
Kaza ve Kadere İman Kadere iman imanın bir şartı mıdır?

Kadere iman imanın bir şartı mıdır? Yani bir kimse kadere iman etmese ve onu inkar etse, iman dairesinden çıkar mı? Böyle bir soruya verilecek tek cevap "evet"tir

Kadere iman, imanın bir şartıdır ve kaderi inkar eden iman dairesinden çıkar Zira kitabımız olan Kur'an'ı Kerim, bir çok ayetiyle kadere imanı ders vermekte ve ezelde her şeyin Allah tarafından bilindiğini haber vermektedir Bu ayetlerden bazıları şunlardır:

"Gaybın anahtarları Allah'ın katındadır Onları ancak Allah bilir Onun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez Yerin karanlıkları içindeki bir tane, yaş ve kuru her şey levh-i mahfuzdadır" (En'am :59),
"De ki, bize, Allahın yazdığından başkası asla erişmez O bizim mevlamızdır" (Tevbe :51)

"Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki
, onu daha yaratmadan önce, bir kitapta yazmış olmasınŞüphesiz ki bu Allaha çok kolaydır"(Hadid22)
"Biz her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır"(Yasin 12)
"Allah her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik neyi ziyade edeceğini bilir Onun katında her şey ölçü iledir" (Ra'd: 8)

"Bilmez misin ki, Allah, yerde ve gökte ne varsa bilir Bu, bir kitapta mevcuttur Ve bu biliş Allah için çok kolaydır"(Hac 76)


Bu ayetler ve bunlar gibi bir çok ayetler, eşyanın daha yaratılmadan önce, Allah'ın ilminde var olduğunu bildirmektedir Zaten bunun akside düşünülemez Zira Allah'ın ilmi her şeyi, her zamanı ve her mekanı kuşatmıştır Bunu kabul etmemek; Allah'a cehaleti isnad etmek demektir ki, Allah bütün kusur ve eksikliklerden münezzehtir

Eğer insan için bir kader olmasa ve Allah, insanın yapacaklarını yaptıktan sonra bilseydi, Allah'ın ilmine bir nihayet ve sınır gelirdi Ve ilim sıfatında artma, eksilme ve değişiklik söz konusu olurdu ki, bütün bunlar Allah hakkında düşünülemez

Ezeliyet bahsinde de işleyeceğimiz gibi, Allah'ın ilmi her şeyi kuşatmıştır Yani bütün mevcudat, geçmiş, hal ve gelecek, evvel, ahir, zahir, batın, gizli ve açık her şey, her an onun şuhûd dairesindedir, ondan gizlenemez, ve ilminden saklanamaz
Dolayısıyla "insan için bir kader yoktur" demek, Allah'ın yarını bilmemesi manasına gelir Zira yarını bilirse, kader; ilahi ilmin bir unvanı olduğundan elbette herkes için bir kader olacaktır Ve vardır

Kader meselesini iyi anlayabilmek için şu iki noktanın çok iyi bilinmesi gerekir Bunlardan bir tanesi Allah'ın ezeli oluşu yani "Ezeliyet" bahsi ve diğeri de "ilmin maluma tabi olduğu" kaidesidir Bu iki mesele izah edildiğinde ve anlaşıldığında kader hakkındaki bütün sorular cevaplarını bulacaktır Şimdi bu iki meselenin izahına geçiyoruz:


(alıntı)​
 

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,107
Tepkime puanı
81
Kaza Ve Kadere İman

Kaza Ve Kadere İman

Kaza ve kader, insanlığın gündemine İslâm'ın doğuşuyla girmiş bir konu değildir Aksine, çok eski devirlerden beri şu veya bu şekilde kabul edilen, üzerinde konuşulan kavramlardır

Kaza ve kader konusu açıldıkça, derine inildikçe, her bir konu bir diğerini düşündürür Konuya yaklaşım tarzı ve izahlar çoğalır Bu sebeple İslâm mütefekkirleri arasında da tartışmalara, ihtilaflara sebep olmuştur Hatta bu yüzden Cebriyye , Kaderiyye gibi mezhepler ortaya çıkmıştır

Kaza ve kader konusu zor ve karmaşık Diğer taraftan altı iman esasımızdan biri O halde kaza ve kader kavramının bizi ilgilendiren, bilmemiz gereken tarafı da var Ve esasen bu kısmı anlaşılmayacak kadar çetin ve zor değil

