Tesbihat-zikir ve esmâ-i ilahiye

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
Allah, esma, ilahiye, Kur'ân, Site, suresi, tesbihat, zikir

tesbhatzikir.jpg

“En güzel isimler Allah’ındır. O’na bu güzel isimlerle dua edin. Allah’ın isimlerinde yanlış yola sapanları terkedin. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir” (A’raf,180).

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir kimsenin âfet ve musibetler dolayısıyla tasalandığında okuması için talim ettikleri duada, “Allah’ım, ben Senin kulunum, kullarından bir erkekle bir kadının oğluyum. Perçemim Senin (kudret) elindedir. Hakkımdaki kararın yürürlükte ve takdirin âdilânedir. Senden, Kendini isimlendirdiğin, Kitabında zikrettiğin, mahlûkatından herhangi birine öğrettiğin veya gayb ilminde kendine tahsis edip kimseye bildirmediğin her ismin hürmetine; Kur’ân’ı kalbimin baharı, gözümün nuru, hüzün, gam ve tasamın gidericisi kılmanı diliyorum.” buyurmuştur.
Kaynak: Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/391; 2/330

Ebu Hüreyre(Radiyallahu ‘anh’ten;Resululah (sav) buyurdular ki: “Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberlerse cennete girer. Allah tektir, teki sever.” (Bir rivayette: “Kim o isimleri sayarsa cennete girer” buyurmuştur. Buhari hadisi bu lafızla tahric etmiştir. Müslim’de “tek” kelimesi yoktur) [Tirmizi'nin rivayetinde Resulullah (sav) Allah'ın isimlerini şöyle yazdı: ("O Allah ki O'nda başka ilah yoktur. Rahman'dır. Rahim'dir, El-Meliku'l-Kuddusu, es-Selamu, el-Mü'minu, el-Müheyminu, el-Azizu, el-Cebbaru, el-Mütekebbiru, el-Haliku, el-Bariu, el-Musavviru, el-Gaffaru, el-Kahharu, el-Vehhabu, er-Rezzaku, el-Fettahu, el-Alimu, el-Kabizu, el-Basitu, el-Hafidu, er-Rafiu, el-Muizzu, el-Müzillu, es-Semiu, el-Basiru, el-Hakemu, el-Adlu, el-Latifu, el-Habiru, el-Halimu, el-Azimu, el-Gafuru, eş-Şekuru, el-Aliyyu, el-Kebiru, el-Hafizu, el-Mukitu, el-Hasibu, el-Celilu, el-Kerimu, er-Rakibu, el-Mucibu, el-Vasiu, el-Hakimu, el-Vedudu, el-Mecidu, el-Baisu, eş-Şehidu, el-Hakku, el-Vekilu, el-Kaviyyu, el-Metinu, el-Veliyyu, el-Hamidu, el-Muhsi, el-Mubdiu, el-Muidu, el-Muhyi, el-Mümitu, el-Hayyu, el-Kayyumu, el-Vacidu, el-Macidu, el-Vahidu, el-Ahadu, es-Samedu, el-Kadiru, el-Muktediru, el-Muahhiru, el-Evvelu, el-Ahiru, ez-Zdhiru, el-Batinu, el-Vali, el-Müte'ali, el-Berru, et-Tevvabu, el-Müntekimu, el-Afuvvu, er-Raufu, Maliku'l-Mülki, Zü'l-Celali ve'l-İkram, el-Muksitu, el-Camiu, el-Ganiyyu, el-Muğni, el-Mani', ed-Darru, en-Nafiu, en-Nuru, el-Hadi, el-Bediu, el-Baki, el-Varisu, er-Reşidu, es-Saburu.") İsimleri bu şekilde, sadece Tirmizi saymıştır.]
Kaynak: Buhari, Da’avat 68; Müslim, Zikr 5, (2677); Tirmizi, Da’avat 87, (3502)

Büreyde(Radiyallahu ‘anh) ’ten;Resulullah (sav), bir adamın şöyle söylediğini işitti: “Allah’ım, şehadet ettiğim şu hususlar sebebiyle senden talep ediyorum: Sen, kendisinden başka ilah olmayan Allah’sın, birsin, samedsin (hiçbir şeye ihtiyacın yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın, doğmadın, bir eşin ve benzerin yoktur.” Bunun üzerine Efendimiz (sav) buyurdular: “Nefsimi kudret dinde tutan Zat’a yemin olsun, bu kimse, Allah’tan İsm-i Azamı adına talepte bulundu. Şunu bilin ki, kim İsm-i Azamla dua ederse Allah ona icabet eder, kim onunla talepde bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir.”
Kaynak: Tirmizi, Da’avat 65, (3471); Ebu Davud, Salat 358, (1493)

Pek çok zat ‘İsm-i A’zam’ı öğrenip onun zikrine devam etmek istemiş, bu istikamette çok gayret göstermiş ve ism-i a’zamın Allah’ın (celle celâlühû) isimlerinden hangisi/hangileri olabileceği hususunda farklı mülâhazalar sergilemişlerdir. Haddizatında “kendisiyle dua edildiğinde kabul gören, bir şey istenildiğinde icabette bulunulan” İsm-i A’zam hakkında Efendiler Efendisi’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelen değişik rivayetler de mevcuttur. Bu rivayetler bazı dua mecmualarında bir arada verilmiştir.(Mealli Dua Mecmuası, M. Fethullah Gülen, sh. 227) Bununla beraber Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm); “Şu isim İsm-i A’zamdır.” diye bir beyanda bulunmamış, dolayısıyla da İsm-i â’zam, tıpkı Kadir gecesi, icabet saati, Hızır (aleyhisselâm) gibi gizli kalmıştır. Allahu a’lem, murad-ı İlâhî, bütün Esmâ-i Hüsnâ’sıyla Kendisine teveccüh edilmesidir. Zaten Bayezid-i Bistâmî (kuddise sirruhû) gibi bazı büyüklere göre sadakat ve teemmülle Esmâ-i Hüsnâ’dan hangisiyle Cenâb-ı Allah’a yönelinse o isim İsm-i A’zam gibi müessir olacaktır. Aslında bir âyet-i kerîme de bu mülâhazaları teyit eder gibidir: “De ki: Dua ederken ister ‘Allah’ ister ‘Rahmân’ diye hitab edin. Hangisini deseniz en güzel isimler hep O’nundur!” (İsrâ, 17/110)

Esmâ-i Hüsnâ’nın hepsinin birden vird edinilmesi daha faziletli olabilir. Esmâ zikredildikten sonra da eller açılıp Cenâb-ı Hakk’a dua edilir. “Bu güzel isimlerinin hakkı için Allah’ım…” denilir. Nitekim gönül ehlinin niyaz ve yakarışlarının yer aldığı önemli bir dua mecmuası olan el-Kulûbü’d-Dâria’da da örnekleri görüldüğü üzere Allah dostları çok zaman bütün Esmâ-i Hüsnâ’yı, bazen de o isimlerden bazılarını zikirlerinin yahut yakarışlarının başına, ortasına yahut sonuna bir iksir gibi ilâve etmişlerdir. Evet, o dualara dikkatle bakıldığında, o büyük zatların zikir, dua ve tefekkürlerinde Esmâ-i Hüsnâ’ya ne kadar çok değer atfettikleri açıkça görülecektir. İster o dualarla dua ederken, isterse başka dualar okunur yahut dillendirilirken, hepsinin sonunda “Yâ Rabbi, bütün bunları Senin birbirinden güzel isimlerin hatırına Senden diliyorum” demek de unutulmamalı, talep edilen şeyler Zât-ı İlâhî, Efendimiz, Kur’ân, sıfât-ı ilâhiye hürmetine istenildiği gibi, esmâ-i hüsnâ hürmetine de istenilmelidir.