Altı iman esasından biri
Önce şunu bilmemiz gerekiyor: Birçok sahih hadislerde, Hz Peygamber sav Efendimiz kaza ve kadere imanı, imanın bir esası olarak açıklamıştır Bunlardan “Cibril Hadisi” olarak bilinen hadis-i şerifte, Cebrail as' ın bir insan şeklinde, ashabı ile beraber oturmakta olan Rasulullah sav'in yanına geldiği ve şu soruyu sorduğu bildirilir:
- İman nedir?
Efendimiz sav cevap verir:
- Allah'a, meleklerine, ahiret gününe, hayır ve şerriyle kaza ve kaderin Allah'tan olduğuna inanmandır (Müslim, Ebu Davud , İbnu Mace )
Kader ve kaza, alıştığımız tabiri ile kaza ve kader, aslında birbirinden ayrılmayan iki kavramdır Fakat kader ve kazayı anlatmadan önce, bu meselenin temeline ilişkin bazı kavramların izahı gerekir Bunların en önemlileri, irade (küllî ve cüz'î irade), halk ve kesbdir Bir de bunlar arasındaki ilişkinin bilinmesi gerekir

Allah'ın iradesi, kulun iradesi
Bir davranışı yapabilme, yapılabilecek şeylerden birini diğerinden ayırıp o şeyi gerçekleştirmeye irade denir Bu bakımdan insanın yapıp-ettikleri (fiilleri) ikiye ayrılır

Birincisi, kendi iradesiyle (istemesiyle) yaptığı fiillerdir Buna ihtiyarî (isteyerek yapılan) fiiller denir Mesela kitap okumak, yemek yemek , oturup kalkmak böyledir İhtiyarî fiillerimizin karşılığında ilâhi mükafatı veya cezayı hak kazanırız

Diğeri ise, insanın iradesinin, istemesinin dışında meydana gelen fiillerdir Nefes almak gibi

Alimlerimiz çeşitli ayet ve hadislerden hareketle iki türlü irade olduğunu izah ederler Bunlar “küllî irade” ve “ cüz'î irade”dir İnsanın bir şeyi yapabilmesi, bu iki iradeye bağlıdır

Küllî irade: Buna Allahu Tealâ'ın iradesi/dilemesi (ilahî irade) de denilir Küllî irade, bütün iradeleri içine alan, çepeçevre kuşatan, bütün iradelerin ona tabi olduğu bir iradedir

Yarattıklarında sınırsız-sonsuz (mutlak) irade sahibi O'dur Nerede, ne zaman doğacağımız, annemizin-babamızın kim olacağı, ne zaman öleceğimiz, kıyametin kopma vakti gibi hususları belirleyen yalnızca O'nun küllî iradesidir Bu iradenin neleri ne zaman gerçekleştireceği Allah katında bir sırdır İnsan bunu vakti geldikçe, gerçekleştikçe görebilir

Cüz'î irade: Diğer taraftan, insan da kendi irade ve isteği ile bir şeyi yapmak veya yapmamak kabiliyetindedir İşte insanın bu yapıp-etme kabiliyetine cüz'î irade denilir

İnsan cüz'i iradesiyle hayatı boyunca tercih ve seçimler yapar Büluğ çağından itibaren yapıp-ettikleri ve seçimleri sevaba veya azaba müstahak olması sonucunu doğurur Bu duruma sorumluluk (mükellefiyet) diyoruz

Küllî irade, cüz'î irade ilişkisi
Allah insana sınırlı bir irade ve bu iradesini kullanacağı sınırlı bir hürriyet vermiştir Sınırlı diyoruz, çünkü küllî iradeyi açıklarken, Allah'ın iradesinin insan iradesini kuşatttığını açıklamıştık Yani insanın dilemesi onun fiillerinin meydana gelmesine tesir eder Fakat bütün fiillerin gerçek yaratıcısı Allahu Teâla'dır

Bu husus: “Allah her şeyi yaratandır” ( Zümer , 62) “Sizi ve yaptıklarınızı yaratan Allah'tır” (Nisa, 78) gibi bir çok ayetle sabitlenmiştir

Allahu Tealâ , kullarının fiillerini onların irade ve seçimlerine uygun olarak irade eder ve yaratır Çünkü mutlak yaratıcı O'dur