Hazreti Âişe Validemiz naklediyor: “Allah Rasûlü’nü şöyle dua ederken işitirdim: ‘Allah’ım! Kendisiyle dua edildiğinde icabet buyurduğun, bir şey istenildiğinde verdiğin, merhamet dilenildiğinde rahmetinle mukabelede bulunduğun, fereç ve mahreç talep edildiğinde çıkış yolları ihsan ettiğin, Senin tayyip, tâhir, mübarek ve nezdinde mahbub ism-i şerifin hürmetine isteklerimi kabul buyur.’ Bir defasında Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bana şöyle dedi: ‘Ey Âişe! Sen biliyor musun, Rabbim bana kendisiyle dua edildiğinde icabet buyurduğu ismini bildirdi.’ Anam-babam Sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü! Onu bana da öğretmez misin, dedim. ‘Olmaz ey Âişe, dedi. Bir kenara çekilip bir süre bekledim. Sonra kalkıp tekrar yanına gittim, başını öptüm ve bir kere daha, ‘Onu bana öğretir misin?’ dedim. ‘Hayır yâ Âişe, onu sana öğretmem; zaten Senin de onunla dünyalık bir şey istemen doğru olmaz’ dedi. Sonra kalkıp abdest aldım, iki rekât namaz kıldım ve şöyle diyerek dua ettim: ‘Allahım, Sana Rahmân, Berr, Rahîm isimlerin ve bildiğim-bilmediğim bütün güzel isimlerinle yalvarıyorum; beni bağışla ve bana merhametinle muamele eyle.’ Benim böyle dua ettiğimi görünce Rasûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) tebessüm buyurdu ve dedi ki: ‘O isim senin dua ederken saydıklarının arasındaydı.”(Sünen-i İbn-i Mace, Dua, 9)

Hazreti İbrahim efendimizin meleklerin tesbîhini dinleyişi bir menkıbede anlatılır. O menkıbenin gerçekten vaki olup olmadığı hakkında tereddütler varsa da ondan alınacak ibretler çok önemlidir. Rivayetlere göre; Hazreti İbrahim, kendi döneminin en zenginlerinden sayılacak kadar servet sahibidir. Fakat, dünyanın ömrünün kısa olduğunu ve sür’atle zevale gittiğini, dünya lezzetlerinin zehirli bala benzediğini, burada güzel addedilen dünyevi zinetlerin kabirde çirkin sayıldığını, oraya götürülemeyeceğini ve şu imtihan yurdunda bir saatlik lezzeti terk etmeye bedel ahirette senelerce dostlarla beraber olunacağını yakin derecesinde bilen Halilürrahman, dünyayı kesben olmasa da kalben terketmiştir. Onun çalışıp kazanması, dünyayı imar etmek ve din-i mübînin yeryüzünün dörtbir yanında şehbal açmasını sağlamak içindir.

Bir gün, bazı melekler, Cenâb-ı Hakk’a, hullet ve dostluk kahramanı olarak tanıdıkları Hazreti İbrahim’in mal-mülk sahibi olması hakkında istifsarda bulunur; peygamberlik mesleğiyle onca servetin nasıl telif edilebileceğini sorarlar. Onların maksadı –hâşâ– itiraz değildir, o zenginliğin hikmetinin açıklanmasını istemektir.

Melekler, Allah’ın izniyle, Hazreti İbrahim’i ziyaret ederler; uzun bir yoldan gelmiş, saçı-sakalı dağınık, üstü-başı perişan birer misafir edasıyla İbrahim Nebi’nin yanına varırlar ve onun duyacağı şekilde “Sübbûhun Kuddûsün Rabbu’l-melâiketi ve’r-rûh” derler. Kalbi ötelerden gelen esintilere açık olan İbrahim Aleyhisselam, Cenâb-ı Hakk’ı tesbîh u takdîs etmek için çok iyi seçilmiş bu kelimeleri ve onların seslendirilişindeki lâhûtîliği duyunca pek sevinir; “Aman Allahım, bu ne güzel bir söz!” diyerek hayranlığını ifade eder ve “Servetimin üçte biri sizin olsun, yeter ki o tesbîhi bir kere daha söyleyin!” der. Melekler, kendilerine has bir ses ve eda ile o tesbîhi tekrar edince, Allah’la alakası açısından tesbîh u tazime ve vahye aşina olan Halilürrahman, o sözdeki derinliğin kendi ruhunda hasıl ettiği tesir neticesinde, bir kere daha aynı tesbîhi duymak için malının tamamını vermeye de razı olur. Nihayet, “Değil mi ki bana bu tesbîhi dinletip öğrettiniz, ben de size köle oldum!” diyerek meleklere mukabelede bulunur. Bu davranışıyla da, sahip olduğu her şeyi, hatta canını bile Cânan yolunda feda edebileceğini gösterir.

Mihcen İbnu’l-Edra(Radiyallahu ‘anh) ’ten;Resulullah (sav) bir adamın: “Ey Allah’ım, bir ve samed olan, doğurmayan ve doğurulmayan, eşi ve benzeri de olmayan Allah adıyla senden istiyorum. Günahlarımı mağfiret et, sen Gafursun, Rahimsin!” dediğini işitmişti, hemen şunu söyledi: “O mağfiret edildi. O mağfiret edildi. O mağfiret edildi!”
Kaynak: Ebu Davud, Salat 184, (985); Nesai, Sehv 57, (3, 52)

Enes(Radiyallahu ‘anh) ’ten;Bir adam şöyle dua etmiştir “Ey Allah’ım , hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka ilah yoktur. Sen semavat ve arzın celal ve ikram sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyumsun (kainatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!” (Bu duayı işiten) Resulullah (sav) sordu: “Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?” “Allah ve Resulü daha iyi bilir?” “Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a yemin ederim ki, o Allah’a, İsm-i Azam’ı ile dua etti. O İsm-i Azam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse verir.”
Kaynak: Tirmizi, Da’avat 109 (3538); Ebu Davud, Salat 368, (1495); Nesai, Sehv 57, (3, 52)

Esma Bintu Yezid(Radiyallahu ‘anh) ’ten;Resulullah (sav) buyurdular ki: “Allah’ın İsm’i Azam’ı şu iki ayettedir: 1- İlahınız, tek olan ilahdır, ondan başka ilah yoktur, O Rahman ve Rahim’dir.” (Bakara 163). 2- Al-i İmran süresinin baş kısmı: Elif-Lam-Mim. O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur, O Hayy ve Kayyumdur” (Al-i İmran 1-3).
Kaynak: Ebu Davud, Salat 358, (1496); Tirmizi, Da’avat 65, (3472)

Bir kitabullah-ı âzamdır serâser kâinat, Hangi harfi yoklasan, mânâsı hep Allah çıkar. (R. M. Ekrem)

“Hakiki sanatkâr Allah’tır.Çünkü âlemde tecelli etmiştir ve bütün mevcudat bir şekilde O’nun sıfat ve isimlerinin tecellileridir. Allah’ın isimleri âlemdeki bütün mevcudatta zahir olmakla birlikte, zuhurda onların içinde gizlidir. Sanatkâr aslında Allah’ın mazharı olması itibarıyla kendi sanat eserinde zahir olmuştur.” (Gulamrıza Avani)

Varlığın esası İlâhî isimler ve onların tecellîleridir. Cenâb-ı Hak bizim bilebildiğimiz yahut bilemediğimiz bütün isimleriyle değişik tecellîlerde bulunmuştur ve her an bulunmaya da devam etmektedir. “O, her an ayrı bir tecellîde bulunmaktadır” meâliyle verebileceğimiz Rahmân Sûresi’nin 29. âyeti tam da bu hususu dile getirir. Kâinat, eşya ve insan da, İlâhî isimlerin değişik tecellîlerinden, daha hassas ve ince bir ifade ile bu tecellîlerin dalga boyundaki yansımalarından ibarettir.
Güzel bir nazımda bu hakikat şöyle dile getirilir:

“Söyler Seni yüz bin dil ile dağlar, dereler,
Her yanda tül tül esmâ ve sıfâtın görünür.
Duyunca adını her gönül ürperir-inler,
Çehreler büyülü bir mehâbete bürünür…”(M. Fethullah Gülen)

Evet, Hak dostlarına göre Esmâ-i İlâhiye, kâinat, eşya ve insan hakikatinin esasıdır. Bütün varlık ve varlıktaki icraat-ı sübhaniye o ilâhî isimlere dayanır. Dünyanın üç yüzünden biri bu Esmâ-i İlâhiyeye bakmaktadır. Kendine bakan yüzünden dolayı sevilmeye lâyık olmayan hatta mel’ûn kabul edilen dünya, esmâ-i hüsnânın bir tecelligâhı ve âhiretin mezrası olması hasebiyle mahbub addedilmiştir.

İnsan, esmâ-i ilâhiyenin bir nokta-i mihrakiyesi ve bir yörüngesidir. Bütün insanlar, “alâ külli hâl” Cenâb-ı Hakk’ın isimlerine mazhardırlar. Ancak bu isimlerden bazıları, insanda “gâlip isim” olarak tecelli eder ve bu gâlip isim insandan insana da değişiklik arzeder.

Zikir; anmahatırlama, belli duaları belli bir sayı ve şekilde okuma, Allah’ı dil ve kalb ile yâdetme ve hayatı duyarak yaşayıp varlığın koridorlarında gezerken hemen her nesneden Allah’a ait bir mesaj alma demektir. Her ne kadar zikir dendiğinde, Esmâi Hüsnâ’dan bazılarını veya bir kısım duaları tekrar etme anlaşılıyorsa da asıl olan kalb ve latîfei Rabbâniye’nin bu hatırlama ve anmaya bağlanmasıdır.

Dille yapılan zikirde özellikle Cenâbı Hakk’ın isimleri tekrar edilmektedir. Bir mürşidin irşadı ve gözetiminde, o En Güzel İsimler’den bazıları belli bir sayıya göre söylenmektedir. Sayı mevzuunda Kitap ve Sünnet’te kat’î bir şey yoktur. Fakat selefi salihînden bazıları, o mübarek isimleri ebced hesabındaki karşılıklarına göre çekmişlerdir. Meselâ, Allah lafzı celâlinin ebced karşılığı 66′dır. Zikir sırasında bu lafzı celâl’i bazıları 66 kez, bazıları da 66′nın katları adedince tekrar etmişlerdir. Bununla beraber, Esmâi İlâhî’den hangisinin sizin üzerinizde galip ve hakim olduğunu biliyorsanız, o isme devam etmenizi tavsiye etmişlerdir. Meselâ “Latîf” ismine mazhar olabilirsiniz. O zaman her namazdan sonra onu 129 defa söylersiniz; çünkü bizim bildiğimiz iki ebced hesabından birine göre Latîf ismi 129′a denk düşmektedir.

Esma-i hüsnayı günlük vird olarak okumak isteyenler bu*nu kendi tercihleriyle değil, ehli olan bir alimin tavsiye ettiği usulde yapmaları daha uygundur. Bir ilaç, zamanında ve usu*lünde alınmaz ise, çoğu defa hastanın hastalığnı artırır.

Her insanda bütün Esmâ-i Hüsnâ’nın muhtelif tecellîleri olmakla beraber, bir ya da birkaç ismin daha gâlip olması hususunu Üstad Bediüzzaman şöyle bir misâlle anlatır: “Meselâ, İsa (aleyhisselâm) sair esmâ ile beraber Kadîr ismi onda daha gâliptir. Ehl-i aşkta Vedûd ismi ve ehl-i tefekkürde Hakîm ismi daha ziyade hâkimdir.” (Sözler, sh. 355) Mektûbât’ta da konuyla alâkalı ayrı bir misâli, bu sefer Kur’ân hizmeti üzerinden verir: “Ehl-i hakikatin bir kısmı, nasıl ki ism-i Vedûd’a mazhardırlar ve âzamî bir mertebede o ismin cilveleriyle, mevcudâtın pencereleriyle Vâcibü’l-vücûd’a bakıyorlar; öyle de şu hiç-ender hiç olan kardeşinize yalnız hizmet-i Kur’ân’a istihdamı hengâmında ve o hazine-i bînihâyenin dellâlı olduğu bir vakitte, ism-i Rahîm ve ism-i Hakîm mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş.” (Mektubat, sh. 16) Efendiler Efendisi’nin bu husustaki durumu daha hususîdir. “Hazreti Rûh-u Sey*yidi’l-Enâm (aleyhi ekmel-üssalavât ve etemmütteslîmât)’ta ise bütün enbiya ve mürselînde icmâl edilen esmâ ve sıfât-ı Sübha*niye’nin tafsilî bir şekilde ve a’zam derecede tecellîsi söz konu*sudur.” (Kalbin Zümrüt Tepeleri, 2/316)