Bunun bu şekilde olması, Allah'ın kullarının fiillerini yaratmaya mecbur olmasından değil, Allahu Tealâ'nın adetinin ( Adetullah'ın ) bu şekilde gerektirdiğindendir

O halde, bir fiili seçmek, tercih etmek, kazanmak ( kesbetmek ) kuldan; kulunun seçtiği, tercih ettiği ve kazandığı şekle uygun olarak yaratmak da ( halketmek ) Allah'tandır

Bu durumda insan kazanan, elde eden, işinin o şekilde olmasını isteyen ( kâsib ); Allah da kulunun dilediği ve kazandığı şekliyle yaratandır ( Hâlık )

İnsanın dilemesi, Allah'ın da buna uygun olarak yaratması şeklinde işleyen ilâhi düzen, doğru anlaşıldığı takdirde kader mefhumuna ters bir şey değildir Zira Allah, kulun serbest iradesiyle yapacağı şeyleri ezelde bilmektedir Aksinin düşünülmesi, O'nun “İlim” sıfatının inkârı demektir

Bu izahlardan sonra kader ve kazayı anlamak daha kolay olacaktır

Kader ve kaza nedir?
Allahu Tealâ tarafından, var olan her şeyin (bütün mahlukatın) ve bütün olayların yaratılmadan önce ezelde, O'nun katında bulunan Levh -i Mahfuz adlı ‘kitap'ta; durumları, nitelikleri, sebepleri, şartları ve zamanıyla birlikte kayıtlı olması demektir Yani Allahu Tealânın bütün iradelerinin, ‘ belirleme'lerinin tamamıdır Takdir edilip belirlenen şeylere, kader kelimesiyle aynı kökten gelen “mukadder” ifadesi kullanılır

Allahu Tealâ tarafından takdir edilen (belirlenen) şeyin varlık aleminde ortaya çıkmasına; yaratılıp meydana gelmesi durumuna da “kaza” denir

Tariflerden anlaşılacağı üzere kader-kaza ilişkisi öncelik ve sonralık göstermektedir Zira kader önce, kaza ise sonradır Yani, önce bir hususta Allahu Tealâ'nın takdiri olur, daha sonra kazası gerçekleşir O halde bu varlık aleminde gerçekleşen her olay hem kader hem de kazadır

Bu iki tarifte geçen, her şeyin kaderinin Allah'ın ezeli ilminde olmasının anlamına gelince:
İnsanların cüz'î iradeleri ile yapmak istedikleri bir şeyi, Allah'ın o kulun bu işi nerede, ne zaman, ne şekilde seçeceğini bilmesi; bu bilgisine göre irade etmesi ve zamanı gelince de kulun tercihine göre yaratması demektir

Hakikati kim biliyor?
Bu noktada kaza ve kader hakkında bazı büyüklerimizin söylediklerine bakalım:
Alaeddin Attar ks şöyle der:
“Kişinin zahirde Allah'ın yoluna sımsıkı sarılması, kalbini de Allah'a bağlaması gerekir Yani onu saadete kavuşturacak zahiri sebepleri düşünecek, emrolunduğu üzere çok çalışıp kendini kötülüklerden koruyacaktır Özetle kul, zahirde dış sebeplere bağlanıp hakikatte Allah'a tevekkül edecektir Şöyle ki: Korktuğu şeylerden dolayı vaktinde kapısını kapayıp atını bağlayacak, yemeğini yiyecek, fakat hakiki koruyan ve doyuranın Allah Tealâ olduğunu bilecektir”

Saadat -ı Nakşibendiyye'den Muhammed Diyauddin ks de bir mektubunda şöyle der:
“Kaza ve kader konusu geniş olarak izah edilmesi gereken bir meseledir Şafiî, Hanefî mezhebine mensup alimler ile diğer bütün mezhep alimleri bu konudan söz etmiş, hatta bu konu bazı alimlerin yolunu şaşırmasına, bazılarının da kurtuluşuna sebep olmuştur”

Bir başka mektubunda ise sözlerini şöyle bitirir:
“Kader konusuna dalmak, hakkında (inceden inceye) soru sormak uygun bir şey olmayıp, hatta bidat bile denmiştir
Gerçek şudur ki, kaderin mahiyeti bir sırdır Allahu Tealâ'dan başkası bu sırrı tam olarak bilemez”​
 

imanilmihali

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
6 Nisan 2014
Mesajlar
47
Tepkime puanı
0
Kadere ve kazaya iman etmek