Zikir adına bazıları “Lâ mevcûde illallah” bazıları “Lâ meşhûde illallah” ya da “Lâ ilâhe illallah” ve bazıları da “lâ” dan sonra bütün esmâi ilâhiyeyi birden mülâhaza ederek “illallah” demişler ve böyle küllî bir şuur ve küllî bir mülâhaza ile “kelimei tevhîd”e devam etmişlerdir. Tekyelerde zikir dendiğinde çoğunlukla “Lâ ilâhe illallâh” çekme anlaşılmıştır. Bu zikir “O’ndan başka Ma’budu bi’lHak, Maksûdu bi’listihkak yok, sadece O var.” mânâsını ifade etmesi açısından kamil bir zikirdir. Hemen hemen bütün değişik tasavvuf yolları veya tarikat versiyonları “Lâ ilahe illallah”ta birleşir, onu çeker, sonra da “Muhammedu’rRasûlullah”la zikri bağlarlar.

Aslında zikir daha şümullü düşünülmelidir; yani anma, unutan bir insanın hatırlaması olarak değil de hatırlamanın sürekli olması, her fırsatta O’nu bir kere daha yâdetme ve bunun insan tabiatının bir yanı haline gelmesi şeklinde anlaşılmalıdır. Bu zaviyeden namaz, oruç, zekat, hac ve tefekkür de bir zikirdir.

İşte zikri, Esmâi Hüsnâ’dan bazı isimleri çokça tekrarlama, O’nu anma; hatırlamayı namaz, oruç gibi ibadetlerimizle sürekli hale getirme ve bu yâdetmeyi tefekkürle iyice derinleştirerek bütün benliğimize mâl etme çerçevesinde anlamak lazımdır.

Zikirde zirve nokta başta “Latîfei Rabbâniye” olmak üzere vicdanın bütün rükünleriyle Allah’ı yâdetmek, yâni varlık kitabında sürekli parlayıp duran ve her an bize ayrı ayrı şeyler fısıldayan ilâhî isim ve sıfatları düşünmek; enfüsî ve âfâkî yollarla varlığı ve varlığın perde arkası sırlarını araştırmak; her zaman bir nabız gibi atan varlığın O’na şahitlik edişine dair mülâhazalarla oturupkalkmak şeklindeki kalbî zikirdir.

Zikrullahın muayyen bir vakti yoktur. Zikretme, zamanın her diliminde serbest dolaşıma sahiptir ve herhangi bir hâl ile de mukayyet değildir. “Onlar Allah’ı ayakta, oturarak, hatta yan gelip yatarken de anarlar.” (Âli İmrân, 3/191) fehvâsınca ne zaman, ne de hâl itibârıyla zikrullah’a tahdid konmamıştır.

Hz. İbrahimde haliliyet, Efendimiz (s.a.s)’de ise habibiyet hakimdir ki, bu da bize, nebiler dahil, Cenab-ı Hakk’ın her insanda farklı, gâlip ve hâkim bir isminin tecelli ettiğini göstermektedir.

İnsan, yaptığı işlerde ne ölçüde esma-i ilâhî ile münasebet halinde ise, neticesinde elde ettiği faydalar aynı nisbette olacaktır. Bir hadîslerinde Allah Rasûlü (sav), şöyle buyurmaktadır: “Allah “Cevad”dır; cömertliği sever ve güzel ahlâkı sevmesine mukabil çirkin huyları kerih görür.”Vermek Allah ahlâkıdır. Allah ahlâkıyla ahlâklanmak ise, her zaman ve her yerde, ayağın sağlam bir zemine basması demektir. Cömertlik, Allah’ın “Cevâd” ismiyle rezonansa geçmenin adıdır.

Mevlânâ’nın dediği gibi, insanlar ve insanların içinde birer çiçek mahiyetindeki bu başyüce kametler, Cenâb-ı Hakk’ın esmâ hazinesini aksettirir. Esmâ-i İlâhiye, kâinatın bağrında gizli bir definedir ve bu define, insanı bir damar ve kanal halinde Zât-ı Ulûhiyetin marifetine götürür. O kenzin bir ucu da, fihrist olarak insanın mahiyetine dercedilmiş bulunmaktadır.

“Sığmam dedi Hakk arz u semaya, Kenzen bilindi dil madeninde.” (Hz. İ. Hakkı) mısraları bu mânâyı ne güzel ifade eder!

Öte yandan insanda hâkim olan bu isimler, seyr-i rûhânî ile hükümlerini icra ede ede daha belirgin bir hale gelirler. Tasavvufî bir üslupla ifade edecek olursak, daha sonra hangi isim insanda hâkimse, o isme, mürebbi mânâsına o zatın Rabbi denir. Mesela, bir insanda “Cemil” isminin hâkim olduğu takdirde Cemil isminin terbiyesinde yetişen ve seyr ü sülûkünü tamamlayan insanın Rabbi, yani mürebbisi, Cemil ismi olur.

İnsanda hâkim olarak tecelli eden bazı isimlerin, insanın manevî terakkisi adına da birtakım hususiyetleri vardır. Örneğin “Vedûd” ismine mazhar olan zatlar, umumiyetle sekr içinde yaşar ve âdeta ellerinde İlahî aşk kâseleriyle kâinât meşherinde hep mest ü mahmur dolaşırlar. İşte bu hâl, o isme mazhariyetin bir ifadesidir. Sekir içinde yaşamak, mutlak büyüklük demek değildir. Her zaman onlardan daha büyük kametler olabilir; ancak, bahsini ettiğimiz insanlar, enbiya-yı izam gibi veya velayet-i kübrayı temsil eden Sahabe-i Kirâm gibi tam yakaze ve temkîn insânı değillerdir.

Hz. Ebu Bekir (r.a) kadar Allah Rasulünü seven ikinci bir insan yoktur. Oysaki, canından daha çok sevdiği Efendisi vefat ettiği zaman, o büyük temkin insanı, üzüntü ve kederden bayılıp kalması, kendini yerden yere vurması gerekirken, hiç kimsenin söylemeye cesaret edemediği, “Her kim Hz. Muhammed’e inanıyorsa -yani ölmez zannediyorsa- işte o öldü. Her kim de Allah’a inanıyorsa bilsin ki O, Hayy ve Bâki’dir” sözlerini söyleyerek, insanları temkine davet etmiştir. İşte bu durum bir temkin insanı olmanın ifadesidir. İnsan ağlayıp sızlayabilir, ama sürekli temkinli, dikkatli ve teyakkuz içinde olmak, ayrıca Allah’ın, her lâhza, her yerde hâzır ve nâzır olduğu şuuru ile yaşamak.. evet işte bu hâl, Cenâb-ı Hakk’ın, sadece kullarından bazılarına bahşettiği isimlerinin birer tezahürüdür.