Kader; Allah'ın ezelden ebede kadar olacak şeylerin zaman ve yerini, niteliklerini ve özelliklerini önceden bilmesi ve takdir etmesi demektir.
Kaza; Allah'ın ezelde takdir buyurduğu şeylerin zamanı gelince takdir ettiği şekilde onları yaratması demektir.
Başka bir ifade ile kader; Allah'ın kanunları, ölçüleri, kaza ise işlerin o kanun ve ölçülere göre meydana gelmesidir. herşeyi yaratıp takdir eden Yüce Allah'tır. Çünkü O'ndan başka yaratıcı yoktur. Allah olmuş ve olacak ne varsa hepsini bilir. Zamanı gelince bildikleri ve dilediği şeyler Allah'ın bilgisi ve müsadesi dahilinde hayata geçiyor. O'nun takdiri dışında hiçbirşey ortaya çıkamaz. Kaza ve kader denilince Allah'ın "Tekvin" "İlim" ve "İrade" sıfatları gelmelidir. Allah Teala biliyor ve yaratıyor.
Allah insanı yaratmış, ona akıl, irade ve güç vermiştir.İnsanın aklıyla ve iradesiyle iyi olanı seçmesi ve kötü olandan sakınması gerekir. İnsanın bu irade ve seçme gücüne "İrade-i Cüziyye" denir. Bu istek ve irademizi iyilik veya kötülükten hngi tarafa yönlendirirsek Allah'ta o istediğimizi yaratır. Yaptığımız işleri yapmadan önce de yaptıktan sonra da kadere isnat edemeyiz. Biz irade ve isteğimizi o yöne sarf etmek suretiyle Allah'ın takdirinin bu şekilde tecelli etmesine sebep olduğumuzdan dolayı sorumlu oluruz.
Bizim yapacağımız işleri Cenab-ı Hakk önceden bilir. Yani bizim kendi irademizle yaptığımız işleri Cenab-ı Hakk sınırsız ilmiyle önceden bilip takdir ediyor. Yoksa o bildiği için biz yapmak zorunda kalmıyoruz. Esasen bizimle ilgili olarak ne takdir ettiğini de bilmiyoruz. Bir şeyi ypmaya veya yapmamaya karar verirken hiçbir baskı altında kalmadn sadece kendi hür irademizle karar veriyoruz.
Kadere iman eden kimse sabırlı olur. Elinde olmayan sebeplerle karşılaştığı felaket ve müsibetler karşısında bunalıma düşmez. Bu Allah'ın takdiridir der ve sabreder. Kendi hatası yüzünden başına gelenlerden ise pişman olur ve yanlış tutum ve davranışlarından vazgeçerek Allah'a sığınır. O'ndan yardım ister, bağışlanma diler ve ümitsizliğe düşmez.
Tevekkül; İnsanın Allah'a itimat etmesi ve O'na bağlanmasıdır. Bu insan için ruhi bir güçtür. İnsanı yaratan ve pekçok nimet veren Allah'tır. İnsan herişinde O'na güvenmek ve kendisine düşeni yaptıktan sonra neticeyi beklemek durumundadır. Tevekkül insanın kendisini ihmal etmesi ve çalışmayı bırakarak "Nasıl olsa Allah rızkımı verecektir" demek değildir.'deveyi bağlayıp sonra Allah'a tevekkül etmek' doğrusudur. Her tedbiri alıp Allah'a tevekkül eden başarısız olunca üzülmez, teselli bulur. Bu inanca sahip olmayan kimse ise her işte tereddüt eder ve hiçbir şeye başlayamaz.
Çalışmanın önemi; Allah her canlının rızkını vereceğini va'detmiş ve bu rızkın elde edilmesi içinde sebepler yaratmıştır. Bu sebeplere yapışmak ve Allah'ın takdir ettiği rızkı arayıp bulmak insanın görevidir.Allah rızkını arayana ve çalışn verir. Kaza ve kadere güvenip te çalışmayı bırakmak ve gerekli olan tedbiri almamak doğru olmadığı gibi sebeplere sarılmayı , çareler aramayı tevekküle engel saymak ta doğru değildir."Çalışmak bizden vermek Allah'tan" sözü kadere imanın tam manasını ifade eder. Esasen insana çalıştığının karşılığı vardır.
Rızık; Allah'ın canlılara yiyip içmek ve hayatlarını devam ettirmek için verdiği şeylerdir. Rızkı yaratan da veren de yalnız Allah'tır. İnsan rızkını hangi yoldan isterse Allah ona o yoldan verir. Ancak helal olmayan yollara saparsa günah işlemiş olur. Çünkü Allah rızık ararken helal ve meşru yolların kullanılmasını emrediyor. Herkes kendi rızkını yer. Hiç kimse başkasının rızkını yiyemeyeceği gibi başkaları da o insanın rızkını yiyemez.
Ecel; Allah yarattığı her canlı için belli bir yaşam süresi koymuştur. Bu sürenin yani ömrün sonuna ecel denir. Ecel gelince ölüm kaçınılmaz olarak gelir. Bir dakika sonraya bile kalmaz. Yaratan ve yaşatan Allah olduğu gibi, öldüren de yani ölümü yaratan da O'dur. O'ndan başka yaratıcı ve öldürücü yoktur. Ecel birdir. Öldürülmüş olan veya kazayla ölende eceliyle ölmüş demektir. Sadece şekilleri farklıdır.
(Yazının buradan sonraki bölümü; İslam İnanç İlmihali, Ümit ŞİMŞEK, DİB Yayınından özetlenmiştir.) (ÜŞ)
KADERE İMAN ETMENİN MAHİYETİ
Bu âlemde var olan her şey bir kaderin sonucudur. Kader vücuda gelecek varlığın projesidir. Kader sonsuz kudret ilmiyle hayata geçer yani kaza edilmiş olur. Allah her şeyin kaderini sonsuz ilmiyle tayin eder, sonsuz kudretiyle de kaza eder.
Kader ve kaza Allah’tandır deyince her şeyin, her halini takdir edenin de, vücuda getirenin de Allah olduğunu söyleriz. Bazen sadece kader desek te kader ve kazayı aynı anlamda kastederiz.
İlahi kader bir varlığı yaratırken ölçü ve düzen vermekle kalmaz, diğer varlıklarla ilişkilerini de düzenler. Bir şey varsa kader de vardır demektir.
EZELİYET; Allah’a mahsus bir sıfattır. “Başlangıcı olmamak” demektir. Zamanın başı değil, dışında olmak demektir. Allah zaman ve mekândan münezzehtir. Her zaman her yerdedir. Geçmişi, geleceği birden görür. Allah kullarının işlediklerini de işleyeceklerini de bilir.
Kulun niyeti ve tercihi fiili yaratacak gücü var kılamaz. Oku atan Allah’tır. Ama kulun niyet ve teşebbüsü olmasa ok atılamaz. Kulun niyeti ile teşebbüs, Allah’a ait yaratma ile birleşir ve ok atılır.
Başka deyişle; kulun iradesi ile Allah’ın iradesi örtüşürse fiil gerçekleşir. Kulun tercih hakkı, (cüz’i iradesi) seçme gücünün neticesidir. Yüce Allah iradesini insanın tercihine tabi kılarsa “Sen hangi sonucu istersen onu yaratacağım” der.
Kulun tercihi yaratma gücü yoksa da sorumluluğu vardır. İnsanın özgür iradesi sorumluluğu hatırlatır, kötülükten alıkoyar, Allah’ın iradesi ise insana kulluğunu bildirir.
Allah kulun fiillerini, akıbetlerini bilir yoksa Allah bildiği için kul o işleri yapıyor demek değildir.
Allah kula iki yol açar; yolun sonunu bildirir. Özgür iradesiyle baş başa bırakır. Yanlış yoldakilere tövbe yani dönüş kapısını açık tutar. Kul tercihlerini kullanır ömrünü bitirir, işine göre ceza veya mükâfat görür.
Allah’ın ilmi olmuş ve olacağın hepsini bilmek şeklindedir. Bu yüzden Allah iradesi kulun tercihini etkileyen ve onu belli akıbete zorlayan bir unsur değildir.
Allah imanı dilediğine verir demek kul tercihi yok demek değildir. Allah’ın iradesi tabi ki esastır ama Allah o hidayeti veya imanı bazı huy ve davranışlar sonucu verir. (İman edene , Allah rızası gözetene, Allah’a yönelenlere vs..)