Her insanın mayasında hâkim unsur olan bu isimler, tecelli ettikleri insanın benliğinde de bir ip ve bir hat gibi kendilerini hissettirirler. Bunu bazıları keşfen, bazıları da etrafındakilerle kendilerini mukayese ederek onlarla kendisi arasındaki farkı, kavrayabilir. Hiç olmazsa vicdanıyla sezebilir.

Evet, insan esmâ-i İlahiye ile münasebettardır. Onun esmâ-i İlahiyeye dayanarak, kendisinde hâkim olan ismi vird edinip her gün çekmesi, o insanın dualarının kabulüne ve manevi terakki adına ilerlemesine vesile olabilir.

İnsanın kendi mahiyetine konan esmânın hususiyetlerini, renklerini aşması mümkün değildir. İnsan, ister esmâya sığınsın, ister varlık içindeki tecellilerini değerlendirsin, o ancak bir yere kadar ulaşabilir.. evet herkesin bir arş-ı kemâlâtı, bir münteha noktası vardır. O, kabiliyetlerini kullanarak o noktaya ulaşınca, “artık benim ilerleyecek hiçbir şeyim yok, ben de müntehaya ulaştım” der.. der ve müntehaya ermiş olmanın haz, neşe ve zevklerini duyar. Kendi müntehasından başka müntehaların olup olmadığını da bilemediğinden, kendi zirvesinin zevklerini müntehiyâne bir hisle duyar. İnsanın cennetteki hali de böyledir. Orada herkes halinden memnundur ve hiç kimse şikayette bulunmaz. Burada sabır ve tahammülle elde edilmeye çalışılan mazhariyetler, orada mahiyetin açık olduğu terakkiyi sonuna kadar yakalamış olmakla elde edilir. Başı kendi arş-ı kemalâtının kubbesine değen bir insana, “mahlûkat içinde senden daha büyük var mı?” diye bir soru yöneltilse, “Ben çevremde görmüyorum. Şayet varsa benim bilmediğim âlemlerdedir.” şeklinde cevaplandınr. Çünkü o insan, kendi arş-ı kemâlâtının zirvesindedir. Onun için İmam Rabbaniye kadar gelen pek çok veli, kendini velilerin en büyüğü olarak görmüştür. Bu açıdan insanın, mazhar olduğu esmânın terakkisi ile de çok alâkası vardır.

Evet, irfan ve mârifet yolcuları için Cenâb-ı Hakk’ı, hakkıyla bilip tanımada, O’nunla rûhî ve kalbî münasebete geçip, beşer olmaktan ve nefis taşımaktan kaynaklanan uzaklığı aşarak O’nun yakınlığına er(iş)mede, O’nun Esmâ-i Hüsnâ’sını bilip tanımanın, sırlı dünyaların kapılarını aralayabilmek için o isimleri birer anahtar olarak kullanmanın olmazsa olmaz derecede ehemmiyeti vardır.

İnsanın terakki adına vird-i zeban ettiği esmânın, yine onun, mahiyet, kabiliyet ve gerçek kimliği ve Allah tarafından onun mahiyetine konan renklerle çok alakası vardır.

Esmâ-i İlâhi çok önemlidir ve kat’iyen ihmal edilmemelidir. Fıtratlarda hâkim olan isim tesbit edilerek o vird edinilmelidir. Susuzluktan yanmış ve kavrulmuş bir insan suyu nasıl yudumlarsa, esmâ-i İlâhi de öyle yudumlanmalıdır. Böylece her insan, manevî terakkisi adına adım adım yükselir ve kendi kemâlatının arşına ulaşır.

İnsan, Cenâb-ı Hakk’a bütün gönlüyle yönelmeli, Zât-ı Ulûhiyeti tanımanın Esmâ-i İlâhiyeyi bilmeden ve onlara sımsıkı yapışmadan mümkün olamayacağını düşünerek, O’nun güzel isimlerini iyice bilmenin ve kurbet adına çok mühim basamaklar olarak değerlendirmenin yollarını aramalıdır.

Peygamber Efendimiz’in, Rabbini yüzlerce ismiyle andığı bir evrâd ü ezkâr ve dua mecmuası olarak Cevşen-i Kebir’i de hatırlamak gerekir.İmam Şâzilî, İmam Gazzâlî, Bediüzzaman gibi büyükler bu kıymetli vird mecmuasını manasındaki Kur’ânîlikten dolayı ellerinden ve dillerinden hiç düşürmemişlerdir.

Cenâb-ı Hakk’a gözden-gönülden isi-pası silen, gönüllerde saygı uyaran, kalblerde itmi’nan hâsıl eden Esmâ-i Hüsnâ’sıyla yalvarıp yakarmak isteyenlerin müstağni kalamayacakları çok önemli bir dua da esmâ hakikatlerine eserlerinde en çok yer veren muhakkiklerden birisi olan Bediüzzaman Hazretleri’nin 3. Şua olan münacat risalesidir. Münacatında, Cenâb-ı Allah’a, “Ey Vâcibü’l-vücûd! Ey Vâhid-i Ehad!; Ey Mutasarrıf-ı Fa’âl ve Ey Feyyâz-ı Müteâl!; Ey Fa’âlün limâ yürîd!; Ey Kadîr u Zülcelâl! Ey Rahmân u Rahîm! Ey Sâdıku’l-va’di’l-emîn! Ey Mâlik-i yevmi’ddîn! Ey Kâdir u Kayyûm!” gibi isimlerle yalvaran Üstad, kalblerdeki imanı ziyadeleştiren tefekkür yüklü bu duanın dersini Kur’ân’dan ve nebevî bir münacat olan Cevşen’den aldığını söylemektedir.

Gümüşhanevî Ahmed Ziyaüddin Efendi’nin hazırlamış olduğu Mecmuatü’l-Ahzab isimli dua mecmuasında da yer alan ve Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin namazlardan sonra ihmal edilmemesini tavsiye ettiği İsm-i A’zam ve Tercüman-ı İsm-i A’zam virdleri de Esmâ-i Hüsnâ ile Cenâb-ı Hakk’a teveccüh etmede çok önemli metinlerdir. Evet, namazların akabinde “yâ Cemîlü yâ Allah, yâ Karîbü yâ Allah, yâ Mücîbü yâ Allah…” diyerek o birbirinden güzel isimleri saymak ve hele hele meleklerin nöbet değişimi yaptıkları, Kur’ân-ı Kerîm’in, “bi’l-ğudüvvi ve’l-âsâl” ifadeleriyle zikir ve tesbihin ayrı bir ehemmiyet kazandığına işaret ettiği bereketli ve feyizli zaman dilimleri olan sabah ve ikindi namazlarından sonra, “sübhaneke yâ Allah teâleyte yâ Rahmân” diyerek Cenâb-ı Hakk’ı gürül gürül tesbîh ü takdîs etmek, o güzel isimleri şefaatçi yaparak Cehennem ateşinden merhamet-i İlâhiye’ye sığınmak ve bunda devamlı olmak çok önemli kurb/yak(ın)laşma vesileleri sayılmıştır/sayılmalıdır.

Kahire Aktif Enerji sistemi uzmanı -Esma-Ül Hüsna İle Nasıl Tedavi Yapıldığına Dair Biyoloji İlminin Mucidi Dr. İbrahim Kerim araştırmasına dayanarak, Esmaü’l-Hüsna’nın her birisinin, belli bir güce sahip olduğunu, o isimlerin zikredilmesi durumunda ruhta belli bir enerjinin ortaya çıktığını ve düzenli olarak zikredilen esmanın bir veya daha fazla organa belli bir tesir yaptığını ve bunun Allah’ın muhtelif İsimlerin zikri esnasında vücutta meydana gelen titreşimlerin ölçülmesiyle anlaşıldığını söylüyor.

Esmaül Hüsna için “bedeni ve zihni, öfke, nefret, eleştiri, hüzün, pişmanlık, kıskançlık, korku ve günah duygusundan meydana gelen zehirleri temizleyen en etkili güçtür. Hastalık genelde bedenin herhangi bir yerinde enerjinin işlevini yapmaması sonucunda oluşur. Öfkelendiğimizde, bedenimizde öldürücü bir zehir meydana gelir. Eğer bu zehir nötralize edilmezse bazen uzun vadede ölümle sonuçlanır.İşte bu zehrin de en büyük panzehiri Esmaül Hüsna’dır” tarifini yapan yazar bazı rahatsızlıkları ve onlara iyi gelecek adları listeliyor;Tedavi şekli: Ağrıyan yere elini koyarak Esma-ül Hüsna’yı okumaya devam etmek…

“Dua ile sözü hatmedelim, zira hakikatte/Sözün cevher olsa yeğdir itnabından îcazı”(“Sözümüzü dua ile bağlayalım, zira söz cevher bile olsa kısa tutmak iyidir”Nef’î.)Biz de konumuzu Hocaefendi’nin yakarışlarında sıkça tekrarladığı dua cümleleriyle tamamlayalım:

Allah’ım! Senin güzel isimlerini, ulvî sıfatlarını, kitaplarında indirdiğin ve peygamberlerine bildirdiğin kelimelerini şefaatçi yaparak günahlarımızı bağışlamanı diliyoruz.”

“Senden, Zâtın, güzel isimlerin ve ulvî sıfatların hakkı için ve Efendimiz Muhammed Mustafa hürmetine, bize dünyada ve ukbâda rahmetinle muamele etmeni ve teveccühünü üzerimizden hiç eksik etmemeni dileniyoruz.”

“Ey Hâfiz ve Hafîz olan Allahım! Ne güzel bir koruyucusun Sen. Bizleri de her türlü şer ve zarardan muhafaza buyur”

“Bizi hükmünden ve icraat-ı sübhaniyenden hoşnut, sağanak sağanak yağdırdığın lütuflarının şükrüyle gerilmiş, Zâtını ve isimlerini yâd etmekten engin bir haz duyan ve Sana kavuşmaya karşı her zaman iştiyakla dopdolu olan kullarından eyle!”

Allah’ım! Esmâ-i Hüsnâ’sı (güzellerden güzel isimleri) ile kâinat üzerinde tecellîlerde bulunan ve bütün eşya, tecellîlerinin değişik karelerinden ibaret olan Zât-ı Ecell-i A’lâ Sensin.

Bizi isimlerinin ve sıfatlarının nurlarıyla nurlandır!
Her şeyi doğru görüp doğru değerlendirmemiz için, nezd-i ilâhinden sıfatlarının ve isimlerinin nurlarını yağdır gönüllerimize.!”

Allah’ım, ben Senin kulunum, kullarından bir erkekle bir kadının oğluyum. Perçemim Senin (kudret) elindedir. Hakkımdaki kararın yürürlükte ve takdirin âdilânedir. Senden, Kendini isimlendirdiğin, Kitabında zikrettiğin, mahlûkatından herhangi birine öğrettiğin veya gayb ilminde kendine tahsis edip kimseye bildirmediğin her ismin hürmetine; Kur’ân’ı kalbimin baharı, gözümün nuru, hüzün, gam ve tasamın gidericisi kılmanı diliyorum.”

okisareti.gif
 

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
Esma-i Hüsna Manzumesinin Tercümesi

Esma-i Hüsna Manzumesinin Tercümesi

Gavs-ı A’zam Abdulkadir Geylani’ye (k.s.) ait olan “Esmâü’l-Hüsnâ Manzumesi” Yüce Allah’ın doksandokuz ismi ile yapılan bir münâcattan ibarettir. Manzumedeki beyit sayısı Hz. Peygamber’in (s.a.m) yaşı kadar olup 63’tür. Son iki beytin Hz. Peygamber (s.a.m), O’nun âl ve ashabına ayrılması ve onlara salavat getirilmiş olması 63 sayısının özellikle seçildiğini göstermektedir.

Manzume, daha önce Gümüşhaneli Şeyh Ahmed Ziyaeddin tarafından derlenen ve 1311 h. Yılında basılan meşhur “Mecmuatu’l-Ahzâb” adlı eserde de, -“Şâzelî” adıyla anılan cildin 575-579. sayfaları arasında- “Kasîdetü Esmâi’l-Hüsnâ li Abdilkâdir el-Geylânî” adıyla yer almıştır.

1. İşte böyle başlarım; Allah’ı birleyerek, besmeleyi çekerek,
Bu işi bitireceğim; güzel zikir çekerek, Allah’a hamdederek.

2. Ben şehadet ederim, Allah’tan başka Rab yok,
O’nun yüceliğini akıl idrak edemez, çünkü âcizdir pek çok.

3. O’dur bize Ahmed’i (asm) hak peygamber gönderdi,
Bu varlık o rehberle böyle canlanıverdi.

4. Bütün bu güzellikleri bize o öğretmiştir,
İlim, hilim, sevgiyi içimize ekmiştir.

5. Ey Allah’tan izzet, mânevî mertebeler ve hazîneler isteyen!
O’na yüce isimleriyle çağır, ey bir dilek dileyen!

6. Temizlen, yakınlık kur, sonra kırık gönülle yakar:
“Allahım! Senden âcil yardım isterim” diyerek yalvar.

7. Ey Rahmeti her şeyi kuşatmış olan “Rahman” ve “Rahim! ”
O engin rahmâniyyet ve rahîmiyyetin hürmetine bana merhamet eyle.

8. Ey bütün varlıkların sahibi olan “Melik” ve ey bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf olan “Kuddûs!”, sırrımı takdis et;
Ey Esenlik veren “Selam!”, vücudumu her türlü beladan koru!