Zalimleri, kafirleri, imandan sonra inkara dönenleri ayetlere inanmayanları, çok yalancı ve çok nankörleri, çok yalancıları da saptırır.
Hidayette sapıklıkta Allah emriyledir ama kulun iradesi sonucudur. (Allah sonucu bildiğinden iradesini o akıbet istikametinde kullanır, herkese hakkını verir.) Sonuçta kulun iradesini kullanmış olması sonucu bileğinin gücüyle kazandığı anlamına gelmez, bu doğrudan Allah’ın dilemesine ve lütfuna bağlıdır.
Azanlar Allah’a zarar vermez, onlar saptırılmayı ister, Allah’ta onları saptırır. Hayır ve şerrin bir arada yaratılmasındaki bu güzellik sınavın gereğidir. Hayır da şer de Allah’tandır.
Bir kısım işleri de Allah hiçbir kula tercih hakkı tanımaksızın takdir eder ve yaratır. Kimini de sadece kulun iradesine bırakır. (İsteyen iman etsin isteyen iman etmesin der)
İnsanın doğası, toplumla ilişkileri karmaşıktır. Dolayısıyla kendi kaderi başkasının kaderi ile iç içedir. Onların tercihlerinden de kendi başına pek çok şey gelir. Bu karışık ağı, çözüp Allah’ın kaderi nasıl belirlediğini anlamak insanüstüdür.
Çoğu meseleler toplum olarak yaşanır görünse de her birinin ferdi birer yönü vardır. İlahi kader işte bu ferdi yönleri bir arada planlar, herkese ayrı planlama yapar. Kader bu şekilde yaşanırken kişiyi cezalandırma, ödüllendirme, duaya cevap verme gibi nice hikmetlerde araya girer. Allah’a bunlar zor gelmez. Fakat kul bunu idrak edemediğinden kendini bazen tanrı yerine kor, her şeye muktedirmiş görür. Bize düşen kadere kul tarafından bakmak, gereğini yapmaktır. Şart basittir; tedbir ve tevekkül.
Bu sır kavranırsa insan hayırlı işlere teşebbüs eder, ama bu teşebbüsün dua gücünde olduğunu da unutmaz. Teşebbüsün sonucunu Rabbinden bekler. Rabbinin hükmünü görür, boyun eğer. Keşke demez, hayıflanmaz. Sorumluluğunu bilir, halini düzeltir, eriştiği nimette Rabbinin lütfunu görür, şükreder.
Dünya fanidir, herkes bilir ama çok azı hatırda tutar. Ölüm bize yaklaştıkça biz bu dünyaya daha çok sarılarak ondan uzaklaşırız. Ölüm dost yüzünü göstermek ister, biz onu düşman belleriz. Ölümle barışık yaşasak hayatın tadı yerine gelir. Biz kaçtıkça dünya yaşanmaz bir hal alır. Bu dünyanın bir parçasını birkaç günlüğüne ele alabilmek için insanlar bir biriyle çekişir.
Ebedi hayat için bizden bu dünya istenseydi o bile az kalırdı. Bizden istenen sadece imandır. Ki bu hayatın mutluluğunun altın anahtarıdır. Dünya nimetleri varsın gitsin, çünkü onlar fani, onları gönderen bakidir. Gidecek bir fani dünya gelecek on baki dünyadır. İman ahireti kazandırmakla kalmaz bu dünyamızı da hoş, kolay, güzel yaşatır.
Eğer ebedi âlemde gözümüzü açtığımızda ayağımıza gelmiş bu fırsatı kaçırmış olduğumuzu görürsek üzülmez miyiz? Bu pişmanlığı ne telafi edebilir?
Bu hayatın en büyük gayesi sağlam imanı elde etmek, sapasağlam korumaktır.
Bu “Allah birdir” demek kadar basit görülebilir ama bu iş özel ve sürekli bir çaba ister. Ama iman için gösterilecek çaba ebedi âlemdeki ödülün kokusunu da taşır.
İman korunur ve geliştirilirse dünya huzuru da beraberinde gelir.
“Herkesin tek davası varsa o iman davasıdır. İnsan için bu alemde iman varsa her şey hoş, iman yoksa herşey boştur.”
 
Üst Alt