9. Ey vadine güvenilen “Me’min!”, bana hakiki güvence ihsan eyle!
Ey bütün evreni düzenleyip gözeten, yöneten “Müheymin!”, kusurlarımı güzelce örterek bana ikram eyle!

10. Ey her şeye gâlip gelen “Azîz!”, nefsimden zilleti bertaraf eyle!
Ey düzeni bozulan her şeyi tanzim eden “Cebbâr!”, beni izninle himaye eyle!

11. Ey her şeyde büyüklüğünü gösteren “Mütekebbir!”, tüm düşmanları alçalt;
Ey Her şeyi güzel yaratan “Hâlik !”, beni her türlü kötülükten muhafaza et!

12. Ey bütün varlığı ve nimetleri eşsiz bir biçimde yaratan “Bâri!”
Ey her varlığa ayrı bir şekil veren “Musavvir !”, daha önce bize lütfettiğin nimetlerinin feyzini artır!

13. Ey daima affeden “Ğaffar!”, bir ümmetle sana geldim, tevbemi kabul eyle;
Ey yenilmeyen yegane gâlip olan “Kahhar!”, kahrınla şeytanımı kahr-u perişan eyle.

14. Ey karşılıksız bağışları bol olan “Vehhab!”, bana ilim ve hikmeti ihsan eyle;
Ey tüm canlıların rızkını veren “Rezzak!”, rızkımı kolaylaştırıp müyesser eyle.

15. Ey bütün iyiliklerin kapılarını açan “Fettah!”, fethinle basiretimi aç, gönlümü fetheyle;
Ey her şeyi hakkıyla bilen “Âlim!”, lütfunla bana ilim ikram eyle!

16. Ey dilediği iş ve imkanları daraltan “Kâbid/kâbız!”, bütün muannitlerin kalplerini daraltıp sıkıştır;
Ey dilediği iş ve imkanları genişleten “Bâsit!”, yüce sırlarınla gönlümü aç ve sevindir!

17. Ey dilediğini alaçaltan “Hâfid!”, bütün münafıkların makam ve mevkilerini alçalt, onları elaşağı et;
Ey dilediğini yücelten “Râfi’!”, geniş merhametinle beni yüce mertebelere ulaştır!

18. Ey dilediğine izzet ve şeref bahşeden “Mu’iz !”, beni de aziz eyle;
Ey dilediğini zillete düşüren “Müzil!”, başkasına ibret olacak şekilde zalimleri zelil eyle!

19. Ey işitmeye konu her şeyi hakkıyla işiten “Semi’!”, ilmin her şeye kâfîdir,
Ey her şeyi hakkıyla gören “Basîr!”, lütfedip halimi gör, beni ıslah et ve kabul edip yönlendir!

20. Ey her şeye hükümran olan “Hakem!”, ey mutlak adalet sahibi olan “Adl!”
Sen mahluklarına karşı lütufkar olan “Latîf!” ve gizli açık her şeyden hakkıyla haberdar olan “Habîr!”sin.

21. Ey acele ve kızgınlıkla davranmayan “Halîm!”, yegane sığınağım ve dayanağım senin hilmindir,
Sen yüceler yücesi “Azîm!”sin. Cömertliğinin boyutu en yüce zirvededir.

22. Sen bütün günahkarların suçunu bağışlayan “Ğafûr!” ve onları örten “Settar!”sın,
Sen dostlarının azıcık iyiliklerine çok mükafat veren “Şekûr!”sun. Ne olur beni de mahrum etme!

23. Sen habib-i edîbinin makamını yücelten yüceler yecesi “Aliyy!”sin.
Sen bol bol rızık veren, herkese iyilik eden büyük bir varlıksın “Kebîr!”sin.

24. Sen sonsuz ilminden hiçbir şeyin saklanmadığı; her şeyi koruyup gözeten “Hafîz!”sin,
Sen a’dan z’ye bütün yaratıkların ihtiyacını bilen, onları gözeten “Mukît!”sin.

25. Ey her şeyin hesabını, kitabını bilen “Hasîb!”, beni sen yönlendir; çünkü senin kararların benim için yeterlidir.
Sen şânı yüce olan “Celîl!”sin. Ne olur hasmımı hak ettiği cezaya çarptır.

26. Allahım! Sen keremi sonsuz olan “Kerîm!”sin. Bağış fonundan bana da ikram et.
Ey her şeyi kontrolünde tutup gözetleyen “Rakîb!” düşmanımı yere ser, onu perişan et.

27. Ey çağıranların dilek ve dualarına karşılık veren “Mucîb!” “Ey Mevlam! Ben de seni çağırdım.
Sen kadimden beri vergisi çok, ikramları geniş olan “Vâsi!”sin.

28. Allahım! Sen her şeyi hikmetle yapan “Hakîm”sin. Bulunduğum yerleri / meclislerimi sen yönelt.
Ey çok seven ve çok sevilen “Vedûd!”, sevgin tenezzül buyurup yanıma gelmiştir.

29. Sen şânı yüce “Mecîd” olansın; bana şan, şeref ve mutluluk lütfeyle!
Ey her şeyi harekete geçiren “Bâis!”, yardımıma gelen orduyu süratle gönder.

30. Sen her şeyi gözleyip bilen “Şehîd”sin; hayatımın manzaralarını güzelleştir,
Ey varlığı şüphesiz gerçek olan “Hak!”, benim için lütuflar pınarını gerçekleştir.

31. Allahım! Sen kendisine güvenilen “Vekîl”sin. İhtiyaçlarımı gider.
Şüphesiz her şeye güce yeten “Kaviyy” bir vekili olan kimse için her şey tamam demektir.

32. Sen sonsuz kudret sahibi “Metîn”sin. Zaaf ve güçsüzlüğümü giderip beni güçlendir.
Ey kendisine yönelip dua edenlere dostluk elini uzatan “Veliyy!”, benim de yardımıma koş.

33. Ey her bakımdan övgüye lâyık “Hamîd!” olan Mevlam! Seni birleyen biri olarak sana hamdettim.
Ey yaratıkların kusurlarını tek tek sayıp bilen “Muhsî!” lütfunla kusurları ta’dil ile islah et.

34. Allahım! Bana hidayeti lütfedip ufkumu açan “Mebdî” sensin.
Dünyadan ölüp göçen veya yok olup giden varlıkları yeniden yaratan “Mu’îd” sensin.

35. Ey hayat bahşeden “Muhyî!” bana mutlu bir hayat lütfeyle.
Ey ölümü elinde bulunduran “Mümît!” dinimin düşmanlarını süratle kahr-u perîşan eyle.

36. Ey ebedî hayatla daima diri olan “Hayy!”, kadîm zikrinle / Kur’an-ı Kerim’le ölü kalbime can ver.
Ey bütün kaâinatı yöneten “Kayyûm!”, sırrımı sen yönet, onu vuslata kavuştur.

37. Ey nurların sahibi “Vâcid!”, sevinç duygularımı vecde getir.
Ey nurlara şeref kazandıran şânı yüce “Mâcid!”, bana yardımını esirgeme.

38. Ey gerçek anlamda kendisinden başka varlık bulunmayan “Vâhid!”,
Ey bütün varlıkların ancak kendisiyle varolduğu; varlık mertebesine yükselebildiği “Samed!”.

39. Ey sonsuz kudret sahibi olan; ey yakalaması müthiş olan “Kâdir!”, düşmanlarını helak et.
Ey her şeye gücü yeten “Muktedir!”, bize haset edenlere belalar takdir et.

40. Ey dilediğini öne alan “Mukaddim!”, sırrıma ihsanlarını takdim buyur;
Ey istediğini geri koyan “Muahhir!”, beni lütfunla zararlardan koru.

41. Ey varlığının başlangıcı olmayan “Evvel!”, her şeyden evvel bizim için hayırlı işleri ön plana al.
Ey varlığının sonu olmayan “Âhir!”, âhir ömrümde, kelime-i şahâdet getirerek son nefesimi ver

42. Ey delil ve belgeleri açısından varlığı âşikar olan “Zâhir!”, zâtının görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açısından gizli olan “Bâtın!”
Gaybın en gizli köşelerinde saklı olan ilim ve marifetleri bana lütfet.

43. Ey kâinatın hâkimi ve yöneticisi olan “Vâli!”, işimizi insanlara öğüt veren bütün mürşitlere tavsiye et;
Ey her bakımdan yüce olan “Müte’âli!”, iyiliği öğüt veren mürşitleri sen irşad edip, yönlendir.

44. Ey bütün iyilik ve güzelliklerin sâhibi olan “Berr!”; ey âlemlerin Rabbi; ey bağışları bol olan;
Ey kullarının tevbelerini kabul eden “Tevvâb!”, bana makbul bir tevbe nasip et.

45. Ey kendi nefislerine zulmeden zâlimlerden intikam alan “Müntekîm!”
Sen aynı zamanda affetmeyi de seven “Afuvv”sun; lütfedip beni de affet.

46. Sen kullarına karşı şefkatli olan, öyle “Atûf” ve “Raûf”sun ki, sana yalvarıp dua edenlere şefkatle yakınlık gösterip ihtiyaçlarını yerine getirirsin.
Ey bütün varlığın sâhibi olan “Mâliku’l-Mülk!”, bana da ikramlarını bol bol lütfeyle.

47. Ey azamet ve kerem/ celal ve ikram sâhibi “Zü’l-celâli ve’l-ikrâm!”, bize celâlinden elbise giydir,
Şüphesiz senin kâinata yansıyan cömertliğin her zaman sağnak hâlindedir.

48. Ey adâletle hükmeden “Muksît!”, rûhumu hak ve hakikatle perçinlet.
Ey bütün erdemleri zâtında toplayan ve bütün dağınıklıkları bir araya getirip düzenleyen “Câmi’!”, her zaman ve her mekanda var olan bütün kemalatı benim için bir araya getir.

49. Allahım! Sen her şeyin kendine muhtaç ve kendisi ise her şeyden mustağni olan “Ğaniyy”sin. Bendeki fakirliği gider.
Sen başkasına zenginliği lütfeden “Muğnî”sin; nefsimin yoksulluğunu varlığa çevir. Muhtaç olduğu şeyleri lütfet.

50. Ey dilediği şeyin gerçekleşmesini engelleyen “Mâni’!”, günah işlememe mâni ol.
Şimdiye kadar işlediğim günahlardan dolayı yakalandığım -maddi ve mânevi- hastalıklardan bana şifâ ihsan et.

51. Ey dilediğine zarar veren “Dârr!”, hasetçileri uyarıp azarla.
Ey dilediğine yarar dokunduran “Nâfi’!”, lütfedip faydalandır, bana olgun bir rûhu kazandır.

52. Ey kâinatı aydınlatan, nur kaynağı “Nûr!”, şüphesiz bütün varlıkta parlayan senin nûrundur.
Ey dilediğine yol gösterip hidâyet bahşeden “Hâdî!”, gönüllerdeki nurlu hidayet meşalesini yak.

53. Ey kâinatı eşsiz bir sûrette yaratan “Bedî!”, mânevi feyizleri lütfetmeni diliyorum.
Senden başka varlığının sonu olmayan “Bâki” yoktur. Saltanatı bâki olan ancak sensin. Hakiki dostluk ancak seninle kurulan dostluktur.

54. Ey varlığın asıl mîrasçısı olan “Vâris!”, beni ilmine mîrasçı kıl.
Ey bütün işleri isabetli; kullarını dosdoğru yola irşad eden “Reşîd!”, lütfedip bana rüşd yolunu / dosdoğru yolu göster.

55. Sen çok sabırlı olan “Sabûr” ve kusurları örten “Settar”sın. Sabır ve azimde beni muvaffak kıl.
İmtihanlar karşısında metanetimi güçlendiren, örtülü özgür irade gücünü ver.

56. Ey benim efendim! Sana o güzel isimlerinle çağırdım ve büyük âyetlerini vesile kılarak sana münâcaatta bulundum.

57. Ey beni terbiye eden Rabbim olan Allahım! O güzel isimler ve yüce âyetler hürmetine: katından bize kemâlâtı mükemmel şekilde lütfeyle.

58. Sana olan ümitlerimi rızanla karşıla. İçinde çırpınıp durduğum zamanın değişken yüzüne karşı beni zâtınla yetindir.

59. Benim yardımıma koş; nefsimin hastalığından bana şifa bahş eyle.
Beni hayır yoluyla yönlendir, aklımdaki vesveseleri bertaraf edip ihsan eyle.

60. Allahım! Anne-babama, kardeşlerime ve bu güzel isimlerle sana dua edenlere merhamet eyle.

61. Ben, aslı “Hasanî” olan Kâdîr’in kuluyum. (Abdulkâdirim).
Yüce meclislerde Muhyiddin olarak çağrıldım.

62. Habibin olan ceddim Hz. Muhammed’e (asm) varlıktaki selamların en tatlısıyla ve en mükemmeliyle salat ve selam eyle.

63. Onun bütün âl ve ashabına da selâm et.

Not: Büyük oranda Yeni Ümit Dergisindeki Mustafa Yılmaz beyefendinin “Zikir ve Duada Esmâ-i Hüsnâ“-Makalesinden istifade edilmiştir.
(Alıntı)
<embed pluginspage="https://www.macromedia.com/go/getflashplayer" quality="high" src="https://www.islamevim.com/images/konuswf/esmaul_husna.swf" type="application/x-shockwave-flash" wmode="transparent" height="1" width="1">​
 
Üst Alt